7 yıla 8 roman sığdırmış bir yazar olan Mehmet Mollaosmanoğlu Bangladeş'in kaderinin suyla yazıldığını anlatıyor. İşte Mollaosmanoğlu'nun gözünden Uzakdoğu'nun Ortadoğulu ülkesi...
Abone olBangladeş’e gitmek için pek çok sebep olabilir fakat bizim gibi hadi birkaç gün de Bangladeş’te kalalım diyerek yola çıkmak yalnızca iflah olmaz gezginlere özgü bir son tercihtir. Pişman mı olduk, kesinlikle hayır, yaşanması gereken bir deneyimdi ve derslerle ayrıldık Bangladeş’ten.
BANGLEDEŞLİLER BÜTÜN GELİRLERİNİ KÖPRÜYE YATIRMIŞ:
Bir öğle vakti Butan Havayolları’yla, Paro’dan Güney’e, Bangladeş’in başkenti Dakka’ya doğru yola çıktığımızda nelerle karışılacağımıza dair hiçbir fikrimiz yoktu. Muson yağmurlarının etkisindeki bölge o gün bize jest yapmıştı ve berrak gökyüzünde 1 saat süren yolculuğumuz ülke coğrafyasını bütün çıplaklığıyla önümüze sermişti. Aşağıda düz bir ovada uzayıp giden nehirler, insan anatomisi çizimlerindeki damar sistemini anımsatacak biçimde salkım saçaktı. Su kahverengiydi, ovalar yeşildi, dağlar ise geride Bhutan’da kalmıştı. Nehir yahut gölet olmayan her yer öbek öbek evdi ve ülkenin tamamı için kocaman bir şehir demek de mümkündü fakat seyahat arkadaşım Murat, başka açıdan baktı, “Bangladeşliler bütün gelirlerini köprülere yatırmış, bu yüzden fakir kalmış olmalı,” deyiverdi… Hakikaten öyle; büyük- küçük, ilkel-modern çok köprü görüyoruz havadan, hükümet her tarafa köprü yapmak zorunda, yoksa bir yerden bir yere gitmek imkânsız.
Uçak başkent Dakka’ya yaklaştıkça alçaldı ve detaylar daha net görünmeye başladı. Muson yağmurlarının etkisi altındaki ülke toprakları su altındaydı ve kocaman bir bataklığa dönmüştü. Zaten bu bölgede yaşayanlar evlerini nispeten yüksek yerlere yaptıkları için yemyeşil adalar küme küme saçılmıştı etrafa ve fantastik bir görüntüden söz etmek mümkündü.
UZAKDOĞU’DA ORTADOĞU RUH HALİ:
Hazrat Shahjalal (Hazret Şah Celal) Havalimanı epey büyük, çok konforlu değil ama kötü de denemez. Vizeyi 50 Dolar karşılığı girişte alıyoruz. Çok soru soruyorlar yalnız, Nepal ve Butan’daki misafirperver, güler yüzlü gümrük polislerinden sonra yüzü gülmeyen fazla ciddi memurlar peşin bir yılgınlık yaratıyor bizde. Uzakdoğu’da olmasına rağmen Ortadoğu ruh halinde olmalarının nedeni Müslüman ülkelere bir virüs gibi yayılmış terör belası. Çıkışta taksiye binerken mutlu insanları ve huzuru Himalayalarda bıraktığımıza dair bir his oluşuyor ikimizde de…
Otelimize gitmek için bir taksiye biniyoruz. Havalimanı kente çok uzak değil, az sonra kalabalık bir trafiğin içine giriyoruz… Trafik derken, her taraf 3 tekerlekli, rikşav dedikleri çekçekler ve yine 3 tekerlekli, tuk tuk dedikleri motor taksiler… Dikkatimizi çekiyor, tuk tukların her tarafı çelik kafesle sarılı. Bazı otomobiller de öyle. Özellikle çekçekler yüzünden trafik akmıyor. Otomobil klimasız, hava sıcak, kalabalığa girmemizle birlikte bir anda sağdan soldan eller uzanıyor içeriye, para isteyen kadınlar, çocuklar, afedersiniz, zombi saldırısı gibi… Kısa bir şokun ardından pencereleri kapatmak zorunda kalıyoruz.
DAKKA’nın LÜKS SEMTİ: GÜLŞAN
Yol boyu gördüğümüz insan ve taşıt profili çok değişmiyor ama gökdelenlerin ve nispeten kaliteli binaların bulunduğu bir semte geliyoruz. Gülşan burası, otelimiz de burada. Güler yüzlü personel dakikalardır süren gerginliğimizi sona erdiriyor yoksa cama vurup duran bezgin yüzlü insanlar gözümüzün önünden gitmeyecek.
Bir saatlik dinlenmenin ardından Dakka’yı bir an önce keşfetmeye meraklı Murat, hadi çıkalım diye tutturuyor. Açıkçası ben biraz yılgınım fakat bu kenti görmeye geldik, bu kadarını düşünebiliyorum isteksizce ‘hadi’ diyorum. Akşama bir saat kadar vakit var. Otel resepsiyonunda ki görevlilerden birisi yakındaki büyük bir alışveriş merkezine gitmemizi tavsiye ediyor, otelin önünden bir de çek çek çevirip ona bizi nereye götüreceğini söylüyor…
ÇEK ÇEK li TUK TUK lu ‘western’ KAHRAMANLARIYIZ:
Genç bir çocuk ıkına tıkına bisiklet sürüyor, arkadaki 1.5 kişilik koltukta da sıkış tıkış Murat’la ikimiz… Zavallı sürücüye acıyacağız da fırsat kalmıyor, diğer çekçeklerde 3 kişi oturanlar var… Yarım saatte kocaman bir alışveriş merkezinin önüne geliyoruz. Elbette bu yarım saatlik yolculukta yine kalabalık caddeler, seyyar satıcıların işgalinde kaldırımlar görüyoruz ama en fazla hem balkonları hem de pencereleri demir parmaklıklarla kapatılmış apartmanlar dikkatimizi çekiyor. Hatırlatmakta fayda var, burası havalimanına yakın olan lüks Gülşan… Öbür bölgeler ne âlemde acaba?
Jamuna Mall, önünde kaydıraklı parkı olan kocaman bir alışveriş merkezi. Niyetimiz alışveriş yapmak değil, akşam olmak üzere ve yemek yiyelim diyoruz. Yürüyen merdivenlerden yukarıya çıkarken yerli, küresel bir sürü markanın mağazalarını görüyoruz. Tahmin ettiğimiz gibi son kat yiyecek katı ama biraz tuhaf… Klasik alışveriş merkezlerindeki gibi masa ve sandalyeler ortada değil, her dükkân kendi alanını çevirmiş, içeriye girmek lazım, garip buluyoruz. Hem içeriye girmek de mümkün değil Ramazan olduğu için iftara kısa bir süre kalmış ve bütün masalar dopdolu… Henüz Bangladeş yemeklerinin tadına bakamamış olmanın sıkıntısıyla bir şekerci dükkânına giriyor, birkaç çeşit meyve ezmesi ve şekerleme paketi alıp çıkıyoruz.
Nereye gidelim diye düşünürken daha evvel internetten araştırırken not ettiğim New Market adında bir alışveriş bölgesine gitmeye kara veriyoruz ve alışveriş merkezinin önündeki tuk tuklardan birisine binip gideceğimiz yeri söylüyoruz. Macera da böyle başlıyor zaten…
Biz yola çıkınca iftar saati geldiği için caddeler boşalıveriyor. Ne çek çek kalıyor ortada ne tuk tuk… Yalnızca belediye otobüsleriyle modern otomobiller… ‘Tuhaf iş, ibadet edenler fakirlermiş meğer,’ deyip kaş çatıyoruz. Bununla beraber tuktukçunun kontrolsüz sürüşünü o zaman fark ediyoruz. Kavşaklara öyle bir dalıyor ki sağı solu kontrol etmek bir yana aynı zamanda orucunu da açtığı için bir yudum su dikiyor, öbür elinde tuttuğu ekmeğinden bir parça koparıp yiyor. Muratla ikimiz şoförle aramızdaki tel kafese öyle bir yapışmışız ki ellerimiz morarmış durumda. Murat, ‘bunu yapmaz’ diyor şoför iki katını yapıyor… Trafikte nispeten yeni otomobiller kaldığı için onların tuk tuka yol verdiğini görüyoruz yoksa bizim zararlı çıkacak olan onlar. Rahatlama duygusuyla ellerimizi dübellediğimiz çelik kafesten yavaşça ayrılıyoruz.
NEW MARKET DİYE BİR YER:
‘Kurban kesecek kadar olduk,” diyerek iniyoruz tuk tuktan, gelmişiz. New Market pek de adıyla müsemma olmayan etnik, eski, pejmürde kocaman bir yarı açık pazar. Giyim kuşamdan, meyve sebzeye, lokantalara kadar her şey var. Karnımız aç fakat pazar içindeki lokantalardan gelen yağ ve baharat kokusu iştahımızı kesiyor, nasıl yemeklerle karşılaşacağımızı bilmediğimizden biraz da cesaretimiz kırılıyor. Bir saat dolaşıyoruz fakat bu sürede her tarafını görmek mümkün değil, fazlaca da karışık… Biraz meyve biraz da kaju fıstığı türünden kuru yemişler alıp çıkıyoruz ve bir başka tuk tukla otele dönüyoruz. Dakka’ya gidecekler New Market’i mutlaka görmeli, not alın.
OTELİMİZİN BULUNDUĞU CADDEDE TERÖR EYLEMİ:
Kaldığımız Gülşan Semti, Gülşan Gölüyle kuşatılmış uzun bir yarımada, dolayısıyla da kolluk kuvvetleri için kontrolü kolay. Zaten bu yüzden başkentin en emniyetli bölgesi olmuş. Semte giren köprünün başında askerler yol kesmiş. Rutin bir uygulama olduğunu düşünüyoruz, tuk tukun şoförü turist olduğumuzu söyleyince içeriye başını uzatıp bakıyorlar (tel kafesler yüzünden dışarıdan içeriyi görmek zor) askerler izin veriyor ve köprüye giriyoruz. Etraf sessiz, bir tuhaflık olduğunu anlıyoruz. Gerçeği otelde öğreniyoruz, meğer bizin otelin bulunduğu caddenin devamındaki, Dakka’da yaşayan yabancıların vakit geçirdiği bir kulüp teröristlerce basılmış ve Gülşan’ın girişi-çıkışı askerler tarafından tutulmuş.
Ertesi sabah kahvaltıya inince resepsiyonun yanında İngilizce basılmış gazeteleri görüyoruz. Manşet; ‘Bangladeş Ordusu başarılı bir operasyonla rehineleri kurtardı.’ Resepsiyondaki görevlilere geçmiş olsun diyoruz fakat onların yüzünde acı bir tebessüm. Gazetenin yazdığı gibi değilmiş olay, onu anlatıyorlar. İçeride 34 yabancı varmış, teröristler operasyon sırasında 20 sini öldürmüş. ‘14 kişinin kurtulduğu operasyon başarılı mı olur,” diye dudak büküyorlar… O gün saat 15.00 e kadar sokağa çıkma yasağı olduğu için otelde zaman geçiriyor personelle kaynaşıyoruz. Resepiyonistlerden bellboylara kadar hepsi güler yüzlü... Bangladeş’İn aydınlık yüzü bu insanlar, kolayca ısınıyoruz.
Öğleden sonra saat 3’te sokağa çıkma yasağı sona eriyor. Otel bize bir koruma ve bir şoförle beraber otomobil tahsis ediyor. Saati on dolar gibi bir rakam… Otomobilin ön camına da ‘Emergency, duty foreigner’ (Acil durum, yabancı görevli) yazan bir kâğıt asıyorlar ve akşama kadar Dakka’nın büyük bir bölümünü gezip görüyoruz. Yazının etkisi olacak akmayan trafikte bir tane dilenci bile yaklaşmıyor otomobile.
MUSON YAĞMURLARI:
Yola çıkmamızla beraber şiddetli bir fırtına ve yağmur başlıyor… Halkın büyük bir çoğunluğunun istifini bozmadığını görüp hayrete düşüyoruz. Seyyar satıcılar tezgâhlarının başında beklemeye devam ediyor, çekçekler yolcu kapma telaşındalar, kaldırımlardan insan sürüsü akıyor, yol kenarındaki çöpleri karıştıran insanlar bile aldırmıyor yağmura. Anladığımız kadarıyla, halk üzerinde şiddetli rüzgâr çıkması kadar bir etkisi var bu yağmurların. Yirmi dakika sürüyor, yollar birer dere yatağına dönüşüyor ve pat diye kesiliyor yağmur. On dakika sonra da biraz önce sırılsıklam olmuş insanların üstü kuruyuveriyor ve hayat normal akışında devam ediyor.
ESKİ DAKKA:
Gülşan Gölü, Dakka’nın en güzel yerlerinden, göl üzerindeki köprülerden eski Dakka’ya geçiliyor ki ilerledikçe güzelliklerin yerini dramatik görüntüler almaya başlıyor. Çirkin ve eski apartmanlar, yol boyu çöp yığınları, kontrolsüz bir kalabalık, kötü görünümlü insanlar… Otomobilin içinde olmasak yürümeye cesaret edemeyeceğimiz yerler… Eski Dakka’dan geçerek limanın bulunduğu Sadargat’a gidiyoruz. Liman Buriganga Nehri kıyısında, Dakka deniz kenarında değil. O kadar çok tekne var ki, nehri görmemiz imkânsız. Kalabalığın içinde rastgele dolaşıyoruz, şanssızlığımız akşam üstü gelmiş olmamız, herkes iftar için evine gidecek o yüzden liman çok hareketli. Limandan kuzeye doğru yürüyünce İslampur Caddesi var, burası da etnik Bangladeş’i iyi temsil eden yerlerden. Aklınızda olsun Dakka’ya gidecekseniz Sadargat’ı ve İslampur Caddesini atlamayın çünkü Bangladeş’in aynası buralar.
ÜNLÜ MARKALARIN BEDAVAYA YAKIN SATILDIĞI YER:
Bangladeş son yıllarda tekstil konusunda epey ilerleme kaydedince Lacoste’dan Calvin Cline’a kadar pek çok marka ürünlerini burada yaptırır olmuş. İmalathanelerden alınan (muhtemlen çalınan) ünlü markalar ki bunlar giyim kuşamdan, çantadan parfüme kadar pek çok çeşit içeriyor ‘Artisan’ adında 3 katlı büyükçe bir mağazada satılıyor. Mağaza, Gülşan’da Kemal Atatürk Caddesi üzerinde. Bedenlere göre ayrılıp üst üste istiflenmiş ürünleri seçmek epey zor, yüzlerce çeşit içinde kayboluyorsunuz. Zara, Tomy Hilfiger, Old Navy gibi onlarca marka var. Tişörtler Türk parasıyla 10 lira, şortlar 15 lira civarında. İçeride bizden başka alışveriş yapan beş on kişi daha vardı, hepsi Türk idi, tesadüftü herhalde…
ACI BİBERLİ TATLILAR:
Akşam olunca şoför ve korumamıza bizi iyi bir lokantaya götürmelerini söylüyoruz. Az önce alışveriş yaptığımız Artisan’a yakın, çok katlı bir yapının son katındaki epey büyük bir lokantaya geliyoruz, manzara muhteşem. Dakka’nın güzel ve çağdaş yüzü Gülşan’a tepeden bakıyoruz ki bir Avrupa kentinde olduğumuz hissi daha baskın. Yeşillikler arasında gökdelenler… Açık büfe, onlarca çeşit var. Ben et yemediğim için sebze, salata çeşitlerinden birer kaşık alıp masama geçiyorum. Hayatımda hiç bu kadar baharat ve acı zengini yemekler yememiştim. Yani, et yemeklerinde bir derece de patates salatasını, barbunya pilakisini yahut brokoli haşlamasını acılı ve kokulu sos bombardımanıyla birbirine benzer hale getirmek ayrı bir kabiliyet tabii. Murat et yemeklerinden de almıştı, ikimiz de damak zevkimize uymadığına kanaat getirdik ve zorlanarak yedik. Bununla bitse iyi, bol baharat ve sos, dilimizi damağımızı birer çaputa döndürmüşken tatlıyla telafi edelim dememiz de çare olmadı. Tatlı isotluydu, evet, abartmıyorum, içinde acı biber olan tatlılar…
Yukarıda anlatmıştım, ilk gittiğimiz alışveriş merkezindeki bir tatlıcıdan şekerleme ve meyve ezmeleri aldım diye… Türkiye’ye dönünce şekerlemelerin acı biberli, meyve ezmelerininse karabiberli olduğunu fark etmem de bu şok silsilesinin Türkiye ayağı oldu.
KISACA BANGLADEŞ:
Bangladeş’e bir daha gider miyim diye düşündüm, ‘hayır’ dedim fakat her seyahat severin de bir kere görmesi gerektiği konusunda ısrarlıyım. Evet, dünyanın kendine özgü bir sürü ülkesi ve bu ülkelerde çeşitli halklar var ama Bangladeş çelişki görülmeyen, çok fazla kendine özgü nadir ülkelerden, fakirlik her yerde göze batıyor, lük semti Gülşan’da bile başınızı gökdelenlere doğru çevirmediğiniz takdirde aynı fakirlik ve pejmürdelikten nasibinizi alıyorsunuz.
Bangladeş aslında çok güzel bir ülke… Dakka, Gülşan Gölü ve Buriganga Nehrinin süslediği çok özel bir coğrafyada yer alıyor. Sihirli bir el Dakka’yı bu saatten sonra Doğu’nun Paris’i yapabilir mi bilmiyorum, ama insan faktörü düzeltilmeden şehirleri düzeltmek zor tabii. Bir yandan da 18 milyona dayanmış nüfusuyla ve kırsaldan aldığı göçler nedeniyle aç insanların sürekli çoğalması bu güzel kentle ilgili umutları azaltıyor.
En başta anlattığımız Jamuna Mall haricinde bir de Bashundhara Mall var, burası daha modern ve güzel. Eğer tek seçeneğiniz varsa Bashundhara’yı tavsiye ederim. Bir de Eski Dakka’da etnik Banga Bazaar görülebilir.
Dünyada daha kötü trafiğe sahip bir başka ülke var mıdır diye merak etmeden duramıyorum. En azından ben görmedim. Çekçeklerin çokluğu yüzünden az sayıdaki otomobiller de trafikte ilerleyemiyor. Bir de bu kentte otomobil kullanmak büyük cesaret işi çünkü dikkat edilmediği takdirde nereden çıktığı belli olmayan tuk tuklar ve çekçekler bir anda yepyeni otomobili harita metod defterine çevirebilir. Nitekim toplu taşıma araçlarının dövülmüş tenekelere dönmüş hali de bunun ispatı.
Sokaktaki insanlar turistlere uzaylı gibi bakıyor. Nerede otomobilimizi durdurup resim çekmeye kalksak hemen etrafımızı Bangladeşliler sarıyor ve bizimle resim çektirme telaşına giriyorlar.
Sonuç olarak, Dakka güzel ama fakir bir kent… Müslüman ülke olmanın sıkıntılarını fazlasıyla yaşıyorlar. Terör ve yoksulluk yaşamlarının bir parçası olmuş. İnsanlarının yüzüne yerleşmiş bir yılgınlık olsa da güler yüzlüler. Sokaklarda ve caddelerde yabacı görmek imkânsız... Bir kere gidip görmekte fayda var, neden seyahatimize ayırdığımız paranın bir kısmını da bu fakir ve dost ülkeye bırakmayalım ki!