Gazeteci Cem Sey, Kuran-ı Kerim'in yakılması eylemleri merceğinden Afganistan'a bakıyor.
Abone olKabilliler Cuma namazında.
Namazın ardından tekrar gösteriler yapılması bekleniyor.
Herkes hazırlıklı.
Yüzü karmaskeleriyle örtülmüş polisler Afgan başkentinin her kavşağını tutmuş. Belli ki eğitimlerini Amerikalılardan almışlar. Bakanlıkların önünde ağır makineli tüfeklerle donanmış zırhlı araçlar bekliyor.
Ben de hazırlıklıyım. Gösteriler, olaylar çıkacak, ben de gidip haber yapacağım. Ama kentte daha yeniyim, gösteriler nerede olur bilemiyorum. Dolayısıyla, kentteki Batılıların güvenliğinin sağlanmasından sorumlu bir kurumdan gelecek kısa mesajları izliyorum.
Nihayet beklediğim mesaj geliyor: "Peştun Meydanı'nda gösteriler başladı. Göstericiler Başkanlık Sarrayı'na yürümek istiyor. Silah kullanılabilir. Kimse evini terk etmesin!"
Kimsenin evini terk etmemesi gereken günler, gazetecilerin evini terk etmesi gereken günler olduğu için, hemen fırlıyorum kaldığım pansiyondan.
Peştun Meydanı'na olan bir kilometrelik mesafede pek kimseye rastlamıyorum.
Meydanda da pek kimse yok ama. Gösterici de yok, gösterilerden eser de yok.
Afgan aileler, ağır kışın ardından gelen güzel bir gün olduğu için bu Cuma'yı eşleri ve çocuklarıyla sokaklarda dolaşarak değerlendirmeyi tercih etmiş. Seyyar satıcılar da, fırsattan istifade edip, satışlarını arttırma peşinde.
Aradığım gösterileri, çatışmaları, Kur'an yakılmasına öfkeli Afganları bulamadan dönüyorum pansiyonuma.
'Tek Müslüman halk biz değiliz ki...'
Olmadı mı gösteriler? Tabii oldu. Ama, örneğin o güvenlik kurumunun sözünü ettiği gösteri yaklaşık 300 kişinin katılımıyla yapılmaya çalışıldı ve polis hemen dağıttı. Ancak bazı küçük gruplar, bir takım ABD askerlerinin yaptığı ağır bir hatayı çok iyi değerlendirdi.
Hem, gösterilere katılmasalar bile, vatandaşların da bütünüyle tepki gösterdiği bir konuyu propaganda amaçlı çok iyi kullandılar, hem de tüm dünyanın gözünü üstlerine çevirmeyi başardılar.
Oysa Kabil'de konuştuğum insanlar ağız birliği etmişçesine aynı şeyleri söylüyor. Ansari Meydanı'ndaki bir pastanenin bir çalışanının ağzından aktarayım:
"Kur'an-ı Kerim yakılmasına hepimiz çok kızdık ama bu provokasyonlara şiddetle karşılık vermek hatadır."
Yine aynı günlerde televizyonlarda konuşan bir din adamı da ilginç bir vurgu yapıyor:
"Dünyadaki tek Müslüman halk biz değiliz ki... Eğer sadece Afganistan'da olay çıkıyorsa, bunun ardında ne yattığına bakmak lazım."
Afgan meslektaşlarım, ülke genelinde de olaylara katılımın düşük ve özellikle de insanların şiddete soğuk bakışının yaygın olduğunu anlatıyor. Afganlar, Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin "sakin olun" çağrısına uyuyor.
Geçtiğimiz günlerde Afganistan'da yaklaşık 40 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların ardında yatan neden, radikal küçük grupların buldukları bir fırsatı sonuna kadar kullanması.
'Yine de umut var'
Yine de gelişmeleri küçümsememek gerek.
Çünkü bu radikaller ilk kez ülkenin güneyinde değil, daha çok kuzeyinde, yani Taliban bulunmayan bir bölgede ortaya çıkıyor.
Üstelik ilk kez meclis içinde bir grup milletvekilinin açık desteğini alıyorlar. Hem yabancıların, neresinden bakılırsa bakılsın, çok verimsiz varlığından, hem de kendileri sefalet içinde yaşarken, hükümetlerinin ardı arkası kesilmeyen yolsuzluklarından bunalan Afgan halkının da, şiddetle olmasa bile, siyasi olarak bu radikal İslamcı grupları desteklemeye eğilimi artıyor.
Bu gelişmelere rağmen çoğu insan umudunu yitirmiyor.
İlginç olan, bütün eleştirilerine rağmen Afganların, Batı ordularının çekilme eğiliminden de çok hoşnut olmaması.
Bir yanda yolsuzluklarla kıvranan, istikrarsız hükümet, diğer yanda da, pek kimsenin özlemediği Taliban güçleri arasında sıkışıp kalmaktan korkuyorlar. Eğer bu olmazsa, etnik çatışmaların patlak vermesi olasılığı da var.
Kabil'deki pastacı, Afganların umudunu şöyle ifade ediyor:
"Birçok olumsuz seçenek arasında sıkıştık kaldık. En iyisi yabancı orduların gitmemesi ama bundan sonra, Kur'an yakmak gibi başka hatalar da yapmaması."
Seçimlerden seçimlere koşan Batılı politikacıların, bir zamanlar "kurtarmaya gittikleri" Afgan halkının bu umuduna ne kadar karşılık verebileceği ise pek belli değil.
Ama ne derler? "Çıkmadık candan umut kesilmez."
Savaşlara alışkın Afganlar için en geçerli deyiş bu olsa gerek.