İsviçre 'sevginin dilini' ezdi geçti
Erdoğan Alman Bild gazetesine, uyum konusunda verdiği demeçte, aile birliği için Almanca bilme koşulunu eleştirmiş, 'sevgi hangi dili konuşuyor?' diyerek şaşırtmıştı.
Hatırlarsanız başbakan Erdoğan Alman Bild gazetesine, uyum
konusunda verdiği demeçte, aile birliği için Almanca bilme koşulunu
eleştirmiş, ''sevgi hangi dili konuşuyor?''
diyerek şaşırtmıştı.
Acaba, Erdoğan'ın verdiği demeç, kafalarda soru işareti bırakacak
mı diye düşünürken, İsviçre'de Adalet Bakanı Simonetta Sommaruga
düzenlediği basın toplantısında, göçmen yasalarındaki değişikiği
sundu.
''Dil bilmeyene, kadın erkek eşitliğine inanmayana,
trafikte hız yapana, oturma izni yok!'' açıklamasını
yaptı.
Göçmen yasalarında yapılacak reformlarda, Almanya'yı birebir takip
eden İsviçre hükümetinin, takip etmekle kalmayıp,'' bizim
kurallarımız daha katı olmalı'' diyerek bir yarışa girdiği de
aşikardır.
Adalet Bakanı tarafından adı ''göçmenlik ve uyum
yasası'' olarak, belirlenen yeni düzenlemede;
Daimi ve geçici oturma izinlerinde, dil bilme
zorunluluğunun yanısıra, İsviçre değerlerine uygunluk aranacak.
Bütün göçmenler için, İsviçre dillerinden birinin bilinmesi zorunlu
olacak.
Avrupa'da gitgide katılaşan göçmen yasalarının bundan sonraki
durağı ne olacak bakalım?...
Bu arada...
Neymiş ?
Sevginin dili yeterli değilmiş.
İsviçre hükümeti, yeni göçmen yasası ile şunu söylüyor aslında;
Dil bilmeyene, karısına şiddet uygulayana, işsiz kalana, trafik
kurallarına uymayana, oturum yok. Oturumu olanlara da yenileme yok
! diyor.
Dışardan bakıldığında makul bir yasa gibi görünüyor. Ama akla şu
sorular gelmiyor değil; Aynı durumda olan İsviçre'lileri bu kanun
etkilemiyecekse, ki; bu bir göçmen yasası, etkilemeyecek. Tam da
burada, insan haklarının yüksek olduğu düşünülen bu ülkede, insan
hakları sorgulanmayacak mı?
Ayrımcılığı süslü püslü cümlelerle sunma hali olmuyor mu bu yasalar
?
Ve daha birçok şey...
.......................................................................................................................................
Yılmaz Özdil, yazmayı sevmiyor!
Bundan birkaç gün önce, ne yazsam diye kara kara düşünürken Yılmaz
Özdil düştü aklıma.
Çünkü;
Sosyal medyada en çok yazıları paylaşılan, her yazdığına,
'' bravo! bravo! '' diye alkış tutulan
yazarımızın, yazmayı çok da sevmediği fikri oluşmaya başlamıştı
bende.
Yazarların bir de yazmak istemedikleri zamanlar vardır, yazmak
istemeyip, yazmak zorunda olmak, dünyanın en zor işlerinden
biridir. İşte böyle zamanlarda yazarlar, genelde yazılarını kısa
tutarlar.
Özdil yazılarını hiç ''kana kana'' okuduğumu
hatırlamıyorum.
Uzatmayayım. Özdil'in yazılarını okurken, '' eeee sonra?
'' oluyorum genelde...
Ben, üç paragrafla, binlerce şey ifade edebilirim diyor.
Ve...
Son cümle genelde en vurucu cümle(!)
Tamam!
Ben onun yazmayı sevmediğini düşünürken, kendisi, dün yayınlanan
yazısında, ''aslında yazarlığı sevmem'' deyip beni
hiç şaşırtmamıştır.
.................................................................................................................................
''Atomu parçaladık ama önyargıyı
parçalayamadık''
Demiş Einstein...
Önyargı objektifliği perdeleyen bir öğedir.
Bilmediklerimizi dahi biliyormuş hissi verir.
Yaşadıklarımız, gözlemlediklerimiz, okuduklarımız, yani
bilinçaltında biriktirdiğimiz her şey bize önyargı olarak
dönebilir.
Hayatta bir kez büyük bir hata yaptıysanız, Einstein'ın dediği
gibi, insanların önyargısını parçalamak, ''aslında böyle
değil '' i kabul ettirmek, belki imkansız değildir ama çok
zordur.
Önyargılarımız aynı zamanda düşüncelerimizin hapsidir. Hep
kalıplarımız vardır, başkalarına dair, arkadaşlarımıza dair,en
yakınlarımıza dair...
Bu önyargıların dışına çıkmak, ha! Bir de olaya burdan bakayım
demek en büyük erdemdir ama, uygulayabilen azdır.
Bunların bağlamında diyorum ki;
Önyargısız bakmayı öğrenelim...
Ve...
Sadece, okumak istediğimiz yazarı okuyalım.
Ben öyle yapıyorum.
Okumak istediğimizi okuyup, yapıcı eleştiri yapalım.
.........................................................................................................................................
Bir kadın kocasını neden öldürüp
kavurmasını yapar ?
Kızını taciz ettiği gerekçesiyle, kocasını öldürdükten sonra
pişiren ve kavurma yapan Pakistan'lı kadın konumuz.
Bu kadın, şiddet gören, kocası tarafından öldürülen tüm kadınların,
bir simgesi olsun diyorum...
Bu haberi okuduğumda, aklıma gelen şuydu;
Bu kavurma olan adam, ne yapmış ki kadını bu noktaya getirmiş?
Sadece taciz olayı ile sınırlı olduğunu sanmıyorum.
Şunu biliyorum;
Kavurma olmanın arkasında sadece kadının bildiği uzun bir hikaye
var.