Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, son günlere damgasını vuran 'ulema krizi'nin perde arkasını yazdı. Bayramoğlu, Başbakan Erdoğan'ın sözlerinin 'çarpıtıldığını' savundu.
Abone olBaşbakan Erdoğan'ın 'türbanı ulema çözer' diye söylediği iddia edilen görüşlerinin çarpıtıldığını savunan Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, bugünkü köşesinde krizin yazdı:
Yazı: Ali Bayramoğlu
Kaynak:
- Ortada yeni bir kriz var. AİHM'nin Leyla Şahin davasında verdiği karardan başlayıp ulema tartışmasına kadar uzanan bir bunalım var.
Sorun ve kriz nasıl çıktı?
Aslında başörtüsü, AİHM ve Türkiye ilişkileri açısından meselesinin tartışılan üç boyutu, ortaya çıkardığı üç soru bulunuyor.
1. AİHM'nin verdiği karar gerçekten insan haklarına uygun mudur?
Konu tartışmalı. Nitekim İnsan Hakları İzleme Komitesi bu konuda alınan kararın bizzat bir ihlal olduğunu ve binlerce gencin okuma hakkını elinden aldığını söylüyor ve kararı eleştiriyor. Aksi görüşler ise AİHM kararını, aynı mahkeme gibi onaylıyorlar, Türkiye'deki yasağın bir ihlal olmadığını söylüyorlar. Yargının kararı hak ve hukuk tayininin tek kaynağı olmadığına göre, bu karar elbette tartışılacaktır.
2. Bu karar Anayasa'nın 90. maddesine göre bağlayıcı bir karar mıdır?
Bu konu da tartışmalı. Nedeni de şu: AİHM tesettüre ilişkin kararında İnsan Hakları Sözleşmesi'ni referans almıyor, dikkate aldığı Türkiye'deki mevzuat. Bu mevzuatı insan hakları ilkeleriyle çelişkili bulmuyor. Bu durumda mevzuat değişirse, bu hükmün de anlamının kalmayacağı sonucu ortaya çıkıyor. Kaldı ki bu karar kural koyucu bir hüküm olsa tesettür yasağının Avrupa ülkelerinde de uygulanması gerekirdi ki bu yasağı Türkiye dışında uygulayan tek ülke yok.
3. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yaptığı "türbanın ne olduğuna ulema karar verir" ifadesi ne anlama gelmektedir?
Bu üçüncü soru bugünün asıl konusu ve iddia şu: "Başbakan Danimarka'da yaptığı konuşmada AİHM kararını eleştirirken 'Türban sorununu ulema çözer' demiştir, sorun çözme yetkisini din adamına havale eden bu ifade laikliğin açık ihlalidir."
Başbakan'ın bu konuşmayı yaptığı sırada karşısında oturan gazetecilerden birisiydim.
Aynı konuda gerek Ankara'dan ayrılırken gerek Ankara'ya dönerken sohbet ettiği 6 gazeteci arasında yer alıyordum.
Şunu söyleyebilirim:
Bir kere Başbakan "Türban sorununu ulema çözer" demedi.
Sözleri son derece açık olarak şu anlamdaydı:
"Türbanın dini yönüyle ilgili tanımı mahkeme yapamaz, yapması için din bilginlerinden ya da kurumların bilgi alması gerekir, nitekim Avrupa mahkemeleri benzer konularda bir çok kez kiliseye başvurmuştur ve istişari bilgi almıştır..."
Bu sözler "Mahkeme kararını bu alacağı bilgiye göre versin" anlamını da taşımıyordu. Tersine, "mahkeme başörtüsünün, başörtüsü yasağının ya da dini bir hükmün laik düzen açısından çerçevesini doğru ya da yanlış çizebilir, ama din açısından ne olduğunu tanımlayıp, söyleyemez..." manasına sarfedildi.
"Türban tanımı yapmak" yerine "türban sorununu çözmek" vurgusu kimi siyasi partilerin, kimi gazete ve televizyonların kasten yaptıkları bir tahrifattan başka bir şey değildir.
Nitekim bu konuda laiklik ilkesi açısından aksi görüş nasıl savunulabilir, anlamak da mümkün değildir. Mahkemeler elbette bir dini hükmün dini anlamını ve meşruiyetini tartışamaz ve belirleyemez...
Tersi mantıktan hareket ederek, "ezanın, namazın dini anlamını ve uygulanma biçimini mahkemeler de belirler" denebilir mi? Örneğin mahkeme eliyle siyasi düzeni dikkate alarak, iş saatlerini gerekçe göstererek namazda rekat sayısını azaltmak, Ramazan'da iftar saatlerini laik ilke açısından değiştirmek ve bunu yaparken dini bir konuda dini bir yorum yapmak, açıkçası hüküm olabilir mi?
Bu yapıldığı andan itibaren ihlal edilen laiklik ilkesi olur...
Bu ilke temel olarak dinin siyasi işlere karışmaması demek olduğu gibi, din işlerine, din yorumuna, dini pratiklere de siyasetin ve laik kurumların karışmaması demektir.