Türkiye'de sağlık alanında yaşanan olayların perde arkasını araştıran Aksiyon Dergisi, ithalatçı firmaların yaptığı akıl almaz vurgunları gözler önüne serdi.
Abone olDokuz kalem sağlık cihazına Türkiye’nin ödediği rakam, Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’nın raporuna göre tam 3 katrilyon lira. Bu rakam etrafında yapılan sağlık savaşlarının en büyük özelliği, ithalatçı firmaların kendi aralarında rekabet etmek yerine sosyal güvenlik firmalarına karşı saf tutmaları. Elindeki reçeteyle, yan yana dizilmiş eczaneleri dolaştıktan sonra yanıma gelen bir hastanın, “Doktorlara imzalattım. Elimde 5 milyar liralık reçete var. Bu eczaneler yüzde 7 veriyor. Yüzde 10 vereni bulsam, reçeteyi verip ilacı almadan gideceğim” sözlerini duyunca şaşırmıştım. Öyle ya, Türkiye’de hastalar ilaç alamadıkları için ölmezler miydi! Reçetesiyle para kazanan insanlar da mı var? Türkiye’deki sağlık sektörünü özetleyen bu sözleri biraz araştırınca karşımıza dev bir yolsuzluk zinciri çıktı. Banka ve enerji yolsuzluklarına taş çıkartan sağlık sektöründeki yolsuzluklara milyonlarca hasta bilerek ya da bilmeyerek alet oluyor. Doktor, tıbbi araç firması, eczane, hasta dörtgeninde dönen yolsuzlukların en acısı ise komisyon karşılığında yurtdışından getirilen ilaçların fakir hastalar üzerinde denenmesi oluyor... Türk sosyal güvenlik sistemi felç. Türk hastası kobay olurken, bu sistemden zengin olanların kimliği ise çok açık. Ve işte devlet raporlarında 7 milyar dolar olarak açıklanan, fakirliğimizin en büyük sebeplerinden sayılabilecek bir yolsuzluk zincirinin kahramanları... Türkiye 9 tıbbi ilacın narına fakirlik çekiyor Sağlık Bakanlığı raporlarına göre sektördeki yıllık 14 milyar dolarlık cironun büyük kısmı ithal ilaçlara ve sağlık cihazlarına gidiyor. İthal edilen ilaç ve sağlık cihazlarının da yüzde 98’ini devlete ait sosyal güvenlik kuruluşları alıyor. Türkiye’ye ağırlıklı olarak 50 bin adet ithal sağlık cihazı ve ilacı geliyor. Ancak Türkiye ekonomisini zora sokan tıbbi malzeme sayısı ise sadece 9 kalem. Dokuz kalem sağlık cihazına Türkiye’nin ödediği rakam Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’nın raporuna göre, tam 3 katrilyon lira. Devletin resmi belgelerinden aldığımız bu 3 katrilyon liralık tutarın etrafında ise tam anlamıyla “sağlık savaşları” yapılıyor. Koroner stent, kalp pili, kalp kapağı, atroskopi, omurga implantı, eklem implantı, external fixatör, plak—çivi ve kemik yıkama sistemlerine ödenen para tüm sağlık sektöründe ilaç ve tıbbi malzemeye ödenen paranın yüzde 80’ini oluşturuyor. Firmaların amacı bu malzemelerin toplu alımdan çıkarılmasını sağlamak ve sosyal güvenlik kurumlarına yüksek fatura keserek fahiş kârlar elde etmek. Yukarıdaki malzemeler içinde adı geçen stent, kalp hastalarının damarlarını açmak için kullanılan küçük bir cihaz. Bu cihazın narına Türkiye IMF’ye el açıyor, desek abartmış olmayız. Çünkü stent, 1994’ten 2000’e kadar, SKK’ya 2 bin 450 dolara satılıyordu; bugünse bu rakam 193 dolara indi. Oysa cihaz sadece 25 dolara mal oluyor. Maliyeti 25 dolar olan bir ürünün bilim adamları tarafından temininde güçlük çekilen malzeme sınıfına sokulmasının, akla zarar kârlarla devlete satılmasının ve pazarlıkla alım yollarının açılmasının hesabını kimse vermiyor! Stent isimli kalp cihazının sağlık sektörü için nasıl önemli hale getirildiğini rakamlar ispatlıyor: 1992—1997 döneminde sadece 3 bin 500 stent kullanan Türkiye; 1999 ile 2002’de 70 bin stent ithal etti. 2003 Ocak ayında Neşter Operasyonu başlayınca, kullanılan stent sayısı tam dörtte üç oranında düştü. 28 bin dolara satılan defibrilatörler ile 40 dolara satılan kalp pilleri ve AICD cihazları yolsuzluğun diğer kaynaklarını oluşturdu. Bir örnek daha vermek gerekirse, halen Polonya’da bir AICD’nin satış fiyatı 2 bin dolar. Aynı ürün Türk devletine 40 bin dolara varan fiyatlarla satıldı. Bütün dünyada kalp kapaklarının fiyatı 300 dolar iken, Türk hastaları aynı kapakları bin 500 dolardan satın alıyor. İthal ürünler yolsuzluğun ana kaynağı oldu Tıbbi ithalatın çok kazandırmasıyla Türkiye, ithal ilaç ve araçlar için cennet bir ülke oldu. 1980’de sadece 109 milyon dolarlık tıbbi ithalat yapan Türkiye, 1997 yılında 1.657 milyar dolarlık ithalat yaptı. Bugünkü rakamlar ise daha da vahim: 2003 yılındaki toplam tedavi gideri ödemesi 14 katrilyon TL. Bu rakamın tam 5 katrilyon lirası ithal tıbbi malzemelere ait. 1998 ile 2001 arasındaki ithal malzemelerin artış oranı bazen o kadar abartıldı ki yolsuzluğu araştırmaya bile gerek kalmıyor. İşte bir örnek: Eklem implantında (protez) Balıkesir SSK Hastanesi’nde 2001 yılında 2000 yılına göre uygulama artış oranı yüzde 600. Ne bu hastanede ameliyat yapacak hekim sayısı artmış, ne de birden bire Balıkesir’de yaşayanların eklemlerinde olağanüstü bir arıza baş göstermiş. Bu durum resmi belgelerde şu cümleyle özetleniyor: “Hekimlerin, malzeme kullanım başına menfaat temin etmeleri Balıkesir’de protez sayısını artırdı.” Neşter Operasyonunun alt yapısını oluşturan uzmanlara göre; yerli üretim protezin 2 milyar, ithal protezin ise 10 milyar liraya satıldığı ve malzeme tercihinin hekime bırakıldığı bir sistemde yolsuzluk yapılmaması çok zor. Doktor komisyon alır; zararı Türkiye öder Hastane koridorlarında görmeye alıştığımız ilaç ve medikal firmalarının temsilcilerinin maliyeti oldukça ağır. Hastalar gereksiz ve pahalı ilaç alıyor; Türk sosyal güvenlik sistemi doktorların “pirim aşkı” yüzünden büyük zarar görüyor. 1999—2000 ve 2001 yıllarında, sadece incelenen distribütör firma ve bayilerinin ödediği komisyon bedeli 13 trilyon lira. 2002’de bütün firmaların doktorlara ödediği komisyonun 40 trilyon lira olduğu tahmin ediliyor. Firmaların kendi markalarını tercih etmeleri ve fazla ilaç yazmaları karşılığında verdikleri 40 trilyon liralık komisyon bedelinin Türkiye’ye maliyeti DGM raporuna göre 1 katrilyon lirayı aşıyor! Sağlık Bakanlığı’nın gizli yaptırdığı ve sonuçlarını açıklamaya çekindiği bir araştırmaya göre doktorların yüzde 72.9’u, promosyon olarak verilen hediyelerden etkilenerek ilaç yazıyor. Neşter Operasyonu sanıklarından Mehmet Nazif Edin’in hazırladığı bir veri, “komisyon sisteminin” nasıl işlediğini açıkça gösteriyor. Edin’in verilerine göre doktorlara verilen komisyonlar muhasebe kayıtlarına “diğer komisyon” kaydıyla girmiş. Hacettepe Üniversitesi’nden bir hekime yüzde 15 pay verilmiş. Özel Yaşam Hastanesi’ne yüzde 10 hastane komisyonu adı altında bir ödemede bulunulurken, uygulamayı yapan hekime ise malzeme bedelinin yüzde 15’i verilmiş. Onmed firmasının Ankara’daki hastanelerde doktorlara, hastalarına taktıkları kalp pili karşılığında dağıttığı komisyon ise uzun bir liste halinde. Yurtdışına götürülen bazı hekimler için firma muhasebe kayıtlarında özel harcırah dosyaları açıldığı belgeleriyle ispatlanmış durumda. Ulaştığımız belgelere göre Medanay Firması, Prof. Dr. Kenan Ömürlü için özel muhasebe kaydı tutuyor. İlaç fazlalığından hasta ölür mü? “İlaç ve tıbbi malzeme tüketimini artırmak için, hastalara gereğinden fazla müdahalede bulunuluyor ve bu yolla birçok hasta ölüyor.” Bu cümle Sağlık Bakanlığı’nın raporundan alınma. Türkiye’de hastalar sadece tıbbi malzeme yokluğundan dolayı değil, bazen de tıbbi malzemelerin fazlalılığından dolayı ölüyor! Kalp rahatsızlıkları için bir kalbe birden fazla stent takılması dünyada çok az rastlanan bir durum. Raporlara göre resmi ve özel hastanelerde yapılan uygulamalarda, hekimlerin, bir hastaya dördün çok üzerinde stent uyguladıklarına rastlanıldı. Müfettişlerin yaptıkları araştırmaya göre; firmaların kurumlardan haksız para tahsil edebilmelerine imkan tanımak için doktorlar hastaya gereksiz stent takıyorlar. Dünyada anjio yapılmasına karar verilen hastaların en çok yüzde 15’inde yanılma söz konusu oluyor. Oysa Türkiye’de özel hastanelerde ve kurum hastanelerinde bu oran yüzde 50’ye kadar yükseliyor. Diğer bir deyişle her iki anjiyodan biri haksız para talep etmek için yapılıyor! Bir anjiyonun sosyal güvenlik kurumlarına maliyeti ise 900 milyon lira. Büyük bir gaflet olarak yorumlanan bu uygulamadan kaç kişinin öldüğü ise net olarak saptanamamış. Ancak özellikle kalp gibi kontrolü zor olan organlara takılan tıbbi cihazların sayısının abartılarak faturalara yansıtıldığı kesin belgelerle ispatlanmış durumda. Kamuoyuna açıklanmak istenmeyen araştırmalarda yer alan şu ibareler ise Türkiye’de ölümün ne kadar ucuz olduğunu ispatlıyor: “Halkımızın kaderci yaklaşımları sonucunda ‘Ne yapalım masada kaldı’ halinde olmaları ve bu ölümlerin müdahale ekibinde yer alanların ihbarı dışında kanıtlanmaması dolayısıyla; ölümlerin para hırsına bağlı olduğunu belirlemek zor oluyor.” Özel hastane devlete duacı Özel hastane yöneticilerinin sağlık soruşturmalarındaki itirafları da sistemdeki çarpıklığı özetliyor: “Kamu kuruluşlarına mecburen kabarık fatura kesmek zorundayız; özel hastane kendi müşterisiyle ayakta kalamaz.” Özel hastanelerin “ayakta kalmak” olarak açıkladıkları yolsuzluğun boyutu 1 katrilyon lirayı aşıyor. Sistem şöyle işliyor. Sosyal güvenlik kurumları özel hastanelerle anlaşarak gönderdiği hastanın tedavi ücretlerini karşılıyor. Yolsuzluklarsa hastaya kullandırılan iyileştirici tıbbi malzemenin kullandırılmasıyla başlıyor. Kullanılan malzemeler normal anlaşma dışında ödeniyor. Özel hastane hekim ve yetkililerinin düzenledikleri raporla ilaç ve tıbbi malzeme firmaları kurum adına ya da hasta adına fatura kesiyor. Sosyal güvenlik kuruluşlarının ve kamu kuruluşlarının ödeyeceği fatura miktarı ise özel hastanenin ilaç ve medikal firmalarından alacağı komisyona göre belirleniyor. Örneğin özel hastaneler SSK’lı bir hastaya bir adet kalp stenti uyguladıklarında, stenti satan firma SSK’dan bin 715 dolar kazanıyor. Stentin sayısı ve markası ise özel hastanenin insafına kalıyor. Özellikle kardiyoloji alanındaki tıbbi müdahalelerin büyük çoğunluğu özel hastaneler tarafından yapılır oldu. Sayısal verilere bakıldığında onlarca uzman hekimin görev yaptığı üniversite hastanelerinin yıllık hasta tedavi sayısı özel hastanelerin gerisine düştü! Rakamlar çok açık: SSK’nın Ankara birimlerince ödemeleri yapılan 3 bin 400 adet stente ilişkin yapılan bir değerlendirmede, stentlerin 2 bin 447 adedinin (yüzde 72) özel hastanelerce, 947 adedinin (yüzde 28) ise üniversite hastanelerince uygulandığı anlaşıldı. Sadece Bağ—Kur’un 2002 yılı rakamlarına göre, sağlık harcaması 4.5 katrilyon. Kendisine doğrudan bağlı hiç bir tedavi kurumu bulunmayan Bağ—Kur’da, ödemeler tamamıyla tedaviyi yapan sağlık müessesesinin insafına kalıyor. İhale sistemini bakanlık bile getirtemiyor 14 katrilyon liralık sağlık sektöründe 5 milyar dolarlık şüpheli ithalat yapılıyor. 50 bin çeşit ithal ürünün sadece 9 kalemi 3 katrilyon tutarsa, malzemelerin satın alınma yöntemi de hayati önem taşır. Sağlık kuruluşlarının ihale sistemiyle aldıkları ürün yakın zamana kadar yok denecek kadar azdı. Protokol sistemi denilen ve hastane yöneticileriyle ithalatçıların pazarlığıyla oluşan satın alma sistemi, yolsuzluk zinciri için ideal bir yöntem... Protokol yöntemi dışında kullanılan yöntem ise daha da vahim. Hastaya malzeme aldırılıyor; fatura devlete çıkartılıyor. Hastaya alması gereken malzemeler, satın alacağı firmalarla birlikte bildiriliyor. Böylece yolsuzluk çarkının içine piyasadaki firmalarla pazarlık gücü olmayan hasta da sokulmuş oluyor. Dokunulamayan suç örgütleri Sağlık sektöründe gerçekleşen yolsuzlukların en önemli özelliği işlemlerin bir zincir gibi birbirini takip etmesi ve faturaların devletten tahsil edilmesi için oluşturulan birliktelik. İthalatçı ilaç ve tıbbi cihaz firmaları kendi aralarında rekabet etmiyorlar; çünkü branşlara göre gruplaşmış durumdalar. Hatta Emniyet kaçakçılık ekiplerince ve Cumhuriyet savcılıklarının yaptıkları tespitlere göre silahlı suç örgütü haline gelmiş durumdalar. Son dönemin bütün sağlık ve çalışma bakanları sağlık sektöründeki suç örgütlerinden bahsetseler de isim vermekte zorlandılar. En net açıklamayı eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan yapmıştı: “İyileştirici nitelikli tıbbi malzeme alımlarına ilişkin olarak ihaleli alım sistemine geçildi. Tıbbi malzeme satıcısı firmaların, aralarında birlik oluşturarak idare ve diğer firmalar üzerinde baskı kurdular ve ihaleler kilitlenme noktasına geldi.” Firmalar için tıbbi malzemenin reçeteli ya da pazarlıkla alımı ve temini zor sınıfına sokulması çok önemli. Cumhuriyet savcılıklarının, emniyetin ve Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı raporlarda ismi geçen örgütlerin en önemlisi Kardiyoloji Çalışma Grubu, SADER, Stent Grubu, PEFİP olarak belirlenmiş. Bu örgütler, 2001 yılından itibaren bir araya gelerek fiyatların aşırı düşmemesi ve geri ödemenin Bakanlar Kurulu kararıyla yok sayılması için toplantılar düzenlemiş. Örgütler, polis kayıtlarına göre birçok sağlık ihalesini yüksek fiyatlarla ya da rakip firmaları tehdit ederek kilitlemişler. Devlet belgeleriyle suçlanan firmaların isimleri ise şunlar: Sesa, Medim, Onmed, Mutlu Medikim, Medistar, Formed, Light, Ekin Medikal, Remed, Tera, Arte, Anki adlı distribütör firmalar ile bu firmalara bağlı bazı bayiler. Meslek örgütü olarak kurulmasına rağmen suç örgütüne dönüşen derneklerin en büyük yaptırımı, sağlık sektörünü kilitleyerek ilaç satmamaları. Acil durumdaki hastalara ilaç verilememesi, bir siyasetçi için en zor karar. Bugüne kadar suç örgütlerinin tehdidiyle pazarlıkları geri püskürtebilen bir siyasetçiye rastlanmadı. Sağlık sektörünü kilitlemek isteyen suç örgütlerinin toplantılarında konuşulan şu cümleler olayın vahametini gösteriyor: “Adnan Menderes Üniversitesi’nden, SESA’ya, emekli bir hasta için pil talebi gelmiştir. Aldığımız karar doğrultusunda bu pilin temini reddedilmiştir. Bu malzemeleri, özellikle acil hastalar için alacaklarmış. Bu sektörde binlerce insan yaşayacaksa 1—2 kişi ölebilir. Firmalar, Emekli Sandığı ve resmi kurumlara bağlı hastalar için üniversite ve devlet hastanelerine hiçbir surette teklif vermeyecekler ve açtıkları ihalelere katılmayacaklardır. Çünkü firmaların asıl elde etmek istediği sonuç, bu kurumlarda yatan emekli ve resmi kurum hastaları için reçete uygulamasına bir an önce geçilmesidir.” SADER Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Kardiyoloji Çalışma Grubu Başkanı olan İbrahim Erdoğan’ın bu emirleri yerine getirildi ve Türkiye kalp pili bulamayan bir ülke konumuna düşürüldü. Firmaların aldıkları ortak kararlar doğrultusunda malzeme satışını durdurmaları sonucu, Sağlık ve Maliye bakanlıkları fiyat indirme kararlılığından vazgeçmek zorunda kaldı. Bugüne kadar çeşitli bakanlıkların hazırladığı 8 fiyat düzenlemesi, “mal satmayız” tehdidiyle geri çekildi. Fakirsen kobaysın! Hem İsrail hem de Almanya vatandaşı olan ve Türkiye’de yaşayan Chava Johanna Bondy’nin evinde bulunan belgeler, fakir Türk hastalarının kobay olarak kullanıldığını açıkça delillendiriyor. Bondy’nin evinde yapılan aramada ele geçirilen bilgilere göre, çeşitli illerdeki sağlık kuruluşlarında bilimsel çalışmalar yapılmış. İlaç üreticisi Ela Medikal isimli firmanın malî desteğiyle Türk hastalar üzerinde izinsiz ilaç denenmiş. Rapora göre fakir hastalar üzerinde yapılan izinsiz denemeler, İsrail kökenli firmalar tarafından gerçekleştirilmiş. Elde edilen dokümanlarda, üzerlerinde bilimsel çalışma yapıldığı belirtilen çok sayıda kişinin öldüklerine ilişkin listeler ele geçirilmiş. Neşter Operasyonunda tutuklanan Barbaros Dokumacı isimli ilaç pazarlamacısının yaptığı telefon görüşmelerinin ve sattığı ilaçların incelenmesi sonucu kalp hastalarına standartlara uymayan yüzlerce tıbbı cihaz ve ilaç satıldığı ortaya çıkmış durumda. Uluslararası ilaç firmalarının büyük bölümü, fakir insanları az gelişmiş üçüncü dünya ülkesi insanı gibi görüp bunlar üzerinde izinsiz deney yapıyor. Hekimler de bu durumu bir kazanç kapısı olarak görüyor! Uluslararası ilaç firmalarından aldıkları ücretlerle Türk hastaları “kobay” haline getiren doktorların sayısının hayli fazla olduğu belirtiliyor. İsmi açıklanmayan bir doktorun aynı iğneyle tam 6 ölüme sebebiyet verdiği biliniyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın raporlarına göre doktorlar, Türk hastalara uyguladıkları “kobay” muamelesinden sonra şu paraları kazanıyor: Kalbe takılan stent başına 250 dolar, kalp pili başına 500 ve ICD başına da bin 500 dolar. Chava Johanna Bondy’nin evinde ele geçirilen belgelerden biri Çalışma Planı Özeti. Bu belge Ela Medikal adlı üretici firmaya yönelik düzenlenmiş. Raporda; SSK’nın fiyat belirlemede etken olduğu, fiyatların düşük olduğu, özel hastaneleri hedef seçip hekimlerle ikili ilişkiye girmek gerektiği, fiyat düşüşünü durdurmak için hekimlerin işin içine sokulması yönünde çaba gösterilmesinin zorunlu olduğu ifade ediliyor.