BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

İşte İstanbul'un bilinmeyen yönleri

Öğretim görevlisi Haldun Hürel "İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık" adlı kitabı yaklaşık 2600 yıllık bu yaşlı kentte sizleri ilginç bir yolculuğa çıkarıyor.

Abone ol

İstanbul’u “gözleri kapalı dinleyen”büyük şair Orhan Veli’nin tersine, bütün sırlarını görmek istercesine “gözleri açık” gezen İstanbul sevdalısı Haldun Hürel, İstanbul’un kitabını yazdı. İstanbul’u 7 yıl boyunca Rumeli feneri’nden Bakırköy’e kadar karış karış gezen, yaklaşık 20 kilometrelik surlarını içten ve dıştan yürüyerek dolaşan, taşlarına dokunan, resimlerini çizen Hürel, kitabında, okurları yaklaşık 2600 yıllık bu yaşlı kentte ilginç bir yolculuğa çıkarıyor. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlisi Haldun Hürel’in ”İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık” adlı kitabı Dharma Yayınları’ndan piyasaya çıktı. Kitapta, 2600 yıldan daha eski bir tarihi olan İstanbul’un tarih sahnesine çıktığı günlerden bu yana heyecan ve serüvenlerle dolu efsaneleri, duyulmadık anıları, köşede bucakta unutulup kalmış öyküleri, irili ufaklı sayısız tarihi ve mimari eserleri, semt semt, sokak sokak anlatılıyor. Önemli eserlerin kroki ve resimlerine de yer verilen kitapta, ayrıca İstanbul’un karşılaştığı felaketler, hüküm sürmüş Roma ve Latin imparatorları ile padişahlar ve İstanbul Belediye Başkanlığı’nın öyküsü de yer alıyor. İSTANBUL’UN BİLİNMEYEN YÖNLERİ Kitapta, İstanbul’un fazla bilinmeyen yönlerine de yer veriliyor. Bunlardan bazıları şöyle: Fatih Sultan Mehmet’in kente girdiği güne dek kentliler birey olarak kendilerine “Romaioi” yani “Romalı” diyorlardı. Hatta, İstanbul’un fatihi 2. Mehmet’in diğer bir unvanı da “Roma İmparatoru”ydu. Beyoğlu ilk kez 1856-57’de aydınlatıldı. O güne dek İstanbul geceleri kapkaraydı. Sadece belirli günlerde ve Ramazan gecelerinde bazı meydanlar ile önemli geçiş yerleri, katrana batırılmış bezlerin yakılmasıyla aydınlatılırdı. Beyoğlu’ndaki ilk fotoğraf stüdyosu, Kevork ve Vichen Abdullah biraderler tarafından Sultan Abdülmecit döneminde 1858’de açıldı. 1869’da Şehremini Server Paşa, ilk kez atlı tramvayı İstanbullularla tanıştırdı. Bu tramvaylar, kente elektrikli tramvayların girdiği 1914’e dek kullanıldı. İstanbul’da ilk otomobil, 1895’te Basra mebusu Zehirzade Ahmet Paşa tarafından kullanıldı. “İstanbul doğumlu gençler” ilk kez, 1909 yılında 5. Murat zamanında askere alınmaya başlandı. 10 Kasım 1918’de ilk kadın tiyatrocular sahnelerde görüldü. Artık işlevselliğini yitiren Topkapı Sarayı, 18 Ekim 1924’de, Ayasofya ise 1935’te müzeye dönüştürüldü. 1932 yılında “Konstantinopolis” adı yasaklandı ve bunun yerine kentin resmi adı “İstanbul” oldu. “Kaime” adı verilen ilk kağıt paralar, Abdülmecit devrinde 1839’da piyasaya sürüldü. O zamanlar bu paralara “Kaime-i buteber-i nakdiye” deniyordu. Osmanlı ilk sahte parayla 16. yüzyılda 2. Selim döneminde tanıştı. Bunlara “Kızık akçe” diyorlardı. EN BÜYÜK TÜRBE Hürel’in araştırmasına göre, İstanbul’un en büyük türbesi, Hatice Turhan Sultan Türbesi... Sirkeci’ye giden yol üzerinde bulunan türbe, 1663 yılında bitirildi. Kütlesi orta boyda bir cami gibi görünen türbe, aslen bir Rus olan ve Ünlü Kösem Sultan’a armağan olarak saraya getirilen HaticeTurhan adına yaptırıldı. Türbenin içinde çoğu minik sultan ve şehzadelere ait 44 sandukanınyanı sıra Osmanlı Padişahlarından “4. Mehmet, 2. Mustafa, 2. Ahmet, 1. Mahmut, 3. Osman ve 5. Murat”ın mezarları da bulunuyor. 4. MURAT’IN TAŞ TAHTI Topkapı Sarayı’nın bahçesinde yer alan taş taht da İstanbul’un gizemli ve sevimli eserlerinden birisi... Topkapı Sarayı’nın bahçesindeki hekimbaşı kulesinin arkasına dayanan taş tahtın, bahçedeki oyun ve müsabakaları izlemek için Sultan4. Murat’ın çocukluk yıllarında yaptırdığı sanılıyor. Kösem Sultan ile 1. Ahmet’in çocuğu olan ve 11 yaşında padişah olan 4. Murat’ın taş tahtı, çok yalın ve süssüz görüntüsü, oturma yerinin küçüklüğüyle dikkati çekiyor. Taş tahtın yaslanma yerinde sultanın gücünü anlatan bir kitabe bulunuyor. 700 YILDIR KULLANILAN KİLİSE Fener’in tepelerinde bulunan Aziz Maria kilisesi ise İstanbul’da 700 yıldan fazla zamandır hala kilise olara kullanılan tek eser olma özelliğini taşıyor. Hürel’in araştırmasına göre, Bizans İmparatoru 8. Mikael Paleologos’un meşru olmayan kızı Maria Paleologina, daha önceden var olan bu kiliseye 1282’de son şeklini vermişti. Bu kilise o yıllarda henüz yirmi yıllık bir yapıydı ve 1261’deki işgalci Latinlerin İstanbul’dan kovulmalarından hemen sonra imparatorun amcası Isaacos Doukas tarafından yapılmıştı. Maria, “tüm kutsal tanrı anası” adına bağışladığı bu kilisede, kendi yaptırdığı manastıra kapanmış ve ömrünüburada tamamlamıştı. 125 SEBİL’DEN 30’U AYAKTA Kitapta, İstanbul’un simgelerinden olan sebillerle ilgili olarak da ilginç bilgiler yer alıyor. Buna göre, ilki 1503’te 2. Beyazıt döneminde Eftalzade Seyyid Hamüdiddin Efendi adlı bir Şeyhülislam tarafından yaptırılan sebillerin sonuncusunu ise 1896’da Nermidil Kalfa yaptırdı. Sebil geleneğinin sürdüğü 400 yılda yaptırılan 125 sebilden sadece 30’unun ayakta olduğu belirlendi. MİMAR SİNAN 98 YAŞINDA YAPMIŞTI Nişancı semtinde bulunan Nişancı Mehmet Paşa Camii ise büyük usta Mimar Sinan’ın anıtsal nitelikteki güzel eserlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Nişancı semtinde Hasan Fehmi Paşa caddesi üzerinde bulunan camiyi,Sinan’ın ölümünden yaklaşık 1 yıl önce 98 yaşındayken yaptığı biliniyor. Bu semtin en görkemli anıtsal eserlerinden biri olan caminin, her yönüyle büyük ustanın estetik dolu çalışmalarını yansıttığı belirtiliyor. BİZANS İMPARATORLARININ TRAJİK ÖLÜMLERİ Kitapta, Bizans imparatorlarının kötü kaderlerine de yer veriliyor. Buna göre, 395-1453 yılları arasında hüküm süren 107 imparatordan sadece 34’ü ecelleriyle öldü. Bu imparatorlardan bazılarının trajik öyküleri şöyle: 491 yılında hastalanarak komaya giren Zenon, öldüğü sanılarak hazırlanan lahtin içine konuldu. Mezarında dirilen Zenon, acı ve korkuiçinde kendini ısırarak parçalayarak öldü. Phokas Aksaray’da 610 yılında bir kazanda yakılarak idam edildi. 711 yılında 2. İustinianus idam edilirken, 820 yılında 5. Leon’un, 969 yılında 2. Nikeperos’un kafası kesildi. Romanos Diogenes’in 1072’de Kınalıada’da önce gözleri oyuldu, sonra da acı içinde ölüme gönderildi. 1. Andronikos’un ise elleri kesilip gözleri oyuldu. Saçı sakalı yolunup feci şekilde öldürülen 1. Andronikos’un cesedi ayaklarından bir ağaca asıldı. 5. Aleksios ise Latin işgalciler tarafından 1204 yılında Beyazıt’taki anıt sütunun üstünden aşağı itilerek öldürüldü.