BIST 9.550
DOLAR 34,52
EURO 36,01
ALTIN 3.004,54
HABER /  GÜNCEL

İşte Gülen'in sürgün gerekçesi

Sürgün gerekçesini Gülen, "Pençem yok, pençe atamıyorum. Onlar ısırıyor yanlarına kalıyor" sözleriyle özetliyor.

Abone ol

 Dünyanın ve Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Dünyanın geleceği adına ben inanan insanların, müminlerin hususiyle de Türkiye'deki Müslümanların kendilerini çok iyi hazırlamaları lazım geldiğine inanıyorum. Yine Üstad Bediüzzaman'ın ifadelerine müracaat edeceğim: Kafalar fünunu medeniye ile çok aydın olmalı, gönüller de iman nuruyla. Asırlardan beri ayrı olan bu kalp kafa izdivacı yeniden gerçekleştirilmeli. İnsanlar kalpleriyle görmeli. Sırlarıyla Allah'a ait esrarı müşahede etmeliler. Hem O'nunla yaşamalılar hem de kâinatı bir Batılının hallaç ettiği gibi hallaç etmesini bilmeliler. Dünyayı çok iyi okumalılar. İnsanlığı çok iyi okumalılar. Dünyada -kendi insanım için söylüyorum- yerlerini almaya çalışmalılar. Şahsi hislerim, şahsi mülahazalarım, şahsi düşüncelerim itibariyle böyle güçlü, büyük bir milletin evladı olarak, belli bir dönemde belli alanlarda çok iyi idarecilik yapmış bir milletin evladı olarak halihazırdaki durumumuzdan rahatsızlık duyduğumu da ifade etmeliyim. Çünkü dünyada onca hadise olup bitiyor. Kararlar veriliyor. Bir yere giriliyor. Belki bir yer “işgal ediliyor” veya “demokratlaştırılıyor.” İnsanlar zincirlere vuruluyor, bir yerlere götürülüyor. Fakat milletimize hiçbir şey sorulmuyor. Milletimizin bu mevzuda hiçbir şeyi olmuyor. Parmağını kaldırmasına değer verilmiyor. İnsanlar kendilerine göre konuşuyorlar meseleleri. Bir yere girmek suretiyle kendimizi ifade edeceğimizi zannediyoruz. Bir yere girmeyi bahane etmeden kendi adımıza güzel bazı şeyler yapamıyoruz.

Mesela demokrasi güzel bir insanî sistemse şayet şimdiye kadar kendimiz düşünüp demokrat olamamışız. Başkaları bu mevzuda bizi sorgulamış. Demokrasiyi ihlalden, insan haklarından dolayı bilmem kaç bin tane dava açılmış. Türkiye şu kadar tazminata mahkum olmuş. Böyle bir Türkiye'de biz bu mevzuda kendimiz düşünerek, ne olur yani bir an evvel insan haklarına, vicdan hürriyetine, söz hürriyetine, düşünce hürriyetine, insanların yaşama hürriyetine karışmasak. Bunları kanunlarla yeniden gözden geçirsek, düzene koysak. Bu türlü şeyler, aynı şeyleri paylaşan bir toplum içinde kavga mevzuu olmasa diyemiyoruz da yapacağımız şeyleri Avrupa Birliği’ne gireceğimiz bahanesi içinde kim ne derse desin yapmaya çalışıyoruz. Bu da bizim için çok ayıp oluyor diye düşünüyorum. Dün ortaya çıkmış, ne idüğü belirsiz bir millet hissi uyarıyor. Bu da bana çok dokunuyor. Devletler muvazenesinde bir yerde durmuşsunuz, size müracaat etmişler, bazı haksızlıklar sizin elinizle giderilmiş, ihkak-ı haklar sizinle gerçekleştirilmiş, fakat şimdi hakkınızı alabilmek için bir yere dayanma mecburiyetinde kalıyorsunuz. Acaba Amerika'ya mı başvursak, Avrupa'ya mı başvursak, Rusya'ya mı başvursak? diye düşünüyorsunuz. Bu millet kendini çok iyi yetiştirerek, kendi olması lazım. Problemlerini kendisinin çözmesi lazım.

Siz hani beyin fırtınası mevzuunda, dar bir dairede bana aşırı saygısından yanlışlık yapan, içtihad hatası yapan, mütalaalarını beyan etmeyen arkadaşların durumlarını haklı olarak söz konusu ettiniz. Sorgulama demiyorum. Size karşı saygısızlık olur. Fakat aynı meseleler Türkiye için de söz konusu. Türkiye'de insanlar düşündüklerini ifade edemiyorlar. Mesela farklı bir demokrasi olabilir. Bu demokrasinin aynı zamanda bir ukba buudu da olabilir. Yani ötelere açılan bir kapısı da olmalı bunun. Benim ebediyet arzularımla alakalı, ebedi mülahazalarımla alakalı, gökler ötesi âlemle alakalı mülahazalarıma da demokrasinin bir şeyler söylemesi lazım. Aksi halde eksik olur. Ben insansam tamamiyetim bunlara bağlı. Ama benim tamamiyetimle alakalı bazı şeyler söyleyemiyorsa o demokrasinin eksikliğidir. Türkiye'de hâlâ bunlar yaşanıyor. Ve hâlâ bunları ifade ettiğinden dolayı, hatta ifade etmesi muhtemel olduğundan dolayı; ihtimaller vukuat yerine konarak insanlar bir şakî gibi takip ediliyor. Hatta sürgüne gönderilmek isteniyor. Türkiye'nin alması gerekli olan mesafe var. Şu anda Türkiye durması gerekli olan yerin çok gerisinde duruyor kanaat-i acizanemce.

Türk insanı aptal değildir. Burada bile çok önemli yerlerde Türk aydınları, Türk bilim adamları var. Önemli yerlerde sorumluluk almışlar. Buradaki sistemden ötürü bizim insanımız bir yıldız gibi parlıyor. Türk öğrenciler geliyor, olimpiyat kazanıyor. Bunlar, evvela benim zihnimdeki bir şey yapamayacağımız düşüncesini, o kötü düşünceyi yıkmıştır. Bizim insanımızın aklı her şeye erer. İcabında dünyayı bile idare edebilir. Fakat öyle değil de acaba biz şuna mı dayansak, buna mı dayansak sürekli böyle bir dayanma mülahazasıyla kendi kendimize ayakta duramayacağımız düşüncesini, o yıkılası düşünceyi hep diri tutmaya çalışıyoruz. “Birileri olursa ayakta durabiliriz.” düşüncesini bir kere yıkmak lazım. Kendimiz olmamız için, ayakta durmamız için denememiz lazım. Sakat olan insanlara bile “hele bir ayakta durmaya bak” derler. Sonra da o değneği atar, kendi kendine ayakta durmaya başlar. Fakat bizde bir ‘şirzime-i kalil’ diyorum ben, oligarşik bir azınlığın nedense insanımızın kendi olmasına tahammülü yok. Neyse onlar, nasıl düşünüyorlarsa kendi darlıkları içinde toplumu da o darlığa mahkum ederek geleceği karartıyorlar diyeceğim.

Pençem yok pençe atamıyorum, onlar ısırıyor yanlarına kalıyor

Burada bulunuşunuzu hangi kelime daha iyi açıklar? Sürgün mü, hicret mi, kaçış mı?

Hangi niyete bağlanmışsa ona göre hüküm verilir. Ben hastaneye geldim check-up yaptırmak için. Buraya hastalığım biraz geçsin diye geldim. Dolayısıyla kendi düşüncem, kültürüm için onu anlatayım diye hicret ettim diyemem. Şu anda da onu yapamıyorum zaten. Çevreyle görüşmüyorum. Keşke öyle bir niyetle gelseydim. Bediüzzaman'ın da dediği gibi milletimin 5 bin senelik kültürüne dair bazı şeyleri anlatma imkanım olsaydı. Değişik yerlerde seminerler yapmaya çalışsaydım. Konferanslara iştirak etseydim. Konferanslara çağırdılar gidemedim. Bir yere bildiri gönderdim. Şimdi Barcelona'dan istiyorlar. Hatta küçük bir şey hazırlamıştım, sonra geri çektim. Ben böyle bir insan değilim; ama değişik yerlerden ısrarla dünya barışı, hoşgörü ve diyalog çerçevesi içinde mutlaka katılın diyorlar. Müstenkif davranıyorum hep. Çünkü Türkiye'de birilerinin başarısını hiçbir zaman ‘Cenab-ı Hak benim gayretime lutfetti’ demedim. Bunu şirk sayıyorum. Her şeyi Allah yapar. Fakat birinin elinden böyle hayırlı iş meydana gelince bunu hazmedemeyen, bütün güzel şeylerin kendilerine gönderilmesini isteyen kimseler var. Bunlar rahatsızlık duyuyorlar. Size birileri barış kahramanı dese zannediyorum kalpten gidecekler. Bunların hepsini hesap ediyorum. Onun için tam kendime muvazzaf demiyorum. Tedavi için geldim, tedavi için geldikten sonra da biraz daha burada kalmada maslahat görüyorum. Çünkü başkaları gibi dişim yok ısıramıyorum. Pençem yok, pençe atamıyorum. Onlar ısırıyor yanlarına kalıyor. Pençeliyorlar, parçalanıyor bazı yerler. Onuruma, gururuma dokundurucu şeyler söylüyorlar. Dinim var, diyanetim var. Kimseye minnetsiz yaşadığım bir hayatım var; ama karşı taraf insani değerleri hiç bilmiyor. Tecavüz ederken insanî değerlerin üzerinde tepindiğinin hiç farkında değil. Öyle olunca onlar bilmiyorlar bâri ben kendime üzülmeyeyim, horlatmayayım; üzerimde raksetmelerine izin vermeyeyim mülahazasıyla daha olumlu bir zaman bekleme düşüncesiyle burada intizardayım. Bunlar da bana “çık git” demezlerse Türkiye'deki havanın biraz daha durulmasını bekleyeceğim. Ama şimdi diyorum, muhacirliğe çıktım ben, sevap olsun bari. Yanıma gelen az dahi olsa bazı arkadaşlarla görüşüyorum.

Sürgün kelimesi ruhunuza uygun geliyor mu?

Canım sıkıldığı zaman sürgün diyorum. Ve onda da teselli buluyorum kendime göre. Dünyada çok kıymetli insanlar sürgüne uğramıştır. Abdülhamit gibi vatanını seven bir insan bile sürgüne gönderilmiş. Mehmet Akif, Namık Kemal, dünya kadar insan sürgün yaşamış. Hatta kendi hoşgörü telakkilerim içinde kimseye “onlar” “ötekiler” “karşı taraf” “karşı cephe” demeyi yakışıksız buluyorum; ama kendine göre bir düşüncesinden dolayı Troçki de Meksika'da sürgün yaşamış.

Türkiye'de binlerce insan bugün de anket yapılsa sevdiklerini söylüyorlar. Benim için utandırıcı bir şey yok. Ben hırsız filan değilim. Allah'ıma sena olsun haram yemedim. Çalmadım, çırpmadım. Kardeşlerimin durumu bellidir. Bir işle uğraşıyorlar. Bir ağaç kovuğundan da çıkmadık. Yani geniş bir ailemiz vardı, fakat neyleyelim hep böyle kalsın kardeşlerim. Böyle olduğum halde değişik şeylerden dolayı ilişmelerin incittiğini, acıttığını ve içimi kanattığını söylemeliyim.

Nasıl bir işaret beklersiniz dönebilmek için? Bu pusun tamamen kaybolmasını mı?

Sağlığım müsait değil benim bunları dinlemeye. Burada bir sıkıntım da yok. Yani ben zaten bekâr bir insanım. Şeker hastasıyım, damla damla bir şeyler yiyorum. Bana çok az şey yetiyor. Allah'ın lütfu, 40-50 tane kitap yazdım, teliflerini gönderiyorlar. Bu mevzuda bir problemim yok. Nerede bir delik bulursam başımı sokup orada kalıyorum. Sular tam durulmadıktan sonra yeniden Türkiye'de bir kıyamet kopmasına vesile olmak istemem. Çünkü sûru dudağında üflemek için bekleyen bir sürü insan var.