Ahmet Hakan ve Mine Kırıkkanat'ın kavgası İstanbul'un meselesi oldu. Ertuğrul Özkök, yaşanan olayları yorumladı. İstanbul'un daha güzel olması için öneride bulundu.
Abone ol Ertuğrul Özkök, "Mine mi haklı, Ahmet mi" dedi ve ikili arasındaki gerginliği analiz etti. Kırıkkanat'ın İstanbul için söyledikleri hakaret buyutunda olduğu kanısına varan Özkök, şu analizi yaptı...Yazı: Ertuğrul Özkök
Kaynak: www.hurriyetim.com.tr
ÖNÜMDE bir okuyucu mektubu duruyor. Mektup, Radikal yazarı Mine Kırakkanat’la, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan arasındaki polemikle ilgili.
Mine Kırıkkanat, İstanbul’da deniz kenarında mangal yapan, denize giren insanlarla ilgili hakaretlerle dolu bir eleştiri yazısı yayınladı.
Doğrusu insanlar için kullandığı ifadeler beni de çok rahatsız etti.
O nedenle Ahmet Hakan’ın yazısı benim de hoşuma gitti.
* * *
Ama herkes aynı fikirde değil.
Önümdeki mektubun altındaki imza bir kadına ait.
İznini almadığım için ismini saklı tutuyorum.
Bakın bu Hürriyet okuru ne diyor:
‘Mine Kırıkkanat az bile yazmış. O manzaraya ben de Boğaz kıyısında çok tanık oldum. Kim olsa kendini bu insanlardan soyutlar. Türkler bunlar mı?’
Dünkü Hürriyet’te İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın şikayetleri vardı.
Yeni açılan plajlarda iç çamaşırları ile denize girenleri uyarıyordu.
Hakikaten medeni bir şehre yakışmayan görüntüler vardı.
Gazeteci olarak bu manzaraları eleştirmeye devam etmeliyiz diye düşünüyorum.
Önemli olan şu. Bunları hangi üslupla eleştireceğiz?
İnsanları küçülten, aşağılayan, hor gören ifadelerle mi?
Böyle yaptığımız zaman, o insanlarda eleştirdiğimiz sakilliğe biz de düşmüş olmuyor muyuz?
* * *
Ben, iç çamaşırı ile denize girmekle, köşe yazısında insanlara hakaret etmek, lakaplar takmak, alay etmek arasında medeniyet açısından bir fark görmüyorum.
Bazıları, hakaretin de edebi bir üslup olduğunu iddia ediyor.
Öyle düşünenlerden değilim.
‘Bu köşeler babamızın malı değil’ derken biraz da bu sakilliğe dikkati çekmek istiyordum.
Peki ben ne düşünüyorum?
Bunu isterseniz geçen hafta yaptığım bir gözlemle anlatayım.
Geçen hafta bir günlüğüne Ukrayna’nın başkenti Kiev’deydim.
Kuzey komşumuz Ukrayna’nın nüfusu 48 milyon.
Gayri safi milli hasılası, Türkiye’nin dörtte biri kadar.
Fert başına düşen milli geliri 1300 dolar. O da Türkiye’nin üçte biri.
Yani bu ülke Türkiye’den çok fakir.
Oysa Kiev sokaklarında gezerken şöyle bir izlenime kapıldım.
Ukrayna Türkiye’den daha zengin bir ülke olduğu hissini veriyor.
Acaba neden?
* * *
Benim bulabildiğim iki neden vardı.
Birincisi şehrin mimarisi ve dokusu.
Kiev, iyi korunmuş bir şehir.
Gecekondularla kaplı değil.
Paraları çok az olmasına rağmen, eski binalar restore ediliyor.
Şehrin bir mimari dokusu var.
Kiev’i İstanbul’dan daha zengin gösteren ikinci neden ise insanları.
Özellikle de kadınları.
İnsanların büyük bir kısmının kılık kıyafeti düzgün.
Davranışları medeni bir ülkeye yakışır davranışlar.
Sokaklarda mangal partileri yapan insanları yok.
Dinyeper Nehri kıyısında iç çamaşırıyla nehre giren insana rastlamıyorsunuz.
Meydanlarında eğlenen gençlerin hiçbiri sakil değil.
Oysa İstanbul Kiev’den belki 50 yıl ilerde bir şehir.
* * *
Oradaki paparazzi yayınlarından öğrendim.
Yeni zengin Ukraynalıların eğlencelerinden biri de, akşamları özel uçaklara atlayıp İstanbul’a gelmek, Reina’da, Sortie’de eğlendikten sonra sabaha karşı yine Kiev’e dönmekmiş.
Yani cazibe merkezi İstanbul.
Ama ne yazık ki İstanbul’un hepimizi rahatsız eden çirkinlikleri var.
Bu da hem şehrimizi hem de ülkemizi bulunduğu noktadan geri gösteriyor.
O nedenle diyorum ki, bizler gazeteci olarak bu sakillikleri eleştirmeliyiz.
Ama kesinlikle Mine’nin üslubu ile değil.