İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Geliştirme Dairesi bünyesinde çalışmalarını sürdüren Park ve Bahçeler Müdürlüğü, İstanbul'u lalelerle donatıyor.
Abone olOsmanlı Devleti'nden günümüze kültürümüzle ve İstanbul ile özdeşleşen lale çiçeği, Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından şehrin dört bir yanındaki parklara, bahçelere ve yol kenarlarına dikilerek bahara ayrı bir anlam ve renk katılıyor. Müdürlük, bu kez de Göztepe 60.Yıl Parkı'nda 12 bin adet lale dikerek bir bahçe oluşturdu ve İstanbulluların hizmetine sundu. Bu lale bahçesinin güzelliğinin yanı sıra, farklı bir özelliği de yukarıdan bakıldığında lale motifi şeklindeki konstrüksiyonu... 45 metre uzunluğunda 25 metre genişliğindeki alanda lale parselleri, santolina chamaecyporissus (lavantin) bitkileri ile çevrilmiş durumda. Bu parsellerin yeşil alandan daha net çizgilerle ayrılması amacıyla beyaz renkli podima çakılları ile beyaz derzli olarak çevrelenmiş. Lalenin Tarihçesi Bahar, İstanbul'a ilk Emirgandan göz kırpar. Baharın kokusu, erguvan kokusuna karışır ve bir müjdeci edasıyla dolaşır İstanbul sokaklarında. Uzun geçmiş ve hatta yaza sarkmış bir kışın geçici renk körlüğünden lalelerin renk çümbüşüne uyandığımız bir baharda, bir lalenin büyüsünde yol alırız zamanda. 1562 sonbaharında bir gemi yanaşır İstanbul'a. Birkaç gün limanda kalan bu gemi, İstanbul'dan yüklediği birbirinden değerli kumaşları alarak Kuzey Avrupa'nın Arves Limanı'na hareket eder. Arves Limanı'nda Şark'ın en renkli ve en değerli kumaşlarını bekleyen Flaman tüccar heyecanlıdır. Kumaşların içinden çıkan bir paket lale soğanı, bu heyecanını biraz da şaşkınlığa dönüştürür. Bunların ne olduğunu anlayamaz önce. "Türklere özgü bir bitki herhalde. Bu satıştan hatırı sayılır bir kâr elde eden Türk tüccarın hediyesi olsa gerek" diye düşünür. Akşam olunca da ateşte kızarttığı bu soğanların bir kısmını afiyetle yemeye koyulur. Pek lezzetli gelmemiş olacak ki, sabah diğerlerini lahanaların yanına diker. 1563 baharında Arvesli tüccarın bahçesinde, bu bölgede şimdiye kadar örneği görülmemiş çiçekler bitiverir: Kırmızı, sarı, mor, pembe, beyaz. Akşam yemeğinden son anda kurtulan bu çiçekler, aynı zamanda Felemenk'te açan ilk lalelerdir. Laleleri tanımayan tüccar, dönemin sayılı botanikçilerinden Joris Rye'e gösterir ve ondan bilgi ister. Rye de, Avrupa'nın en ünlü botanikçilerinden Carolus Clusius'a bir mektup yazarak bu çiçekleri tanıyıp tanımadığını sorar. Şimdiye kadar hiç görmediği bu çiçeği araştırmaya koyulan Clusius, daha sonra Avrupa'ya yayılacak olan lalenin tanınıp çoğalması için çaba gösterir. 1600'lü yıllara gelindiğinde artık lale, göz alıcı renkleri ve yüzlerce çeşidiyle değerli bir çiçek olarak Avrupalıların gönlünde taht kurar. 'Tanrı'nın seçilmiş çiçeği' unvanıyla Batı literatüründe de kolayca kendine yer bulan lale ve lale yetiştiriciliği o dönem öyle revaçtadır ki, Batı'nın en zengin insanları birbiriyle servetlerinin çokluğuyla değil; yetiştirdikleri lalelerin çeşitliliği ve güzellikleri ölçüsünde yarış ederler. Osmanlı İstanbul'unun simgesi haline gelmiş ve 16. yüzyılın başından 18. yüzyılın sonlarına kadar İstanbul'da kent inceliğinin en değerli simgelerinden biri sayılmış. Kaynaklar 16. yüzyılda sadece İstanbul'da, her biri birbirinden güzel 2 bine yakın lâle çeşidinin yetiştirildiğini yazar. Lale sadece yetiştirilmekle kalmamış, mimariden edebiyata, çiniden kumaşa kadar birçok ürün de lale desenleriyle bezenmiş. Lale bahçeleri anlamına gelen lalezarlar, saray ve konakların en itinalı ve en gözde yerleri olurken, lale için yazılan şiir ve nesirler lalename denilen risalelerde toplanmış. Mistik bir misyon da yüklenen lale, Allah'ın birliğini simgeleyen bir çiçek olarak algılanmış. İstanbul'da lalelerin yetişmesine öncülük eden Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin lalesine 'nur–ı adn' (adn cennetinin nuru) adı verilirken, onu lalelerin koruyucusu olarak kazasker ve kadılar takip etmiş. Osmanlı zamanında lâlenin önemini açıklamak için Sultan III. Ahmed devrinde yaşanan "Lâle Devri"ni hatırlamak yeterli. Ancak ondan çok önce laleye en düşkün padişah Kanuni Sultan Süleyman'dır. Kanuni, 'Lale çılgınlığı'nı başlatan padişah olarak anılır. Tabii ki tarihte 'lale delisi' olarak padişah III. Ahmed'dir. (1703–1730) 'Lalelerin sultanı' III. Ahmed gibi aynı derecede lale tutkunu olan Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1718– 1730) da sadece Lale Devri'nin baş mimarı olmadı, Osmanlı tarihinde şimdiye kadar eşi görülmemiş bir döneme de imza attılar. Lale Devri'nde İstanbul, birçok yenilikler ve değişiklikler yaşadı. Sadrazam İbrahim Paşa özellikle Paris ve Viyana'dan getirttirdiği projelerden esinlenerek İstanbul'un imarına el attı. Önce Haliç ıslah edildi ve Kağıthane Deresi ve Haliç kenarları gezinti yerleri haline getirildi. Kağıthane'de padişah için Sadabad Kasrı inşa edildi ve etrafı lale bahçeleriyle bezendi. Bu bahçeler varlıklı kesimler arasında lale yetiştirme furyasının doğuşuna neden oldu. Yine bu dönemde Üsküdar, Beylerbeyi, Bebek, Fındıklı, Alibeyköyü, Ortaköy ve Topkapı semtlerinde birçok köşk ve bahçe yapıldı. Daha önce yangınlarla harap olmuş semtler yeniden inşa edildi. Lale sadece Hollanda'ya ve diğer ülkelere Osmanlı'dan gitmekle kalmamış gittiği ülkelerin diline de doğu orijinli bir kelime olarak girmiştir. Lale kelimesi Hollanda'da "tulp", Almanya'da "tulpe", ingiltere'de "tulip" ispanya'da ise "tulipan" kelimeleri ile anılır. Lale, Osmanlı süsleme sanatlarında stilize bir biçimde en çok yer alan çiçeklerden olup dört çiçek uslubundaki (diğerleri karanfil, gül ve sümbül)çiçeklerden biridir. Liliaceae familyasindan olup 4 bin çeşidi vardır.