İsrail'in tavrına köşe yazarları öfke kustu. Ancak bazıları daha serinkanlı duruş sergiledi ve reel politiğe dikkat çekti
Abone olİsrail'in diplomatik skandalına tepkiler çığ gibi.. Köşe yazarları genelde ortak görüş belirtti. Ancak olaya soğukkanlı bakanlar da var.. İki ülkenin tarihi geçmişine atıf yapan Vatan başyazarı Göngör Mengi, "İki ülkenin geçmişi, bir dayanışma ve yardımlaşma tarihidir" diyor. İşte krizi ele köşe yazarları:
AHMET ALTAN (TARAF): Zavallı İsrail
Sokaklarda dilencileri gösterip "bak okumazsan böyle olursun" diyen anne babalar gibi biz de sertlik yanlılarımıza İsrail'i gösterip, "bak gereksiz sertlik politikalarından vazgeçmezsen sonunda böyle olursun" diyeceğiz herhalde.
Bir zamanlar dünyanın en etkili ülkelerinden biri olan israil'in şimdi "ne kadar güçlü" olduğunu "diplomatik müsamereler" düzenleyerek, "koltuk boyuyla" kanıtlamaya çalışmasındaki zavallılık, aslında yeryüzündeki bütün "savaşçı milliyetçilere" örnek olmalı.
Zekâsıyla ünlü bir ulusun düştüğü şu hale bakın.
Herhalde diplomasi tarihinde daha zekâsız bir gösteri az bulunur.
"Şovenizmden" gözü dönmemiş olan İsraillilerin bu diplomatik sefaletten içlerinin nasıl yandığını, nasıl utandıklarını tahmin etmek zor değil.
Herhalde bu konudaki en ağır yazılar bugün İsrail basınında yayımlanacaktır.
Böyle bir şeyi bizim diplomatlardan biri yapmış olsaydı biz de aynı öfkeyi ve utancı yaşardık.
Tel Aviv'de yaşanan diplomatik skandal, İsrail'in dünyadaki durumunu da çok iyi gösteriyor.
Ancak kendini çok çaresiz, çok güçsüz, çok yetersiz hisseden bir devlet böylesine zekâdan yoksun jestlere sığınmaya çalışır çünkü.
İsrail'in çaresiz olduğu doğru.
Hâlâ kuvvetli bir ordusu, orayı burayı karıştırabilecek güçlü bir istihbarat örgütü, çok yetenekli kadroları var ama izledikleri politika İsrail'i bir çıkmaz sokakta yapayalnız kalmaya götürüyor.
Ortadoğu'da barışın yerleşmesinin "çağın bir mecburiyeti" olduğunu anlamayan bir başbakan ve çok parçalı bir koalisyonla "sertliği ve uyuşmazlığı" sürdürmeye çalışan İsrail, öncelikle Amerika'nın desteğini kaybediyor.
Yahudi dehasının insanlığa armağan ettiği onca isme hayranlık duyan, İkinci Dünya Savaşı'nda yaşadıkları acılara içi sızlayan birçok insan bugün İsrail ordusunun Gazze'de yaptıklarına, İsrail'in "ırkçı" politikacılarının her türlü barış girişimini reddeden sertlik yanlısı politikalarına öfke duyuyor.
Bu öfke sadece Yahudi olmayanlarda ortaya çıkmıyor.
israilli aydınların, yazarların, siyasetçilerin çoğu, bu ülkeyi "başkalarından" çok daha keskin bir şekilde eleştiriyorlar, israil "saygıdeğer" ve "güçlü" bir ülke haline gelecekse, bu, ancak onların sayesinde olacak.
İsrail, dünyayla ancak o dürüst ve vicdanlı insanların çabalarıyla barışacak.
Bu gerçeği, ne İsrail Başbakanı Netanyahu ne de diplomasiyi bir "zavallılık" gösterisine çeviren dışişleri bakanı anlayabiliyor.
israil'in bugünkü yöneticileri "güçlülüğü" acıklı çabalamalarda ararken, yaptıkları her çıkışla aslında İsrail'in son dönemdeki "aczini" gösteriyorlar.
Sanırım İsrailli aydınların, yöneticilerine şu sözü hatırlatmaları gerek: "Güçlülük hanımefendilik gibidir, öyle olduğunu söylemek zorunda kalıyorsan, öyle değilsin demektir." Koltuğu "yukarı koymak" yetmiyor bir insanı ya da bir ulusu güçlü kılmaya.
Ordusuna, istihbarat gücüne, teknolojisine rağmen İsrail, Ortadoğu'da Amerikan desteği olmadan etkinliğini sürdüremez.
Sadece bombalayarak, sadece tehdit ederek, sadece savaşarak varolabilmek, güçlü olabilmek, etkin olabilmek mümkün değil, "barışamayan" ülkeler ne kadar savaşırlarsa savaşsınlar kaybetmek zorunda kalırlar.
Barışsız her savaş, savaşanlar için bir yenilgidir çünkü.
İsrail de "barışsızlık" yüzünden yeniliyor.
Arkasındaki Amerika desteği azaldıkça huysuzlaşan İsrail yönetimi, Ortadoğu'da gittikçe güçlenen, çağın gerçeklerini İsrailli diplomatlardan daha iyi okuyan Türkiye'nin artan ağırlığından da huzursuz.
İsrail yönetiminin Türkiye'nin "iç politikasına" müdahale etiği, bazı olayları kışkırttığı yönündeki söylentilere rağmen Başbakan Erdoğan, "İsrail'in uzlaşmaz politikalarına, insafsız savaş düşkünlüğüne" yüklenerek Ortadoğu'daki popülaritesini arttırıyor.
Yaşanan son rezalet, İsrail yönetiminin kendisini Türkiye karşısında çaresiz hissettiğinin sanırım en açık göstergesi.
Üstelik, Erdoğan'ın Ortadoğu politikası, onu sadece Araplar arasında değil Avrupa'da ve Amerika'da da popüler kılıyor.
Amerika ve Avrupa, Türkiye'yi hem "İsrail'i terbiye edecek" bir güç, hem de gerektiğinde Doğu'yla Batı arasında arabuluculuk yapacak bir ülke olarak görüyorlar.
israil, dış politikanın her alanında kaybederken, Türkiye diplomasinin her alanında kazanıyor.
İsrail, bugünkü politikasıyla bu gerçeği değiştiremez, yapsa yapsa Türkiye'nin içinde bazı karışıklıklar yaratabilir ama Amerika'nın, Avrupa'nın ve Arapların desteğine sahip bir Türkiye buna çok çabuk cevap verir.
Ortadoğu'daki bütün "savaşçılar" kaybedecek, İsrail'dekiler de, Türkiye'dekiler de kaybedecek.
Yeni çağ "barışçıların" çağı çünkü.
Türkiye'nin anlamaya başladığı bu gerçeği, İsrail de anlayacaktır.
Anladığında, böyle zekâsız ve zavallı diplomasi müsamerelerine de ihtiyaç duymayacaktır.
Ahmet Taşgetiren'in yorumu sonraki sayfada
[PAGE]AHMET TAŞGETİREN (BUGÜN): O fotoğraftaki küstahlık
Bir facia.
Bir skandal.
İsrail'in "üstün ırk"çı zihniyetinin en somut göstergesi.
Ortadoğu'daki İsrail sancısının urlaşma sürecinin son halkası...
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı, Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol'u Knesset'teki odasına davet ediyor.
Görüşülecek odada iki koltuk var. Birisi daha yüksek, diğeri daha alçak.
Büyükelçi odaya giriyor. Bakan yardımcısı, bütün ısrarlara rağmen, büyükelçi ile el sıkışmıyor.
Sonra büyükelçiyi "alçak"ta duran koltuğa oturtuyor ve İbranice:
-Onun bizden daha aşağıda oturduğunun görülmesini istedik diyor. Ve masanın üzerinde duran İsrail bayrağına işaret ederek ilave ediyor:
-Görüyorsunuz ki burada bir tek bayrak var.
Sonra büyükelçinin eline Başbakan Erdoğan'ın sözlerini "Küstahça bir azarlama" olarak niteleyen resmi açıklamayı tutuşturuyor. Üstelik bütün olan biteni, özel olarak davet ettiği medya kanallarına kaydettiriyor.
Mizansene bakar mısınız?
İsrail'e şu an hükmeden kadronun, bölgede İsrail'le ilişkileri belki en iyi olan ülkeye karşı tavrına bakar mısınız?
Bir büyükelçiyi aşağılayarak aranan tatmin duygusuna bakar mısınız?
Gideon Levy, bir Yahudi yazar. İsrail'in Haaretz gazetesinde yazıyor:
-İsrail'in davranışları, gerçeklikle bağın kopması, şizofreni ve muhakeme kaybı gibi kuşkular yaratıyor. Başbakanı iki devletli çözümü kabul etmiş bir ülkenin yerleşimleri sürdürmesini veya Lieberman gibi bir adamı dışişleri bakanlığına getirmesini ancak psikiyatrlar anlar.
Evet, bir gerçek ancak bu kadar yalın anlatılabilir.
İsrail çıldırıyor ve Türkiye, böyle bir çılgınlığın, bu coğrafyayı ateşe ve baruta boğacağını bildiği için sesini yükseltiyor.
İsrail, Gazze'de 22 gün içinde çoğu kadın ve çocuk 1500 kişiyi, üstelik kitle imha silahları ile yok edecek ve bu coğrafyada kimse sesini çıkarmayacak. Türkiye, İsrail'le hâlâ dost görünecek ve bir anlamda bu katliama ses çıkarmaz, zımnen destek verir konuma sürüklenecek.
Türkiye bunu yapmadı, yapamazdı ve sesini yükseltti.
Başbakan Erdoğan, yüreğinin bütün sesiyle, çığlık atıyor.
Davos'ta bunu yaptı, yapmaya devam ediyor.
En son çıkışı çok anlamlı:
-Takip ediyoruz olan bitenleri diyor. Dün Gazze'yi yine bombaladınız. Niye? Füze mi atıldı?
Bu sorunun işaret ettiği gerçek açık:
-Füze müze bahane. Siz fütursuzca sivilleri katlediyorsunuz. Filistin'i imha ediyorsunuz.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 2023 vizyonunu anlatırken altını çizdi:
-Dış politikamız insan hakları konusundaki hassasiyetini sürdürecek.
İsrail bunu anlamamakta direniyor. Barbarca bir siyaseti, dünyanın gözü önünde sürdürebileceğini zannediyor.
Bu siyasetin arkasındaki hastalıklı düşünce, şu fotoğrafla ortaya çıkmış bulunuyor.
Türkiye'nin buna göz yummayacağı açık.
Davos, bu anlamda bir dönüm noktasıydı.
Bundan böyle de ortaya, çok daha net biçimde "İsrail ile ilişkiler" sorununun çıkacağı, bunun uzantısının taa ABD platformlarında yankı doğuracağı muhakkak.
Türkiye'nin, İran yanında İsrail'in nükleer gücünü gündeme taşıması, yeni İsrail politikasında ayrı bir madde.
Bütün bunlar, Türkiye adına, doğmaca tepkiler olamaz.
Bunlar, bir özgüveni yansıtıyor ve bu özgüvenin ucu, Türkiye-Amerika ilişkilerinde yeni parametrelerin hesaba katıldığı izlenimine kadar uzanıyor.
İsrail'de, diplomasinin bir yerlerinde ve zihniyet dokusunun labirentlerinde, "Büyükelçi şahsında Türkiye'yi bile aşağılama çılgınlığı" varsa, bunun hangi diplomatik psikiyatri kliniğinde tedavi edileceğini, Amerika da düşünmek zorunda, aynı çılgınlığı paylaşmayan İsrail halkı da...
Türkiye çok basit bir şey söylüyor:
-Elinizi masum kanına bulaştırmaktan kaçının!
Belki bu arada İsrail'e bir Türk atasözünü daha hatırlatmanın yararı vardır:
-Keskin sirke küpüne zarar!
Ortadoğu artık ne Netanyahu'yu ne de ondan daha vahşi bir ırkçılığın sembolü haline gelen Lieberman'ı taşıyacak bir coğrafyadır.
Bu ırkçılığın arkasında Amerika'nın durması da, sadece Amerika'ya zarar verecektir.
Bir başka Yahudi yazar Uri Avnery, "Türk Büyükelçi'ye yapılanlar utanç verici, aptalca ve çocukça" diyor.
İyi ki böyle bir sağduyu çizgisi hâlâ var İsrail'de, diyerek teselli bulalım.
Güneri Civaoğlu'un yorumu sonraki sayfada
Güneri Civaoğlu (Milliyet): Telaviv'deki Abbas
Doğrudan gireyim...Önümüzdeki şubat ayında Dışişleri Bakanı Lieberman’ın duruşması var.
Dava konusu “yolsuzluk...”
Yüzde 99.9 bakanlıktan ayrılacak.
Türkiye’ye karşı tavrı ve söylemiyle iki ülke arasına buz kalıpları koyan Lieberman ayrıldıktan sonra çok şey değişebilir.
“İsrail ordusuna insanlık dersi en son verecek olanlar Türklerdir, siz bize vaaz veremezsiniz” hezeyanı zaten ruh halini ve kafa yapısını ortaya koymakta.
Tekrarlıyorum...
“Bu adam gidici...”
Türkiye önüne bakmalı, şubat ayında göreve başlayacak yeni İsrail Dışişleri Bakanı’nı gözlemeli.
Mayın adam
Şimdi...
Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a yapılan çirkin ve adice hakarete dönebiliriz.
Büyükelçi Çelikkol İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon tarafından çağırılıyor, İsrail Parlamentosu’ndaki odasında kabul ediyor.
Büyükelçi Çelikkol’u kendi koltuğundan daha alçak bir koltuğa oturtuyor.
Odaya çekim yapmaya gelen televizyon kameraları önünde “bunu kasıtlı olarak yaptığını” açıklıyor.
“Büyükelçi Çelikkol’un elini de sıkmadım” diyor.
Tam bir aşağılama!..
“İsrail ordusuna insanlık dersi en son verecek olanlar Türklerdir, siz bize vaaz veremezsiniz” söyleminden sonra iki ülke ilişkilerine bir darbe daha...
Şu olanlara bakılırsa “Türkiye - İsrail ilişkileri dibe vurmuş” denebilir.
Oysa...
Daha ince ayarlı bir analiz yapılırsa farklı bir durum görülebilir.
Bunlar bütünüyle İsrail devletinin Türkiye’ye karşı tavrı gibi algılanmasın.
İsrail hükümeti 3 partili bir koalisyon...
Bir kanat Türkiye’ye yakın duran Cumhurbaşkanı Peres’in İşçi Partisi.
Diğeri ise Başbakan Netanyahu’nun sağcı Likud Partisi.
Bir de yelpazenin en sağında yer alan nispeten daha küçük parti var.
Dışişleri Bakanı Lieberman işte o partinin kontenjanından hükümete girmişti.
Müthiş popülist, tribünlere oynayan, aşırı tutucu ve milliyetçi seçmene dönük politika yapıyor.
Başbakan Netanyahu da aynı mahallede yan yana dükkân açmış oldukları için seçmen kaptırmamak kaygısıyla Lieberman’a göz yummakta.
Lieberman’ın şubat ayındaki duruşmadan sonra yolcu olduğunu bildiği için giderayak hır çıkarıp koalisyonu bozmak istemiyor.
Gerçi Netanyahu da “iyi ayakkabı” değil ama gene de hizaya gelebilecek bir tip.
Bunun -bilinmeyen- bir kanıtını, aşağıda yakın tarihten alıntı yaparak yansıtacağım.
İbrahim Karagül'ün yorumu sonraki sayfada
[PAGE]İbrahim Karagül (Yeni Şafak) Bunu size ödetirler!
Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol'a reva görülen çirkin davranışın mimarı olan ve her fırsatta Türkiye'ye ağır hakaretler eden İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın nasıl bir ırkçı olduğunu, soykırım istediğini biliyor musunuz? İsrail aşırı sağının temsilcisi olarak Netanyahu kabinesinde yer alan Lieberman; İsrail savaş uçaklarının Gazze'yi imha etmesiyle bile tatmin olmamış, Filistinliler'in atom bombasıyla yok edilmesini istemişti.
“Filistinliler'e İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD'nin Japonya'ya yaptığını yapmalıyız” diyen Lieberman, aynı anda, İsrail sınırları içindeki İsrail vatandaşı bir buçuk milyon Filistinli'nin de sürgün edilmesi çağrısı yapıyordu. Türkiye Büyükelçisi'ni ve Türkiye'yi aşağılamak için planlanan senaryoyu uygulayan Dışişleri Müsteşarı Danny Ayalon ise, 20. yüzyılın insanlık suçlularından, yıllardır ölüm döşeğinde yatan Ariel Şaron'un yetiştirdiği, ırkçılıkta Lieberman'dan aşağı kalmayan bir isim. Büyük oranda savaş suçlularından oluşan İsrail hükümeti ve soykırım isteyen kişiler bugün İsrail'i yönetiyor ve Türkiye onların yönettiği İsrail'le kriz yaşıyor.
Lieberman bu sözleri söylerken Gazze'de kitle imha silahları kullanılıyordu. Kimse soykırım, nükleer silah kullanma cümlelerine dikkat etmedi. İsrail savaş uçaklarının Anadolu Kartalı tatbikatından dışlanması sonrası yaşanan kriz sırasında Başbakan Erdoğan, Lieberman'ın sözlerini hatırlattı. İşte o zaman kıyamet koptu.
“Türkiye yoldan çıktı” diyebilen bir adam, her fırsatta Türkiye'ye verip veriştiren bir adam Lieberman. Sadece o mu? Başbakan Benjamin Netanyahu, daha birkaç hafta önce, Sarkozy'yi Türkiye'nin önüne sürüyor, Ankara'ya verip veriştiriyordu. Şimdi, bu terbiyesizliği görmeyip, her şeyi İsrail'deki koalisyon ortakları arasındaki ayrışma ile gösterme, böylece Türkiye'nin tepkisini yumuşatma eğilimleri gerçeklerle örtüşmüyor. Gerçek bambaşka. Sadece Netanyahu kabinesi değil, İsrail'in kurulduğu günden bu yana elinde tuttuğu kartların bir bir etkisini kaybetmesi. Müthiş bir hazımsızlık…
Türkiye'nin yakın komşuları ile başlattığı süreç, İsrail'i endişelendiriyor. İran, Irak, Suriye, Lübnan gibi ülkelerle Ortadoğu merkezli cazibe alanı oluşturması, yarınlar için ulus üstü ortaklıkların temellerini atması, nüfuz alanını genişletmesi, bölgesel ve küresel bir aktör gibi hareket etmeye başlaması İsrail'in alanını daraltıyor. İran'a yönelik askeri seçeneği boşa çıkaracak şekilde, bölgede yeni krizleri önleyecek şekilde bir direnç oluşturması, İsrail'in elini zayıflatıyor.
Yarın, Türkiye öncülüğünde bölge ülkeleri arasında oluşturulabilecek siyasi, ekonomik ve askeri birliktelik, bir üst yapı Tel Aviv yönetiminin uykularını kaçırıyor. Türkiye ile İsrail'in çıkarları artık örtüşmüyor. ABD'deki Musevi lobisi ile birlikte Türk iç siyasetine müdahil olmaya alışkın hatta bu ülkede darbe bile yaptırabilen İsrail, Türkiye'nin nüfuz alanını genişletmesiyle ters orantılı şekilde tecrit oluyor. İran'ı tecrit etmek isterken kendisi yalnızlaşıyor. Yalnızlaştıkça da hırçınlaşıyor. Bütün bunların sorumlusu olarak da Türkiye'yi görüyor.
Birkaç yıldır bütün çabası Türkiye'yi durdurmaya, Türkiye'nin bölgede inşa etmeye çalıştığı yapıyı boşa çıkarmaya odaklanan İsrail, terör dahil, her yöntemi kullandı. Kullanmaya da devam ediyor. ABD'deki Musevi Lobisi, neoconlar ve tanıdık kiralık kalemler üzerinden bu ülkede darbe çığırtkanlığı bile yapıldı. Başka neler yapıldığını da biliyoruz. Buna dair istihbarat bilgileri Türk güvenlik birimlerinin elinde olmalı. İsrail'den yola çıkıp Türkiye'nin şehirlerine kadar ulaşan patlayıcıları biz bile duyuyorsak artık.
Ama Tel Aviv bir şeyi daha yapıyor: Türkiye'deki Yahudi lobisini etkin biçimde kullanıyor. Kime karşı? Bölgede oluşan yeni yapının öncülerine karşı. Mesela; Türkiye-Suriye ortak tatbikatı konusunda İsrail'de hissedilen rahatsızlık o kadar içselleştirildi ki, Türkiye kamuoyuna “İsrail'in Türkiye'yi cezalandırması” olarak sunuldu. İçerideki iktidar hesaplaşmasında bu ülkeden medet umanlar, ihanete varacak ölçüde bir gözü dönmüşlükle İsrail adına Türkiye'yi vurdular. Ortak tatbikattan duyulan rahatsızlık Türkiye'deki bazı gazetelerde adeta İsrail basını gibi, “İsrail'den jet yanıt, misilleme, öfke” başlıkları ile verilmişti o günler.
İnanın, bir süre sonra, umutsuzluğu, çaresizliği artınca, çok daha tehlikeli yollara başvuracaklar. Bu tehlikeli yolların ne olduğunu, İsrail istihbaratının karakterini bilenler iyi anlıyor olmalı.
Bu yüzden, Türkiye ile İsrail arasındaki soğukluk kolay giderilemez. Giderilmesi için, Ankara'nın İran, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin'den uzak durması lazım. Bu ülkeleri düşman bellemesi, onlara İsrail'ingözüyle bakması lazım. Yoğun olarak son beş yılda bölgede yapıp ettiği her şeyden vazgeçmesi lazım. Gazze katliamından sonra hiç olmadığı kadar yolları ayrılan iki ülke arasındaki sorunun niteliğini bilmeden kolay umuda kapılanlar olabilir. İki ülke ilişkilerini geren her olayı İsrail'den bakarak görenler, “İsrail'den Türkiye'ye tokat gibi misilleme” cümlelerini sakınmadan kullananlar için ortada ciddi bir sorun yok. Sadece Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Gazze katliamıyla ilgili sözleri kriz gibi görünüyor ve bunlar da kişisel şeyler! Kesinlikle öyle değil. Öyle olmadığını yakında yeni örneklerle göreceğiz.
Bugünden sonra, Gazze'ye, Lübnan'a yönelik her hangi bir saldırının sebebi Hamas ya da Hizbullah olmayacaktır. Siyasi anlamda tükenen, bölgesel nüfuzunu büyük oranda kaybeden, köşeye sıkışan, Türkiye'nin yapıp ettikleriyle elindeki kartları birer birer kaybeden İsrail, bu durumdan kurtulmak, yeni bölgesel ortaklığı sabote etmek için kriz çıkarmayı deneyecektir…
Devir değişiyor. Eski günler geride kaldı. Sorumsuz sözleri de, davranışları da, Oğuz Çelikkol'a yönelik aşağılık uygulamayı da İsrail'e ödetirler. Özür de diletirler…
Mehmet Barlas'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Mehmet Barlas (Sabah): Koltuk yüksek olunca oturan kendini üstün mü görür?
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon'un "Kurtlar Vadisi" dizisindeki İsrail karşıtı görüntüleri protesto etmek için Dışişleri Bakanlığı'na çağırdığı Türkiye Büyükelçisi Oğuz Çelikkol'u kendi koltuğundan daha alçak bir kanepeye oturttuğunu vurgulaması ve medyanın önünde Büyükelçimizle el sıkışmaktan kaçınması, bu deneyimli diplomat-siyasetçiye yakışmayan bir davranış olmuş. İsrail medyasında yer alan haberlere göre gazetecilerin Çelikkol ile tokalaşmasını istedikleri Ayalon bunu reddederken gazetecilere de İbranice olarak "Dikkat edin o alçakta biz yüksekte oturuyoruz, masada sadece bir İsrail bayrağı var ve gülümsemiyoruz" demiş.
İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'a yakın kaynaklar ise Ayalon'un bu ifadeleri kullandığı sırada kameraların açık olduğunun farkına varmadığını belirtmişler.
Siyaset öncesi yaşamında Dışişleri'nde üst görevler ve müsteşarlık yapan, Sharon döneminde İsrail'in ABD'deki Büyükelçisi olan Ayalon, siyasette de İsrail'in aşırılarının karşısındaki bir isim. Örneğin işgal edilmiş Gazze'deki Yahudi yerleşimlerine karşı olanların öncülerinden biri...
Ayalon acaba neden böyle bir çağdışı gösteri yapmaya özendi?
Televizyon dizilerinden hükümetlerin sorumlu olmadığını bilmek için çok mu akıllı olmak gerekir?
Aslında bu oturma düzeylerine dayalı diplomatik üstünlük gösterileri de eski çağların uluslararası ilişkilerinde, bir de bugünün özellikle Ortadoğulu despotlarının davranışlarında görülür.
Anlamsız gösteriler
Bütün devletlerin eşit sayıldığı ve uluslararası toplantılarda ülkelerin alfabetik diziyle sıralanacağı gibi hâlâ geçerli olan protokol kurallarının "Aix-la-Chapelle Kongresi"nde (1818) düzenlenmesinden önce, hükümdarların ve onların temsilcilerinin üstünlüklerini bu tür gösterilerle sergilediklerini biliyoruz.
Mesela bir ülkenin temsilcisi at sırtında, diğeri yerde ayakta ise, burada at sırtındaki temsilcili ülkenin daha büyük ve güçlü olduğu anlaşılırdı eski çağ diplomasisinde.
Böyle örnekler var.
18'inci yüzyılda Osmanlı ve Avusturya imparatorluklarının temsilcileri at sırtında karşılaştıklarında Osmanlı temsilcisi boş bulunup eğerden kalkmış ve tek ayağını üzengiden çıkartıp, attan inme pozisyonuna geçmiş. O sırada bir bakmış ki karşısındaki Avusturyalı istifini bozmadan at sırtında oturmakta. Karşıtından daha önce yerde olmamak için dakikalarca tek ayağı havada öyle kalakalmış.
Bunun gibi iki hükümdar hangi ülkenin toprağında görüşürlerse, o ülkenin daha üstün olduğu varsayılırdı eski çağ diplomasisinde.
Mesela 15'inci yüzyılda birbirlerine üstünlük taslamamak için İngiltere Kralı 4'üncü Edward ve Fransa Kralı 11'inci Louis, bir köprü üzerinde görüşmüşlerdi. Napolyon ile Çar Aleksandr da, Tilsit Nehri üzerindeki bir salda (1807) buluşmuşlardı.
Daha eskiden kalma anlayışların edebiyatımıza yansımasını ise, Ömer Seyfettin'in "Pembe İncili Kaftan" öyküsünde görmedik mi?
Pembe İncili Kaftan
Şah İsmail'e Osmanlı'nın temsilcisi olarak giden Muhsin Çelebi, kendisine oturacak yer gösterilmeyince pembe incili kaftanını yere serip onun üzerine oturur. Giderken de malını mülkünü satıp, borçlanarak aldığı bu çok değerli kaftanı yerde bırakır. Kendisine kaftanını almayı unuttuğunu hatırlatan görevliye de Şah'ın duyacağı yüksek sesle şu cevabı verir:
- Hayır, unutmuyorum. Onu size bırakıyorum. Sarayınızda büyük bir padişah elçisini oturtacak seccadeniz, şilteniz yok... Hem bir Türk, yere serdiği şeyi bir daha arkasına koymaz... Bunu bilmiyor musunuz?
İsrailli Bakan yardımcısı Ayalon'a bunlar masal gibi gelebilir.
Ama bilmesi gereken bir gerçek var.
Türkiye bölgesindeki tüm ülkelerle ve komşuları ile arasındaki duvarları yıkarken, Suriye sınırındaki mayınları temizlerken, İsrail Mısır ile olan sınırında duvar yapıyor, Batı Şeria ve Gazze'deki Filistinlileri duvarlar içinde tutuyor.
Ayalon koltukta oturan Türk Büyükelçisi'nin karşısında bir merdivenin tepesinde tünese bile, bu diplomasideki hangi başarısını kanıtlar ki?
Fatih Altaylı'nın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Fatih Altaylı (Habertürk): Delikanlı olabilseydi
OLUR böyle şeyler.
Bizim Başbakan, adamların Cumhurbaşkanına Davos'ta, yüzlerce kişinin, onlarca kameranın önünde "ayar verince", onların Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın bizim Büyükelçi'ye "taammüden" ayar vermeye kalkışması normaldir.
Bizim Başbakan, onların Cumhurbaşkanı'na ayar verince onlar kızar, onların bakan muavini bizim elçiye verince biz kızarız.
Ama kabul edelim ki, arada bir fark var.
Bizim Başbakan, onların Cumhurbaşkanı'na açık, net, delikanlıca posta koyuyor.
Onların bakan yardımcısı ise yılan gibi, kaypakça.
Meclise davet ediyor.
Kapıda bekletiyor. Sonra da bizim büyükelçinin anlamayacağı bir dille, İbranice hakaret ediyor. Oraya çağırdığı gazeteciler anlasınlar diye izahat da veriyor ama o da İbranice.
Buna alçaklık denir.
İsrailli Bakan Yardımcısı adam olsa, ne diyecekse bizim büyükelçinin anlayacağı şekilde der, bizim büyükelçi de verecekse cevabını verirdi. Ne olacaksa da olurdu.
İsrailli Bakan Yardımcısı'nın yaptığını, bizim memlekette it kopuk taifesi turistlere yapar.
Yapılanın düzeyi budur. Bel altıdır. Pusudur.
İşin garip tarafı, İsrailTürkiye ilişkileri her iki taraf için "iç politika" aracı oldu.
Bunun iki taraf için de doğru olmadığı elbet anlaşılır.
Ama yakın zamanda olacağını zannetmiyorum.
Not: Keşke büyükelçimiz kurulan pusuyu fark edebilse, anlayabilse ve Hasan Esat Işık'ın bir dönem Fransa'da yaptığını yapıp, yani kapıyı vurup, hatta okkalı bir de hakaret edip o odadan çıkabilseydi.
Bunu söylemek ayıptır
İSRAİL ile ilişkiler her gerildiğinde ve İsrail'den Türkiye'nin hoşuna gitmeyen bir tavır geldiğinde Türk siyasetçilerin kullandığı bir cümle beni çok rahatsız ediyor: "Biz onlara zor zamanlarında kucak açtık." Bahsettikleri kucak açma, 50ü yıl önce Osmanlı'nın İspanya'dan kaçan Seferadları Osmanlı toprağında iskân etmesi.
Bu yapılan eğer bir iyilikse, ikide bir kafaya kakılmaz.
Terbiye bunu gerektirir.
500 yıl önce kucak açtığımızı söylediğimiz insanlar bugün ülkemizin vatandaşlarıdır.
Hiçbir ülke, vatandaşlarına karşı böyle bir üslup kullanmaz.
Avnca tarihi biraz bilenler bilir ki, Osmanlı'nın İspanya'dan gelen Yahudilere kucak açması, insani olduğu kadar ekonomik bir karardır.
Osmanlı, Avrupa'daki ticarette etkin olabilmek ve Yahudilerin daha o /aman bile Avrupa'da etkin olan ticari netvvork'ünden faydalanabilmek için Seferadları kabul etmiştir.
Yahudilerin, Balkanların önemli limanı olan Selanik'e yerleştirilmesinin nedeni de budur.
Güngör Mengi'nin yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Güngör Mengi (Vatan) : Aptalca bir oyun!
Başbakan Erdoğan’ın “one minute” bombası birinci yıldönümünde ödülünü aldı.
“Müslümanların ve Filistin insanının savunucusu” olduğu gerekçesiyle Tayyip Erdoğan’ın Kral Faysal Ödülü’ne lâyık görüldüğü açıklandı.
İki gün önce Lübnan Başbakanı Hariri’nin ziyareti nedeniyle düzenledikleri ortak basın toplantısında Başbakanımız acaba bu önemli ödülle ilgili kararın kesinleştiğini biliyor muydu?
Yani İsrail’in Gazze’ye yönelik son hava operasyonunu kamuoyuna açık şekilde hedef almasının jüriyi etkilemeye dönük bir amacı var mıydı?
Doğru yol değil...
Onu bilemeyiz ama şu kesin: Erdoğan’ın sözleri ödülü ne kadar hak ettiğini kanıtlamakla beraber bize İsrail’le gitgide tırmanan ve kontrolden çıkması halinde maliyeti ağırlaşacak bir krize mal olmuştur.
Başbakan’ın İsrail’le ilişkilerini Müslümanları koruyan bir önderlik rolü içinde devamlı kamuoyuna açık bir şov biçiminde yürütmeye başlaması, doğru bir siyaset değildir.
Bu siyaset iç politika menfaatlerine uygun düşebilir ama hesaba katılması gerekir ki aynı siyasi fırsat düşkünlüğü karşı tarafta da tezahür edebilir. Hem de fazlasıyla...
Nitekim bunun aptalca bir örneğine tanık olduk.
İsrail’i bugün küçük dinci partilerin dışardan desteklediği üç partili bir koalisyon yönetiyor. Dışişleri Bakanlığı koltuğunda ırkçı diyebileceğimiz aşırılıkta bir siyasetçi olan Lieberman oturuyor.
İki taraf da riskli
Erdoğan’ın sözlerini “küstahça azarlamalar” diye niteleyen Lieberman belli ki ilişkilerin kötüye gidişinden hoşnut olmayan, hatta tamir etmek için çaba harcayan ortaklarından habersiz bir misilleme operasyonu düzenlemiştir.
Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol bakanlığa çağırılmış Dışişleri Bakan Yardımcısı Dani Ayalon tarafından uzun süre kapı önünde bekletilerek ve içeri alındığında da alçak bir yere oturtularak aşağılanmıştır.
Onun şahsında bu hakaret elbette Türkiye Cumhuriyeti’ne yöneliktir.
Buradaki tek teselli Lieberman patentli bu küstahlığın İsrail devletine ve halkına mal edilemeyeceği gerçeğidir.
Zaten İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın pazar gününe planlanmış Türkiye ziyaretini, radikal sağcılardan gelen sabotaj girişimlerine rağmen gerçekleştirmesi yapılan nezaketsizliğe fiili bir özür yerine geçecektir.
Yaşanan son tecrübe iki ülkeye de ders olmalıdır.
Çünkü üst üste gelen küçük krizler, milliyetçi öfke ve alınganlıkların iki tarafta da tehlikesi yüksek riskler yaratmaya müsait olduğunu düşündürüyor.
Siyasetçiler iki halk arasındaki temiz tarihe zarar verme hakkını kendilerinde görmemelidir.
İki ülkenin geçmişi, bir dayanışma ve yardımlaşma tarihidir.
Türkiye ile İsrail’in başka ülkelerle çok kavgaları oldu ama birbiri ile hiç kavgası olmadı.
Ulusal çıkarlarımız bu geleneğin bozulmamasını emrediyor.