BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,75
ALTIN 2.968,40
HABER /  DÜNYA

İslamofobia giderek korkudan çıkıp nefrete dönüştü

Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez, İslam’a ve Müslümanlara yönelik büyük tehdidin de İslamafobia olduğunu dile belirterek, “11 E...

Abone ol

Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez, İslam’a ve Müslümanlara yönelik büyük tehdidin de İslamafobia olduğunu dile belirterek, “11 Eylül’de ortaya çıkan İslamafobia’nın giderek korkudan çıkıp bir nefrete dönüştüğünü görüyoruz" dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Sakarya’nın Sapanca İlçesinde gerçekleştirilen Yurtdışı Hizmetleri Konferansı’na katıldı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yurt Dışı Hizmetleri, eylem planlaması ve durum analiziyle ilgili açıklamalarda bulundu.
Sapanca Gürol Otel’de düzenlenen konferansa Sakarya Valisi Mustafa Büyük, Sakarya Büyükşehir Belediye Başkan Zeki Toçoğlu ve yabancı ülke ataşeleri katıldı. Konferansın ilk konuşmasını gerçekleştiren Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürü Prof. Dr. Mehmet Paçacı, “Geniş bir kadro ile neredeyse Avrupa, Asya ve son olarak da Afrika’da yaygın bir din hizmeti vermek amacındayız" dedi. Japonya, Rusya ve Afrika’ya hizmet götürdüklerini belirten Görmez, şöyle konuştu: "Müşavir, ataşe, kısa ve uzun süreli erkek ve kadın din görevlilerimizle toplam 3 bin personelimiz var. Doğrudan hizmet verdiğimiz kişi sayısı bu sayıların çok çok üstündedir. 70’li yıllarda hizmet götürmeye başladığımız Avrupa’da yabancı düşmanlığının, ırkçılık ve İslam karşıtlığının çoğaldığı zamanlarda 5 milyonu aşkın vatandaşımız hâla güven içerisinde yaşamaya devam ediyor. Sadece din alanında değil, din dışı alanlarda da kurumsallaşma çalışmaları devam ediyor. 20- 25 yıl önce başlatılan uygulamayla dini eğitim veren okullar meyvelerini vermeye başlamıştır.”
Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez de, “Sözlerime başlarken hepinizi sevgiyle selamlıyorum" dedi. Yaklaşık bir sene önce yine bu salonda bu konferansların ilkini gerçekleştirdiklerini belirten Görmez, şunları söyledi: "Hem bu sene içerisinde yaptıklarımızı değerlendirmek hem de gelecek planlarımızı görüşmek için burada bulunuyoruz. Bu toplantımızda yeni değerler ve yeni öneriler içerisinde bulunacağız. Her şeyden önce çok geniş bir coğrafya ile karşı karşıyayız. 1970’lerde sadece yurt dışına giden vatandaşlarımıza hizmet götürmek için başlatılan bu çalışma bugünlerde gerçekleştirilen çalışmalarda ne kadar büyük gayret içerisinde olduğumuzu göstermektedir. Her şeyden önce hizmet götürdüğümüz ülkelerin farklılıklarına göre farklı modeller uyguluyoruz. Geleceğe dönük eylem planları çok büyük önem arz ediyor. Her ülke için farklı eylem planları, göz önünde bulunduracağımız farklı hassasiyetler söz konusu oluyor”
Görmez, sarf ettikleri çaba, gayret ve yorgunlukların derin bir manaya hizmet ettiğini, geleceği inşa ettiğini söyledi. Görmez, "bu çabanın sağlam değerler üretebiliyor olması için, aynı kalan asli gaye, ilkesel yaklaşım, temel dini ve vicdani sorumluluktan hareket ederek, zamanı, mekanı ve şartların sırlarını; kısaca detay ve özgünlükleri iyi biliyor, keza onları hesaba katıyor olmamız gerekiyor" dedi. Bu yapılmadığı, değişik ülke ve toplumların yapıları anlaşılamadığı, anlamaya gerek duyulmadığı ya da bir noktadan bakılıp tek bir modellemeye gidildiği durumlarda bir dizi algı hataları, tedbir gecikmeleri, telafisi güç kayıplar ortaya çıktığını belirten Görmez, şunları söyledi: "Ne yazık ki bazen hamasi yaklaşım, bazen genellemeci tanım, genelde tekelci modelleme suretiyle gerek resmi gerek sivil girişimler, gecikme ve yetersizlikler yanında yanlış anlama/anlaşılmalara bile neden olabilmektedir."
Yerel özelliklerin, farklı özgünlükleri ve barındırdıkları imkanları ile birlikte dikkate alınarak incelenmesi gerektiğini anlatan Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü: "Derinlemesine yapılacak tahlillere dayalı geleceğe bakan stratejiler geliştirilmelidir. Tarihteki konum ve etkilerine mukabil geçen 19 ve 20. yüzyıllarda, başlangıcı daha erkene götürülebilir tarzda, başta Avrupa düşüncesi olmak üzere dinin/dini kurumların konumu, alanı ve yetkilerinin sınırlandığını, hayatı ve toplumu izahta tecrübi ve sosyal bilimlerin verilerine dayanarak, dinin ki burada hıristiyanlıktan bahsediyorum, nüfuzuna sınırlama getirerek toplumu ve bireyi, dinin kurumsal etkisinden özgürleştirme yolunu tuttu. Hatta bu dönemin yasaması, dini, bireysel inanma özgürlüğü ve hakkına bağlı zikrederek ona yer açması suretiyle,dinin kurumsal mahiyetini mer’i yasamanın içinden ve doğrudan kaynaklığından çıkarmış oldu. Ülkelere göre farklı tarzda uygulansalar da laiklik veya sekülerlik, sadece hukuk zeminindeki bir alan ayrılmasını değil, zamanda bireylerin hayata, dünyaya, dinin yorum ve bağlayıcılığına dair taşıdıkları algı ve itaatlerinin derecesini ifade eden bireysel tutum ve toplumsal kabule dönüşebildi”
Komünizmle ilgili olarak da konuşan Görmez, sözlerine şöyle devam etti:
“Her şeyi ve herkesi eşit kılma iddiasının sahibi komünizm ise, belki de varlığını kabul ettiklerinde onunla eşit olamayacakları, Tanrı’yı tamamen dışlayan sistem, toplum ve algıdan uzaklaştırarak ateizmi icat ve yaygınlaştırdılar. Bunun dışında, dönemin küresellik imkanlarının el verdiği ölçüde, gerek tecrübi ve sosyal alanlardaki fikir ve düşüncelerden gerekse dine dair mezkur tutum ve gelişmelerden haberdar olan hatta bigane kalamaz diğer dini gelenekler ve onların inananları inanç ve modernleşmeyi yorumlamayı, bir ara yol bulmayı denedi. İslam dünyası açısından değerlendirildiğinde, bu noktada değişik tutumlar ortaya çıktı, bölünmeler hatta çatışmalar yaşandı. İslam dünyasının 19 ve 20. yüzyılını kültür tarihi, din bilimleri veya din sosyolojisi penceresinden ele almaya çalışan bazı Batılı akademisyenler, 20. Yüzyılı İslam’ın kriz yüzyılı olarak tanımlamışlar ve bu krizden çıkmasının ise, modern dönem batılı ilim ve yorum geleneğini anlayarak ondan istifade etmesi ile olacağı, bunun da mümkün olduğu, zira İslam düşüncesinin erken dönemlerden itibaren özeleştiriden ve kendi muhiti dışındaki bilgiden yararlanmaktan çekinmediği ifade edilmişti. Bugün 21. yüzyıldayız ve maalesef pek çok Müslüman ülke veya toplum, İslam’ı kendi çeşitli ve zengin yorum geleneği içerisinden anlamak yerine, yerel veya küresel etkenlerin neden olduğu çatışmalara, maddi ve insani yokluk, yolsuzluklara bağlı olarak takdim ediyor olmalarından ötürü, büyük bir Müslüman topluluğun müşkül durumu İslam’ın zorluğu, krizi olarak görülebiliyor”
"Ülkelerin birbirleri arasındaki düşünce ve fikirlerin izahı olmalı" diyen Görmez, “Geride bıraktığımız ve içinde yaşadığımız asırda birey, toplum ve ülkeleri birbirleri arasında etkileyen, yönlendiren sadece düşünce alanındaki fikir ve izahlar olmadı. Ulaşım ve iletişimdeki giderek sıkılaşan ve yaygınlaşan imkanlar, etkileşimi ve toplumsal örgütlenmeyi bile etkiler bir konumda. Artık, ideoloji, düşünce, sanat, bilim, medya görünmez bir zemin üzerinde yükseliyor, yayılıyor, sadece ev ve bilgi sayarlara değil, zihinlere de daha kolay girebiliyor ve etkiliyor" diye konuştu.
Suç örgütlerinin bile bu mekanizmaları nasıl suistimal ettiğinin yine haberlere konu olduğunu belirten Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü: "Buradan tekrar hizmet bölgelerimiz coğrafyalara bir göz attığımızda, ister doğu ve Batı olsun Müslümanların azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde, dinin içerik, etki ve geleceğine dair mesafeli bir duruş tespit edilmekte; Müslüman ülkelerin değişik nedenlerle izah edilir zor durumları ve sorunları İslam’ın hanesine yazılmakta; hatta gerek uzaktaki Müslüman ülkelerin sorunları gerekse Batı toplumunda yaşayan göçmen Müslüman kitlelerin sergilediği eğitilmiş katılımcılık veya üretilen sorun alanlarına bakılarak; Müslümanların aile veya toplumda şiddet, kadın erkek ayrımcılığı ve özgürlükler gibi konularda alınması gereken mesafelerin olduğu dile getirilmektedir”
Sosyal medyada yeni nesil gençlerin algılarının farklılaştığını belirten Görmez, şunları söyledi: “Yeni nesil gençlerin birey ve madde üzerinden kendini ifade meyyal, sanal dünyadan beslenen algı, şekillenen düşünce ve sahip oldukları haleti ruhiye de keza bu önemli kesim ve tabanla, klasik iletişim, anlatma ve ikna etme arasında geniş bir mesafe oluşturuyor. Bu açılardan bakıldığında, bu gün din hizmetini sunmak, özellikle farklı zemin ve geleneğin olduğu yurtdışında ve başarılı olmak, araya giren bu mesafeleri aşmaya, aşabilmeye bağlı kalıyor.”

SORUNLARA DİKKAT ÇEKTİ
Son olarak İslam dininin iki büyük sorunla uğraştığı dile getiren Prof. Dr. Görmez, şu konulara dikkat çekti: “Bugün İslam dininin içeriden ve dışarıdan iki büyük sorunla boğuştuğuna şahit oluyoruz. İçeriden olan sorun bugün bilhassa İslam dünyasında mezhep aslında İslam dünyasında ortaya çıkan doğrudan çatışma olarak görmediğimi ifade etmek istiyorum. Bilakis bütün sorunların temelinde şiddet, savaş ve yaralanan bilinçlerin ürettiği bir tefrika var. Bu İslam dünyasında olup bitenleri tarihte ortaya çıkan mezhep çatışmalarına dayamak çok zordur. Şiddet, savaş, terör ve işgallerden sonra yaralanan bilinçleri bu dönemler içinde ortaya çıkan cehaletleri meydana gelen kavgalar mezhep rengine bürünerek yoluna devam etmektedir. Zira hepimiz biliyoruz ki, büyük İslam medeniyetinin iki büyük noktası vardır. Birisi Ehl-i sünnet birisi Ehl-i beyt. Peygamberin sünneti ile Ehl-i beyt-i birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu konulara belki sadece siyaset penceresinden bakıp değerlendirmek daha başka sorunlara sebep olabilir. Bütün dini mercilerin bir araya gelerek Allah-ü Ekber nidalarıyla insanların birbirini katletmeye çalıştığını görüyoruz”
İslam’a ve Müslümanlara yönelik ikinci büyük tehdidin İslamafobia olduğunu dile getiren Görmez, sözlerini şöyle tamamladı: “11 Eylül de ortaya çıkan İslamafobia’nın giderek korkudan çıkıp bir nefrete dönüştüğünü görüyoruz. Bu sadece insanların durup dururken nefret duymaları değildir. Artık bilimsel araştırmalar ortaya koymaktadır ki, Avrupa, Amerika ve İsrail üçgeninde siyasetin ürettiği bir korku olduğu, bunun bir endüstriye dönüşmeye başladığını hepimiz bilerek hareket etmek zorundayız. Tüm bunlarla birlikte elbette yine aynı şekilde farklı dini kesim dünyasındaki mezhep çatışmalarını ortadan kaldırmak için din görevlilerine ve dini kurumlara büyük görev verilmiştir. Bütün dini kurumların bir araya gelerek ortak bir çaba içerisinde olmaları gerekmektedir”