Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref, müslümanlara dünya militanlığı ve aşırılığı bırakıp yoksulluğu yok edecek eğitim ,sağlık ve sosyal adaleti sağlamalı çağrısı yaptı.
Abone ol"Müslüman dünya militanlığı ve aşırılığı bırakıp sosyo-ekonomik kalkınmayı benimsemelidir. Yoksulluğu yok edecek, eğitim, sağlık ve sosyal adaleti sağlayacak olan insani kaynakların geliştirilmesi üzerine odaklanmalıdır." 'İslam'da Rönesans yapmanın zamanı' Terörün büyük çoğunluğu Müslümanlar olmak üzere masum kitleleri hedef seçmesi Başkan Pervez Müşerref'i çözüm getirecek bir strateji geliştirmeye itti Müşerref, dünyada bozulan düzeni kuracağını düşündüğü, Aydınlanmış Ilımlılık" adını verdiği bu yeni stratejiyi bizzat kaleme aldığı bir yazı ile açıkladı. 1990'lı yılların başlamasıyla dünya çalkantılı bir dönemden geçmektedir ve bunun sona ereceğine ilişkin bir işaret yoktur. Masum kitlelerin, özellikle din kardeşlerim Müslümanların, militanlar, aşırı uçtakiler ve teröristlerin ellerinden çektikleri acılar beni, bu düzensiz dünyaya bir nebze olsun bir düzen getirilmesine katkıda bulunmaya sevk etmiştir. İşte bu zaruri ihtiyaç benim "Aydınlanmış Ilımlılık" stratejisini geliştirmemi gerektirmiştir. Dünya yaşanacak son derece tehlikeli bir yer haline gelmiştir. Plastik bombaların tahrip edici gücü, intihar bombacılarının çoğalmasıyla ivme kazanmış ve yüksek teknoloji ürünü, uzaktan kumandalı tetiklenen araçlar etkin bir şekilde karşı konmayacak öldürücü bir kombinasyon meydana getirmiştir. Talihsiz bir gerçek şu ki, gerek suç işleyiciler gerekse kurbanlarının çoğu Müslümanlardır. Bu da, Müslüman olmayanların, yanlışlıkla da olsa, İslam'ın hoşgörüsüzlük, militanlık ve terör dini olduğuna inanmalarına yol açmıştır. Yerkürede bu tez hızla yayılmakta olup İslam'ı kökten dinciliğe, kökten dinciliği aşırılığa ve aşırılığı teröre bağlamaktadır. Biz böyle yanlış bir damgalamayı şiddetle protesto edebiliriz, ancak gerçek şu ki, bu tür argümanlarla kafalardaki bu şiddetli savaşı kazanamayız. Bu konudaki ilgisizliğimizi daha da vahim kılan dünyada galiba en yoksul, en eğitimsiz, en güçsüz ve en dağınık olmamızdır. GORDİON DÜĞÜMÜNÜ ÇÖZMEK Yüreğinde biraz merhamet olan bir insanın düşünmesi gereken şudur: İnsanlığın ortak mirası olan dünyamızda ve yeryüzümüzde gelecek kuşaklar için ne bırakmak istiyoruz? Öte yandan, Müslümanların karşı karşıya bulunduğu ciddi sorun, kendimizi içinde bulunduğumuz çukurdan bireysel yüceliğimiz ve toplu sosyoekonomik kalkınma ile çıkmamızdır. Eğer kendimizi marjinalleşmekten kurtarmak istiyorsak, dünyadaki bu katliamın ve Müslümanların aşağıya doğru yuvarlanmalarının durdurulması için hızla hareket edilmesi gerekmektedir. Benim, bu Gordion düğümünü çözmekle ilgili görüşüm Aydınlanmış Ilımlılık stratejisinden ibarettir, ki bence bu hem Müslüman hem Müslüman olmayan dünya için bir "kazan-kazan" formülüdür. Bu iki cepheli bir stratejidir. Birinci cephede Müslüman dünya, militanlığı ve aşırılığı bırakıp sosyo-ekonomik kalkınmayı benimsemelidir. İkinci cephede Batıya ve özellikle ABD'ye görev düşmekte olup, kendilerinin siyasi anlaşmazlıkların adil bir biçimde çözümlenmesine ve mahrumiyet içindeki Müslüman dünyanın sosyo-ekonomik kalkınmasına yardımcı olmaları gerekmektedir. TEMEL SİYASİ ADALETSİZLİK Ben Aydınlanmış Ilımlılığının mantığını izah etmek ve Müslüman dünyanın kendi cephesinde ne gibi yöntem uygulaması gerektiğini ayrıntılı olarak açıklamak istiyorum. İlk önce hepimizin şunu anlaması gerekmektedir ki, aşırılığın ve militanlığın kökünde siyasi adaletsizlik bulunmaktadır. Bir ulusa uygulanan siyasi adaletsizlik, aşırı yoksulluk ve eğitimsizlikle birleşerek onu dayanılmaz bir mahrumiyete, umutsuzluğa ve güçsüzlüğe sürüklemekte olup patlayacak bir durum meydana getirmektedir. Bu öldürücü hastalıklara yakalanmış bir insan topluluğu militanlığın serpilip büyümesine kaynak sağlar duruma gelir ve aşırı ve terörist eylemlere zemin hazırlar. Dindaşım Müslümanları savunurken bu aşırı uçlu, terörist etiketini almalarının kaynağını araştırmazsam sanırım görevimi yeterince yerine getirmiş olamayacağım. Sovyet aleyhtarı Afgan savaşının başlamasından önce sadece Filistin sorunu Müslüman dünya için huzursuzluk ve endişe kaynağıydı ve bu Müslümanların Filistinlilerden yana ve İsrail'e karşı tavır almalarına neden olmaktaydı. Sovyetlere karşı Batı tarafından desteklenen ve kolaylaştırılan 1980'li yılların Afgan savaşı, İslamcı militanlığın ortaya çıkmasına ve beslenmesine neden oldu. Bir din olarak İslam, dünya çapında zaten Müslümanlar tarafından desteklenmekteydi. Nitekim, Bosna'da Müslümanlara karşı yapılan zulüm ve etnik temizlik, Çeçenistan'daki ayaklanma, Keşmir özgürlük hareketi ve yeniden ivme kazanmış Filistin'deki İntifada hepsi Sovyetlerin dağılmasından sonra 1990'larda meydana geldi. EL-KAİDE NASIL DOĞDU? İşin kötüsü, Afganistan'da patlak veren militanlığın, Soğuk Savaşın sona ermesiyle ortadan kaldırılması yerine 1990'lar boyunca palazlanmasına olanak sağlandı. Afganistan'daki süregelen yara Müslüman dünya çapındaki savaşçıların bir araya gelmesiyle daha da büyüdü ve bu savaşçılar daha sonra Müslümanların baskı ve zulüm altında yaşamakta oldukları diğer bölgelerde çok yönlü olarak çatışma alanı aramaya ve orada faaliyet göstermeye başladı. Bu da El- Kaide'nin ortaya çıkmasına neden oldu. Diğer yandan Filistin İntifadası yayılmakta ve dünya çapındaki kızgın Müslümanları bir noktada birleştirmekteydi. İşte bu aşamada 9/11 bombasının dehşeti yaşandı ve bundan sonra Afganistan'da Taliban/El-Kaide'ye karşı ABD'nin öfkesi kendini gösterdi. Bundan sonra ABD'nin gösterdiği bütün tepkiler, yani Müslümanlara karşı yurtiçinde takındıkları tutum, Filistin'e karşı benimsedikleri tavır ve Irak'taki operasyon Müslüman kitlelerin ABD'ye karşı tam olarak kutuplaşmalarına yol açtı. Burada şunu belirtmeliyiz ki, bir din olarak İslam militanlığa veya aşırılığa tamamen karşıdır ve aslında siyasi anlaşmazlıklar Müslüman kitlelerde düşmanlık tohumlarını ekmiştir. Bütün bunlar tarihe mal olmuştur. Şimdiye kadar olup bitenler tersine çevrilemez. Ancak durumun böyle devam etmesine de izin verilemez. Evrensel uyum için bir çare bulunmalıdır. Zamanın vazgeçilmez gereği, Batının, Aydınlanmış Ilımlılığa olan yükümlülüklerini yerine getirip bütün siyasi anlaşmazlıklara adil çözüm bulmalarıdır. MÜSLÜMANLARIN YOLU Şimdi de yüreğimin kendileri için kan ağladığı Müslüman dünyaya dönmek istiyorum. Bugün gereksinim duyduğumuz husus iç muhasebesi ve içimize bakıştır. Biz kimiz? Biz Müslümanlar olarak neyi temsil ediyoruz? Biz nereye gidiyoruz ve nereye varacağız? Ve oraya nasıl ulaşacağız? Ben, bu soruların yanıtının Aydınlanmış Ilımlılığının stratejisinin Müslümanlara ait cephesinde olduğunu görüyorum. Biz şanlı bir geçmişe sahibiz. İslam, dünya sahnesine adil, hukuka bağlı, hoşgörülü ve değerlere yönelik bir toplumun bayraktarı olarak çıkmıştı. Biz, bilime ve aydınlanma yoluyla insan yüceliğine inanıyorduk. Görünüşün aksine İslam orduları insanları kılıç zoruyla Müslüman yapmak üzere yürümüyordu; onları karanlıktan çıkarıp kendi ahlak ve faziletlerine hayran bırakmıştı. Bu hususta Hazreti Peygamber (SAS)'den daha iyi bir örnek ne olabilir? O Peygamber ki, insanlığın daha iyi bir dünyada yaşaması için adalet, merhamet, hoşgörü ve büyük bir fedakarlık ruhu ile çalışmıştı. Müslüman dünya bugün bütün bu değerlerden uzaktadır. Biz sosyal, ahlaki ve ekonomik kalkınma bakımından geri kalmış durumdayız. Maalesef, çöküş dönemimizde kendi kabuğuna çekilmiş olup başkalarından bir şeyler öğrenmeyi reddettik. Böylece biz bugünkü umutsuz ve karamsar duruma düştük. Biz açık gerçekleri kabul etmeliyiz. Önümüzdeki yol çatışma ve militanlık mı olmalıdır? Bu yol bizi geçmişteki görkeme mi götürecek? Ve dünyaya ilerleme ve kalkınma ışığını mı gösterecek? YENİ DÖNEM BAŞLAMALI Müslüman kardeşlerim, Rönesans zamanımız gelmiştir. Önümüzdeki yol bizi aydınlanmaya götürecek ve bizim, yoksulluğu yok edecek, eğitim, sağlık ve sosyal adaleti sağlayacak insani kaynakların geliştirilmesi üzerine odaklanmamızı olanaklı kılacaktır. Eğer yolumuz buysa, buna çatışmalı bir tutumla varamayız. İslam'ın bir militanlık dini olduğu ve ayrıca çağdaşlaşmaya, demokrasiye ve laikliğe karşı olduğuna ilişkin genel kanıyı ortadan kaldırmak için uzlaşıcı bir tutum benimsemeliyiz. Bütün bunları şu inançla yapmalıyız ki, içinde yaşamakta olduğumuz dünyada her zaman adalet doktrini bulunmamaktadır. İşte Aydınlanma Ilımlılığı stratejisine ait bu bölümün gereklerini mutlaka yerine getirmeliyiz. Müslüman dünya bu stratejik yolu izleyecekse, bununla ilgili uygulama parametreleri nelerdir? İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) bizim ortak kuruluşumuzdur. Halen tam bir verimsiz durumda olan bu kuruluşa yeni bir canlılık kazandırmalıyız. 21. Yüzyılın gereksinimlerine yanıt verebilmesi, Müslüman dünyanın beklentilerini karşılayabilmesi ve bizi kalkındırabilmesi için bu kuruluş yeni bir yapıya kavuşturulmalıdır. İKÖ'nün yeniden yapılanması için Önde gelen kişilerden oluşan bir komitenin kurulması bu yönde atılan büyük bir adımdır. Biz kararlılık göstermeli ve İslam'ın öğretilerinin ruhuna uygun olarak genel ve ortak iyilik için kişisel çıkarlarımızın üstüne çıkmalıyız. Genelde dünya ve özellikle ilgili güçler çatışma ve güç kullanımının nihai barışın sağlanması için artık bir seçenek olmadığını anlamalıdır. Adalet sağlanmalı ve yerini bulmasına dikkat edilmelidir. Gelecek kuşakların, bugünkü liderlerin, insanlığı felakete götürdüğünü söylemelerine izin vermemeliyiz. Kaynak : Sabah