BIST 9.881
DOLAR 35,07
EURO 36,65
ALTIN 2.951,72
HABER /  GÜNCEL

İslam rejimi, kadını bitirdi

Uzun süre mücadele etti, sonunda kendisi istifa etti. Nefisi şimdi, İslam'ın kadını bitirdiğini iddia ediyor.

Abone ol

Azer Nefisi başörtüsü takmadığı için ders verdiği üniversiteden kovuldu. Daha sonra Özgür İslam Üniversitesi'nde edebiyat dersleri verdi, baskılara dayanamayınca bu kez üniversiteden kendi istifa etti. Yedi öğrencisiyle gizlice evinde toplanıp Nabokov'un 'Lolita'sını okudu. Sekiz yıldır Washington'da yaşıyor ama İran'ı hiç unutmadı, Tahran'da aydın bir kadın olmanın zorluklarını Tempo Dergisi'nden Nilüfer Kas'a anlattı.

1995'in sonbaharında edebiyat dersi verdiği yedi öğrencisiyle haftada bir gizlice evinde buluşmaya başladığında, birinin ihanet edeceğini, ele vereceğini düşünüyordu. Zaten öğrencilerinden Nesrin, "Son tahlilde herkesin kendi kendini ele verdiğini, kendi İsa'sına karşı Yahuda rolünü üstlendiğini" söylediğini hatırlatmıştı kendisine. O kadın olmanın, özellikle de totaliter bir rejime karşı gelen İranlı bir kadın olmanın tüm zorluklarını sonuna kadar yaşamıştı. Bir edebiyat hocası olarak İran İslam Cumhuriyeti'nde yaşanılan hayatlara en çok uyacak edebiyat eserinin Vladimir Nabokov'un 'Lolita'sı olduğunu söyleyen İranlı kadın yazar Azer Nefisi, 1997'de İran'ı terk etti. İki çocuğu ve eşiyle Washington D.C'de yaşayan Azer Nefisi, içlerinden birkaçı İslam Cumhuriyeti'nin hapishanelerinde yatan yedi kız öğrencisiyle evinde kurduğu edebiyat kulübünü yeni bir kitapta anlatıyor. Sokakta dini düzenin tüm baskı ve kuralları yaşanırken, hocaları Azer Nefisi'nin evine adım atar atmaz siyah çarşaflarından kurtulan, çay ve pasta eşliğinde sevinçleri, düş kırıklıkları, aşkları ve hayalleriyle apayrı âleme dalanların öyküsü "Tahran'da 'Lolita' Okumak" kitabında samimi duygularla anlatılıyor. Agora Kitaplığı'ndan çıkan "Tahran'da 'Lolita' Okumak"ın yazarı Azer Nefisi, Tahran'da kadın olmanın zorluklarını, yaşadıklarından geriye kalanları Tempo ile paylaştı.

- Bu dünyada kadın olmak zor. İran'da kadın olmak 'kadın olmaktan' daha mı zor?
Evet, öyle. Bir bakıma İran'da kadın olmak zor, çünkü orada İranlı kadının tüm kadınların üzerinde olması gerektiği imajını dayatan bir kurala göre yaşarsın. Ama öte yandan, İranlı bir kadın olmak ve İran'daki sistemin yaptırımlarına karşı direnerek rejime karşı gelmek de oldukça heyecan vericidir. İslam Cumhuriyeti kurulmadan önce yüz yıldan fazla bir zaman boyunca İranlı kadınlar tıpkı Türk kadınları gibi kendi hakları uğruna mücadele ettiler. Kadınların özgürleşmesi, İranlı kadınlar açısından, çağdaş bir ulus yaratmak adına verilen bir iç mücadelenin parçasıydı. Eğer İranlı kadınlar Şah yönetimi sırasında sokaklara dökülseydi, daha az değil, daha fazla hak kazanırlardı. Bir açıdan bugünün İran'ında kadınlar hem mağlup hem de galiptirler. Mağluplar; çünkü ideolojik rejimin öncelikli hedefi kadınlardır. Galipler; çünkü 25 yıldan sonra ve uygulanan tüm acımasız kanunlara ve eziyetlere rağmen, İslami rejim, İranlı kadınları kendi istediği şekle sokmakta başarılı olmadı. Neticede, bugün kendini tedavi etmek zorunda olan İranlı kadınlar değil, İran'daki rejimdir.
- İran'da bir kadının mutlu olabilmesi için 'özgürlük, ideallerine ulaşma' gibi isteklerini bir kenara itip, rejimin yanında mı olması gerekiyor?
Hayır, kim olduğunu ve inandığın şeyleri bir kenara iterek mutlu olamazsın. Mutluluk, kendi ideallerine ulaşabilme özgürlüğüne sahip olma hakkıdır. İranlı kadınların mutlu olabilmesinin tek yolu, onları tek tipleştirmek isteyen rejimin çabalarına karşı direnmekten geçer. Rejim sizi siyasi duruşunuzu değiştirmeye zorlayabilir, ama gerçekte kim olduğunuzu değiştirmeye zorlayamaz.
- Sinemacılar İran'da kadın olmayı beyazperdeye 'sahibi olmadan kimliksiz, hiçbir şeysiz olma hali' olarak yansıtıyorlar. Bugün İranlı kadınların ne kadarı kimliksiz?
Kimliksiz kadınlar yaratmanın İslami rejimin hedeflerinden biri olduğu doğru. Totaliter bir rejim, çoksesliliği ve bireyselliği taçlandırmak yerine, kendisinden farklı düşünen ve farklı hareket edenlerden daima korkar. Tüm diğerleri üzerinde tek baskın gücün kendisi olmasını ister. Ama bugün İranlı kadınların bir kimliklerinin olmadığı doğru değil. Aslında, bugün İran'da en büyük mücadelelerden biri, rejime ve onun yaptırımlarına rağmen, kadınların kendi bireysel kimliklerini korumak adına verdikleri kahramansı mücadeledir.
- Hatemi'ye kadar bir anlamda İranlı kadınların başına, bedenine, düşüncesine, hatta hayatına takılı bir asma kilitten söz edilebilir. Kırılamayan kısırdöngü bugün İranlı kadınlar için kırıldı mı?
Hatemi Bey'le İslami rejimin onlar için yarattığı 'kısır döngüyü' kıran İranlı kadınlar arasında pek bir ilgi olduğunu düşünmüyorum. Bu kısır döngü, gerici yasalara ve cezalandırma sistemine rağmen, rejimin istediklerini yerine getirmeyi reddeden kadınlar tarafından kırıldı. Çeyrek yüzyıl boyunca İranlı kadınlar rejimin gerici yasalarına ve yaptırımlarına karşı durdular, rejimin misillemelerine ve tehditlerine karşın ona itaat etmemekte direndiler. Aslında Hatemi Bey'in, başkanlık makamını, verdiği sözleri yerine getirmeyerek hayal kırıklığına uğrattığı İranlı kadınların oylarına borçlu olduğu bile söylenebilir.
- Hatemi'nin kadınları hedef alan geniş özgürlük vaatleri ne oldu? Hatemi'den beri İran'da ne değişti?
İranlı kadınlar neredeyse yirmi beş yıldır, evlilik yaşını 18'den 9'a düşüren, çokeşliliği ve gayri resmi nikâhı savunan, fuhuş ve yozlaşma adı altında topladıkları suçlara ceza olarak 'taşa tutma' uygulaması getiren gerici yasaları değiştirmek adına bir savaş yürütüyor. Bugün her ne kadar yasalar gerçek anlamda değişmediyse de, insanlar bu konuda daha bilinçlendi. İran kentlerinde devriye gezen, İslami giyim ve davranış kurallarına uymayan erkek ve kadınları avlayan korkunç ahlak müfrezeleri sokaklardan çekildi. Erkek ve kadınlar halk arasında daha önce olduğundan daha özgürler ve yasaları protesto ediyorlar. Ancak kadınların İslami devrim öncesinde sahip oldukları ve devrimden bu yana yıllardır uğruna mücadele ettikleri hakları geri kazanması için daha kat edilecek çok yol var.
- Siz türban nedeniyle 1995'te üniversitedeki görevinizden istifa ettiniz. Türkiye'de ise başını örtmek isteyen kadınlar nedeniyle sıkıntı yaşanıyor. Bu zıt durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üniversitedeki görevimden istifa etmemin nedeni, kadınların devlet tarafından herhangi bir şekilde giyinmeye zorlanmaması gereğine olan inancımdı. Devletin, vatandaşlarına Tanrı’yla aralarında nasıl bir ilişki kuracaklarını söylememesi ve bu ilişkiye karışmaması gerektiğini düşündüğüm için ayrıldım. Peçe takma ya da takmama sorunu, kişilerin özel hayat alanları içinde kalmalı, siyasi yöneticilerin takdirinde olmamalı. İran’da peçe sorunu dini değil, siyasi bir sorundur. Mesele, kadınların peçeyle örtünüp örtünmemesi değil, bunun kararının kendileri tarafından verilmesi gerektiğidir.
- Evinizde edebiyat toplantılarına başladığınızda, 'ele verilmek' konusunda endişe duymuşsunuz. En azından bir öğrencinin sizi ele vereceğini düşünmüşsünüz. Bir taraftan korku, diğer taraftan idealler... İran'da aydın kadınların içinde bulundukları durum genelde bu mu?
Eğer, sizin en özel faaliyetlerinize dahi karışan ve onları düzenleyen bir sisteme göre yaşıyorsanız, korku olmadan yaşamanız mümkün değildir. Ama sanırım enteresan olan, korkular ve idealler arasında süregelen bu kavgada, çoğu İranlı kadının ideallerin tarafını tutmuş olmasıdır. Onların korkuları, okumayı istedikleri şeyleri okumalarına, âşık olmalarına, istedikleri gibi giyinmelerine, müzik dinlemelerine engel olmadı, kısacası cezalandırılmaktan korktukları için bireyselliklerini rejime feda etmediler. Bu nedenle uzun vadede, halkın değil, totaliter devletin yenileceğini düşünüyorum.
- Tahran'da en çok yapmak istediğiniz ama yapamadığınız şey nedir?
İran'da bir kadın olarak, toplum içindeki giyiminizi ya da tavırlarınızı siz seçemezsiniz, bir öğretmen olarak, öğrencilerinizle nasıl bir ilişki kurduğunuz ya da ne öğrettiğiniz dönem dönem kontrol edilmek zorundadır. Bir yazar olarak, en derin düşüncelerinizi ve arzularınızı asla dile getiremezsiniz ve bir insan olarak, en basit insan haklarından yoksunsundur. Ve aslında olduğun gibi bir öğretmen, kadın, yazar ve insan gibi davranmak istersin. İslami rejimin benden varolma hakkımı aldığını düşünüyorum. Bir kadın olarak, Tahran sokaklarında salınan saçlarımdaki rüzgârı ve tenime değen güneşi hissederek dolaşabilmek isterdim. Bir yazar olarak 'Lolita' ya da herhangi bir diğer kitabı özgürce ve akademik atmosfer içinde öğretebilmek isterdim. Bir yazar olarak, en özel duygularımı ve ülkeme dair fikirlerimi açıkça yazabilmek isterdim ve bir insan olarak, insanmışım gibi davranılma hakkına sahip olabilmeyi arzulardım.
- Toplantılarınızı yaptığınız ev bir anlamda siz ve öğrencilerinizin başkaldırı mekânı olmuş. Başkaldırınız totaliter rejime mi, yoksa size ters gelen her şeye karşı mı?
İsyanımız, totaliter düşünce biçimine karşıydı. Totaliter rejim kurbanlarının kendileri bile acımasız olmaya karşı bağışıklı değillerdir. Kavgamız siyasi değil, varoluşçu bir kavgaydı, bireysel haklar olmaksızın siyasi bir özgürlüğün varolamayacağını düşünüyorduk. Süregelen rejime karşı siyasi bir muhalefet grubu kurmadık, sadece kendimiz olmayı seçmek, baş kaldırmak için yeterliydi.
- İslam Cumhuriyeti'nde öğretmenlik yapmak politikaya boyun eğmeyi mi gerektiriyor? Siz mi onları anlamakta zorlandınız, yoksa sizi anlamayan onlar mıydı?
Hayır, sanırım totaliter bir rejim sizin her zaman politikayla haşır neşir olmanızı ister, ama demokrasi, bireylerin ve politika gibi farklı sosyal alanların birbirlerine bağlı olmalarına rağmen, aynı zamanda birbirlerinden bağımsız olmaları gerektiği anlamına gelir. Sadece iyi bir öğretmen olmak istedim, ama rejim, bir öğretmen olarak öğrettiğim her şeye ve yaptığım her harekete karıştığı için, politikayı hiç düşünmeksizin öğretmek çok zor oldu. Yine de gerekli olduğunu, öğrencilerim için iyi olduğunu ve İslami rejimle ters düşmeyeceğini düşündüğüm her şeyi öğretmeye çalıştım.
- "Ben İran'ı terk ettim ama İran beni terk etmedi" sözlerinizle ülkenizle gönül bağınızı koparamadığınızı mı anlatmak istiyorsunuz?
Kalbimi de kapsayan bir bölümüm her zaman kendi ülkemde kalacak. Ayrıca, bir yerde yaşamak için ille de fiziksel olarak oranın içinde olmanızın gerekmediğini söylemek isterim. Bazen içinde yaşadığınız yer sizin bir parçanız olur, çünkü kalbinizde ve aklınızda bir yeri vardır. Bazen de kendinizi yaşadığınız yere ait hissetmezsiniz ve kalbinizle aklınızı başka yerlere göndererek orayı unutmaya çalışırsınız. Şu anda yaşadığım yeri seviyorum ve orada mutluyum ama bu, doğduğum yeri unuttuğum anlamına gelmez. Hafızamda İran'ı yeniden canlandırıyor ve o hayalin içinde yaşıyorum. Hayalimdeki İran ve anılarım, kalıcılığı ve ölümsüzlüğü garanti eden iki şey.
- Geride bıraktığınız yedi ayrı insan ve yedi ayrı hayata, perşembe toplantılarınız, Nabokov, Henry James, Jane Austen ne kattı?
Bu yazarlar, öğrencilerimin ufuklarını açtılar, onlardan alınan gerçeklik potansiyelini yeniden ortaya çıkardılar. Hikâyeler okumamızın nedeni bu değil midir; yerleşik görenek ve alışkanlıkların peçesi ardına gizlenmiş alternatif dünyaya kabul görmek? İnsani ve bireysel değerlerin elden alındığı bir yerde, bireyler bu değeri ve bütünlüğü, insanoğlunun en yüksek başarılarından yardım alarak yeniden inşa ederler ve edebiyatın insan hayatında bu kadar merkezi olmasının nedeni budur. Edebiyat, hayatın, bireysel insan hayatının değerliliğinin ve biricikliğinin kutlamasıdır. Okuduğumuz yazarlar hep bunu kutlamıştır, bizi her sıradan hayatın sıra dışı olduğuna, özgürlük ve iradenin, yaşamımızı sürdürebilmemiz için ekmek ve su kadar gerekli olduğuna inandırmışlardır.
- Geriye dönüp baktığınızda, edebiyat toplantılarınızda yapmak istediğiniz ancak yapamadığınız şeyler var mı?
Öğrencilerime, onların yaşlarındayken sahip olduğum fırsatları sağlayabilmeyi isterdim. Gençliklerinden çalınan yılları onlara geri verebilmeyi isterdim. Vladimir Nabokov'un bir sözüyle noktalamak isterim: "Okurlar özgür doğmuşlardır ve özgür kalmalıdırlar!" Yazarları ve onların başyapıtlarını anmışken, istedikleri şeyleri okuma ve sahip olmayı diledikleri hayat biçiminin hayalini kurma özgürlüğüne sahip milyonlarca okuru hatırlatmama izin verin. Okurlar olmazsa edebiyatın en büyük başyapıtları solarak ölecektir.