BIST 9.777
DOLAR 35,09
EURO 36,61
ALTIN 2.930,07
HABER /  GÜNCEL

İnsanları dindar bir modele kavuşturacağım!

'Dinde reform şart' açıklamalarıyla gündeme oturan Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, Nuriye Akman'a konuştu.

Abone ol

Zaman Gazetesi'nde yayınlanan ropörtajda Bardakoğlu, birbirinden ilginç tespit ve önerilerde bulunuyor. İşte o ropörtaj: Ali Bardakoğlu, “Benim zamanımda çok seçkin bir okuldu” dediği imam hatibi bitirdikten sonra dini ve modern bilgiyi bir arada kazanmak için İlahiyat ve Hukuk Fakültesi okudu. Çok sayıda eserinin arasında en çok dindarlık bilincini hem geleneksel hem de çağdaş dünyanın ihtiyaçlarını gözeterek kaleme aldığı iki ciltlik ilmihali sevdi. Diyanet İşleri Başkanı olduktan sonra ilk kez geçen hafta basınla tanışma toplantıları yaptı. Açıkladığı görüşler toplumun değişik kesimleri tarafından hararetle tartışıldı. Üç saate yakın konuşmamızda, eksik ve yanlış bir şekilde medyaya yansıyan o görüşleri detayıyla açıklama fırsatı buldu, hem de çeşitli konular hakkında yeni tartışmalara aday bence çok sağlam, çok dikkate değer fikirlerini paylaştı. Ben karşımda dürüst, donanımlı, itidalli, sorumlu bir din adamı buldum. Bürokrasinin ayak oyunlarına karşı kendisine bol şans diliyorum. Geçen hafta, dinde değil de, dindarlıkta reform olması gerektiğini söylediniz. Başkan olmadan önce, bireyin dini yorumlama ve yaşamada özgür olmasını savunuyordunuz. Şimdi, bir devlet kurumunun, insanların dindarlık formatlarını belirlemeye hakkı olduğunu düşünürken, diğer teziniz inandırıcı olmaktan uzaklaşıyor. Devletin bir kurumu, benim dindarlık ayarımı ne hakla düzeltebilir? Ben bir akademisyen olarak, çağımız dindarlığının nasıl olması gerektiği üzerine söz söylüyorum. Bu, Diyanet İşleri Başkanı olarak, insanları dindar bir modele kavuşturacağım ve bunu ben devlet eliyle yapacağım anlamında algılanmamalı. Ama sizin başınızdaki o akademisyen şapkası artık görünmeyecektir. Benim yaptığım bir durum tespitidir. İnsanlar dinleri sorgulamaktan vazgeçsinler, önce kendi dindarlıklarını sorgulasınlar ve burada sağlıklı bilgiyi esas alalım tonundadır. Hiçbir zaman, Diyanet bir dindarlık modeli çizecek ki siz hiç yorulmadan o kalıba uyacaksınız anlamına gelmez. Siz başkansınız, dindarlıkta reform tarifinizi verdiğiniz anda, bu bir dayatma olur ister istemez. Burada şu dayatma vardır: Bilgi güçtür, özgüvendir, özgürlüktür. Slogan belki bunlar ama ben dini iyi biliyorsam, dinin nasıl olması gerektiğini sağlıklı şekilde algılayabiliyor, yorumlayabiliyorsam, her birey kendisi özgür olmakla birlikte, benim güçlü bilgim mutlaka onu yönlendirecektir. İslam dünyasını hep İslam bilginleri yönlendirmişler. Büyük din bilginleri, serbest ortamda ve resmi sıfatları olmaksızın doğmuşlar, özgürce gelişmişler ve kendilerini kabul ettirmişler. Ama onlardan farklı olarak sizin resmi bir sıfatınız var şimdi. Bu, işi tehlikeye sokuyor. O resmi sıfatım insanları tedirgin etmesin. İslam dünyasında hep doğru bilgi, yanlış bilgiyi kovmuş ve doğru bilgi egemen olmuştur. Böyle olunca her birey, kendi dindarlığını inşa etmede özgür olduğu halde, o güçlü dini bilgi karşısında tabii olmayı ve kendi dindarlığını o bilgi çerçevesinde oluşturmayı tercih etmiştir. Madem din, birey merkezli; neden o zaman “İslamcı yazarların din kurgulamasını doğru bulmuyorum.” dediniz? “Doğru bulmuyorum”, saygı duymuyorum, Diyanet olarak biz bunları kaale almıyoruz anlamında değil. Doğru bulmama, benim bireysel değerlendirmemdir. Bir İslamcı veya din karşıtı bir yazar veya Alevilik üzerine yazan birisi, ele aldığı olayı tanımlarken, “din şöyle olsaydı çok iyi olurdu” diyor. Yani dini tecrübesine, dindarlığın tarihine bakmaksızın, sadece kendi bilgi birikimine göre bir din tahayyülüne geçiyor. Günümüzde İslamcı yazarlar durum tespiti yapmaktan ziyade, kendi ümitlerini, hayallerini, tasavvurlarını, İslam çerçevesinde anlatmaya geçiyorlar. Halbuki bugün gelmedi din. 14 asırdan beri din değişik coğrafyalarda, değişik kültürlerde yaşanıyor. Şimdi biz Müslümanlığı yeniden kurgulayamayız. Yeni baştan dizayn edemeyiz. Günümüzün bütün aşılması gereken sorunlarını, din zeminine kaydırarak orada tartışmak, dini kurgulayarak, onun cevabını dine söyletmek doğru değil. Madalyonun öbür yüzüne bakalım. Sadece “dindarlar” mı siyasal İslam’ı kurguluyorlar? Aksine, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir projesi değil mi dini yeniden kurgulamak? Diyanet’in yıllardır, ürettiği hizmetle dini nasıl kurguladığı ortada. Diyanetin devlet yapısı içerisinde yer alması, Diyanetin din anlayışının, devlet tarafından biçimlendirildiği anlamına gelmiyor. Çünkü dini bilgi üretmenin kendine göre kuralları, metodu ve bir geleneği vardır. Yani bir insanın, il müftüsü olması, Diyanet İşleri Başkanı olması veya İlahiyat Fakültesi’nde profesör olması, söyleyeceği şeyde özgür olmayacağı ve dini başkalarının istediği şekilde tanıtacağı anlamına gelmez. Bu büyük haksızlık. Siz şimdi, birtakım reformlar yapacaksınız. Demek ki, şu ana kadar devletin atadığı Diyanet İşleri Başkanları, görevini yapmamış. Devlet yanlış adamlar atadığı için mi bugün bu yeni tanımlamalar yapma ihtiyacı ortaya çıkmış? Diyanet İşleri’nin bugüne kadarki politikası hakkında eleştiri yapmam doğru değil. Biz geriye değil, ileriye bakıyoruz. Kaldı ki reform yapma gibi bir projemiz de yok. Biz taşları yerine oturtmaya çalışıyoruz. Yaptığımız şey, yeniden bir şekil verme değil. Devletin din kurgulaması da bize göre yanlış. Kurgulamadığını iddia edebilir misiniz? Kurguladığı sürece biz onun yanında olmayız. Yani devletin çeşitli birimlerinin, bize “Ben senden dini şöyle anlatmanı istiyorum.” şeklinde bir telkinde bulunması mümkün değil. Çok iddialı konuşuyorsunuz. İddialıyım, çünkü bilerek konuşuyorum. Diyanet olarak üç özelliğimiz var: Bir, kamu; iki, özgür; üç, sivil bir kuruluşuz. Bu üçünün dengesini sağlamaya çalışıyoruz. Kamu kuruluşuyuz, devletin organizasyonu olarak varız. Diyanet İşleri Başkanlığı, Osmanlı’daki Şeyhülislamlığın devamı sayılmaz. Ama yine de Osmanlı geleneğiyle irtibatsız değil. Osmanlı’da da din hizmetleri hep devletin kamu organizasyonu içinde yer aldı, bakın güdümünde demiyorum. Diyanet devlet organizasyonu içindeyse, devletin de güdümündedir. Geçmişte böyleydi; ama şimdi siz geldiniz... Geçmişe ilişkin bir değerlendirme yapmak istemiyorum. Bakın, İslam’da ruhban sınıfının olmamasıyla din adamlarının olmaması farklı şeyler. Söylediği sözün kutsallığı açısından, ayrıcalıklı bir sınıf yok. Her insan, dini anlama, yorumlama açısından birey olarak eşit haklara sahip. Hz. Peygamber’in döneminden itibaren, İslam toplumlarında din adamı sınıfı olmuştur. İslam toplumunda otoriteyi bilgi sağlamıştır. Sarık ve cübbe konusunda söylediklerim yanlış aksettirildi. Sarığı, cübbeyi terk edelim demiyorum. Sarık ve cübbenin kerameti yoktur. Otorite, o sarık cübbeyi taşıyan insanın, bilgili donanımlı, ehliyetli olmasıyla sağlanır. Diyanet, özgür bir kuruluştur. Kimsenin telkinini, kimsenin yönlendirmesini alamayız. Bu yönlendirmeden sadece devleti kastetmiyorum. Değişik yönlendirmeler olabilir. Devletten ne kastettiğinizi bana açar mısınız? Astım olabilir, üstüm olabilir. Devletin, toplumun kalkınması, toplumun birlik ve dirliği ile ilgilenen bütün kurumlar olabilir. Onların bize dini şöyle algılamalıyız, dini şöyle yorumlamalıyız, şu vaazı verin gibi bir telkinin olması da, veya basının, halkın, cemaatlerin değişik bilgi ürettiği varsayılan merkezlerin, din budur, bunun dışındaki din yanlıştır şeklindeki telkinleri de bizim için sadece bir görüştür. Biz bütün bunları, bir sosyal realite, bir halk talebi veya toplumda düşünülebilen görüşlerden birisi olarak alırız, ama ondan sonra otururuz, kendi bilgimize, kendi becerimize, kendi metodumuza göre olması gereken dini bilgiyi üretiriz. Şu üç dört aylık süre içerisinde dinin anlatımı konusunda ne söylemişsek, kendi kişisel bilgimizle, birikimimizle, kendi metodumuzla söyledik. Peki ama tam görüşlerinizi açıklamaya başladınız, Cumhurbaşkanı da Malezya’da modern Müslümanlıktan söz etti. İşte size mütekamil bir devlet projesi. Diyanet İşleri Başkanı’nın böyle bir açıklaması ile aynı zamanda herhangi birinin açıklaması olabilirdi. Sayın Cumhurbaşkanımızdan tamamen bağımsız konuştuk. Biz basında toplantıyı bir hafta önceden kararlaştırdık. Şimdiye kadarki bütün yazdıklarımda ben çağa uygun, yaşanabilir, hesap verebilir, şeffaf, kendisini sorgulayan, kendisini geliştiren bir dindarlık projesini anlattım. Şimdi böyle olunca da bu her şahısla, Hıristiyanların kiliseyle de örtüşebilir, bu örtüşmeden mutluluk duyarım. Niye kendinizi postmodern bir din adamı olarak tanımladınız? Öyle tanımlamadım. Ben Diyanet’te sendikanın doğru olmadığını söyledim arkadaşlara. Çünkü bir densiz çıkıyor, şunun cenazesini yıkamayız, diyor. Bir başka sendika hutbeleri yavaşlatacağız, hutbede zam isteyeceğiz, diyor. Dedim ki ben aslında liberal görüşlere, postmodern çağın gerektirdiği serbestliğe, hoşgörüye açık bir insanım; ama Diyanet’te sendikanın olmaması gerektiğini düşünüyorum. Camiyi sınıfların, Diyanet’in iç gerilimlerinin tartışıldığı, insanların rahatsız edildiği bir ortam haline getirmemeliyiz. Bunu anlatmak için de o postmodernizmi ve özgürlükçülüğü kullandım. Ben cümlemi şöyle düzelteyim: Dindarlığımızı güncellemeliyiz, canlı, diri hale getirmeliyiz. Yani tarihte kalmış dindarlık modellerini yaşamak yerine, bu asrı anlayalım. Dinin üç temel boyutu var. İnanç, ibadet, ahlak. İnanç, dinin dogmasıdır. Modernlikle, çağdaşlıkla, hayatın değişmesiyle ilgisi yoktur. Akıl da, bilim de, vahiy de ilahi ışığın farklı yansımalarıdır. Zaten din ile bilim arasında bir çatışma olamaz. Bilim pozitif verilere dayanır. Din ise metafizik aydınlatmadır. Yani din, bilim alanında bir iddia taşımaz. Niye o zaman dini, bilimin eksenine oturtacağız, dediniz? O dini bilim. Ağzınıza sağlık çok dikkatlisiniz. Din ile bilim arasında çatışma olamaz, çünkü alanları farklıdır. Bilim bize pozitif veriler üzerine kurulu muhakemeyi anlatır. Din ise bilimin gücünün yetmeyeceği, uzanamayacağı temel değerleri ve gerçekleri açıklar. İbadetler, simgesel davranışlardır. Onun için ibadetlerde reform, mümkün olmayan bir şeydir. Bütün dinlerin, farklı ibadetlerin her birine saygı duyuyorum. Böyle olunca da şu ibadet şekli, şundan daha üstündür gibi bir derecelendirmeye gitmek hiç anlamlı değildir. Peki dindarlığımızın güncellenmesi nasıl olacak? Bireysel ve sosyal ahlakla olacak. Yani biz insanlarla ilişkilerimize yansıyan dindarlığımızı, devamlı gözden geçirmek, bugünün realitelerini göz önüne alarak, ahlakımızı sorgulamak, yanlışsa dönmek zorundayız. Ahlakımızı bu toplumda yaşayan bir insanın, hassasiyet duyması gereken noktalarda yoğunlaştırmaktan söz ediyorum. Sadece namazda, oruçta, ritüellerde yoğunlaşmış bir dindarlıktan ziyade, hayatın bütün ilişkilerine yansıyan davranışlardan söz ediyorum. Namazda ayrı, hayatın diğer alanlarında ayrı bir dindarlık moda olmaz. Dindarlık hayat boyunca, 24 saat bizi diri tutan iç denetimdir. Din bilimlerini nasıl esas alacaksınız? Sağlıklı dini bilgi, hurafelere, sapmalara, yobazlığa karşı bizi koruyan en büyük silahtır. Biz insanlara din hizmeti sunarken, insanların dini taleplerini, dini iradelerini göz önüne almak zorundayız. Yani kendimiz bir akademisyen olarak veya bir yorumcu olarak din konusunda herhangi bir kanaatimiz, farklı düşüncemiz olsa bile insanların dindarlığını rencide etmeden, insanları üzmeden onları eğitmek, onlara din hizmeti götürmek zorundayız. Diyanet, Türkiye’deki tüm Müslümanların dini hayatlarını onaylayan değil, göz önüne alan ve onları rencide eden değil, onları bütünleştiren bir çizgide hizmet sunmak zorunda. Diyanet’in saygınlığını, etkinliğini, verimliliğini korumak için, halkımızın dindarlık tecrübesini de göz önüne alması lazım. Dindarlık fantezi üreterek, kurguyla olmaz. İslamcı yazarlar hayallerini anlatıyor Bir İslamcı veya din karşıtı bir yazar veya Alevilik üzerine yazan birisi, ele aldığı olayı tanımlarken, ‘din şöyle olsaydı çok iyi olurdu’ diyor. Sadece kendi bilgi birikimine göre bir din tahayyülüne geçiyor. Günümüzde İslamcı yazarlar durum tespiti yapmaktan ziyade, kendi ümitlerini, hayallerini, tasavvurlarını, İslam çerçevesinde anlatmaya geçiyorlar. Halbuki bugün gelmedi din. 14 asırdan beri din değişik coğrafyalarda, değişik kültürlerde yaşanıyor. Bardakoğlu, isim vermeden bazı uzmanları eleştirdi: ‘Kur’ana göre’ diye başlayıp kişisel yorumlarını söylüyor “Kur’an’a ve İslam’a göre başlayan cümleler tehlikelidir. ‘Benim Kur’an’dan ve İslam’dan anladığıma göre’ denmesi lazımdır.” diyen siz değil miydiniz? Doğru. Ama şimdi siz, Diyanet İşleri Başkanı olarak, “Ben Kur’an’dan bunu anlıyorum.” mu diyeceksiniz? Biz sizin söylediklerinizin, kişisel bir yorum olup olmadığını nasıl anlayacağız? Biz Diyanet olarak dinin yorumu tartışmalarına doğrudan girmeyi düşünmüyoruz. Buna zemin hazırlamayı, insanları bilgilendirmeyi düşünüyoruz. Yani biz en son imkan sunup ve gerekiyorsa hakemlik yapacağız. Ama bütün tartışmalara girip de şahıslarla teke tek cedelleşmeyiz. “Kur’an’a göre, İslam’a göre” diye başlayıp, kendi kişisel yorumlarını buna monte eden bir dizi yazar, çizer ve vaiz var. Yazdıkları kitapların bir kısmında gerçekten Kur’an’da ve Peygamber’in sünnetinde olan anlatılır. Çoğunda da kendi kişisel yorumu, beklentisi, kızgınlığı, sempatisi anlatılır. Biz bundan bir defa kurtarmalıyız. Yani temel İslami metinlerde olanla, bizim yaptığımız yorumları birbirinden ayırmalıyız. Mesela biri “İslam’a göre kadın savaşa gitmez.” der. Diğeri “İslam’a göre kadın ön safta yer almalıdır.” der. Birisi “İslam’a göre kadın devlet başkanı olmaz.” der. Biri “olabilir” der. Biri “Kadın hakim olur.” der. Diğeri “olmaz” der. Bütün bunlar kültürdür. Ben diyorum ki kültürle dini birbirinden ayırmalıyız. Kur’an, dinin içinde belli bir saygınlığı olan kitaptır. Allah bu kitabı gönderip bırakmamış işi. Ona bir peygamber göndermiş, 23 yıl anlatmış bu işi. Mesela biz Kur’an’ın kutsal kitap olduğuna neden hareketle inanırız? Peygamber öyle dediği için. Hah, ağzınıza sağlık. Biz peygamberi kabul ettiğimiz için kitabı kabul ediyoruz. Peygamber dese ki bu kitabın şu kadarı Allah’ın kelamı, şu kadarı benim sözüm, yine ona inanacaktık. Demek ki, kitapla peygamber arasında çok fazla bir şey yok otorite olarak. Onun için Kur’an Müslümanlığı olmaz. Kur’an geldi, peygamber geldi, anlattı ve dindarların bunu bir anlama biçimi oluştu. İslamiyet farklı coğrafyalarda, tarihin farklı dönemlerinde yaşandı; ama birbirinin çok uzağında ve hiç ilgisi olmayan insan ve dindar tipleri çıkmadı diyebilir miyiz, diyemeyiz. Ama bunların bir ortak paydası var. İşte Müslümanlığı bu ortak paydada aramalıyız. O yüzden kurgusal İslam gerçeği yansıtmaz. İslam’a göre, Kur’an’a göre demek yerine, ben bu çağda yaşayan bir birey olarak, ben okuduğum Kur’an’ı bu şekilde anlıyorum, cümlesini kurmalıyız. Ben de böyle konuşacağım.