BIST 9.636
DOLAR 34,65
EURO 36,35
ALTIN 2.931,82
HABER /  GÜNCEL

İnsana dair ne varsa bu kitapta

Gazeteci Fügen Ünal Şen'in yeni çıkan "Kuzey Yanım Ayazım" ismli kitabı 1950 yıllara geri dönüp bugüne yürüyor ve ve insana ait ne varsa günümüze ustaca taşıyor.

Abone ol

Gazeteci Fügen Ünal Şen, Epsilon Yayınları’ndan çıkan KUZEY YANIM, AYAZIM isimli kitabında, 1950 yılına geri dönüp, bugüne yürüyor ve bir yakın tarih güncesiyle olayların ardında kalan ayrıntıları, insan hikayelerini bizlerle paylaşıyor.

 

 

KORE SAVAŞI  çok uzaktaydı. Halil Kore’deydi, Samiye İstanbul’da. Bir şehidin vasiyetiyle birbirlerini hiç görmeden nişanlandılar. Peki iki genç insan savaşın getirdiği acıların arasında yeni bir hayat kurabildiler mi?

 

 

ATATÜRK’ün naaşı Etnografya Müzesi’nden alınıp inşaatı biten Anıtkabir’e nakledilirken, Ata’nın kız kardeşi Makbule Hanım’ın koluna girip tabuta kadar eşlik eden kimdi?

 

 

SEZEN AKSU henüz İzmirli genç bir sanatçı adayıydı. Bir gün bir rüya gördü, uykuya yatıp, hayata uyandı. O rüyayı görmeseydi bugün Sezen Aksu diye birisi olmayacaktı. Sezen’i hayatta tutan rüya neydi?

 

 

27 MAYIS ihtilalinden sonra Adnan Menderes idam cezasına çarptırıldı. İdam sehpasına giderken elleri titreyerek oğlu Yüksel’e ne yazdı?

 

 

İSTANBUL’da, ilk gecekonduyu kim, nerede yaptı? Ya haşereyle mücadelede İstanbullu bir saatte ne kadar sinek avladı?

 

 

ÇİÇEK PASAJI çöktüğünde, enkazdan ölüsü çıkarılan yaşlı kadın, hangi Osmanlı Paşası’nın inzivaya çekilmiş kızıydı?

 

ZEKİ MÜREN sahneye topuklu çizmeler ve mini etekle çıktığında çok eleştirildi. Sanatçı eleştirilere ne cevap verdi?

 

KIBRIS’ta küçük mücahitler el fenerlerini sopaların ucuna bağlayıp hava kararınca bir tepeye doğru yürüyüşe geçtiler. Bu yürüyüşle babalarının hayatlarını nasıl kurtardılar?

 

 

DENİZ GEZMİŞ Ankara’dan kaçıp Gemerek’e saklandı. Onu Gemerek’e çeken neydi?

 

 

SÜLEYMAN DEMİREL 12 Eylül darbesiyle siyasetten uzaklaştırılıp, Zincirbozan’a giderken kurulacak yeni partinin adını nasıl koydu?

 

 

 

BÜLENT ERSOY, “son yasaklı” olarak anıldığı dönemde, yeniden sahneye çıkabilmek için kime mektup yazdı? Cevap ne oldu?

 

 

 

 

 

Bu sorular son 50 yılda yaşadığımız olayların sadece minik bir bölümüyle ilgili. 50 yılın hayatını baştan sona araştırarak Kuzey Yanım Ayazım isimli kitapta toplayan gazeteci Fügen Ünal Şen sorularımızı yanıtladı:

 

 

S: Nedir bu kitap? Nasıl yazıldı?

 

C: Hep söylenmez mi, ‘yakın tarihi iyi bilmek gerekir’ diye. Aktif gazetecilik yaptığım dönemde aklıma koymuştum bu kitabı yazmayı. Bir süre aktif gazeteciliğe ara verince, ‘tam vaktidir’ dedim. Belki de yakın tarihimizin bendeki yansıması bu kitap…

Nasıl yazıldığına gelince; 4 yıl sürdü. En önemlisi Basın Müzesi’ndeki gazete arşivlerini taramamdı. Çünkü 1950 yılından başlayarak yazdım ve 2000’e kadar sanki günlük tuttum. Öyle olunca, olayların yaşandığı gündeki yansımasını bilmem hatta benim de yaşamam gerekiyordu. Yaklaşık  200 bin gazete sayfasını taradım, olayları, günlük yaşamı gazete satırlarından cımbızla seçtim. Oturup günlük tuttum. Bu arada, almanaklar, kitaplar, ansiklopediler, dergiler diğer başvuru kaynaklarım oldu. Ayrıca, kimi olayların kahramanları anılarını benimle paylaştı.

 

S: O halde günlük Kız Kulesi’nin mi, sizin mi?

 

C: Belki de sizin… 

 

S: Niçin Kız Kulesi o halde? Ve neden Kuzey Yanım, Ayazım…

 

C: Bana hayatı birisi anlatmalıydı. Bir tanık. Biraz da yazı tarzım nedeniyle hüzne, yalnızlığa daha yakın duran bir tanık… İstanbul’da olmalıydı; çünkü bu şehir üzerinden yazmak istedim kitabı. Bir insan olsun da istemedim; geri dönüşlerde gerçekçi olabilsin diye. Eee, Kız Kulesi de tam karşımdaydı. Ondan iyi bir tanık, ondan yalnız bir yürek bulabilir miydim sizce?

Kuzey Yanım, Ayazım’a gelince... Kız Kulesi’nin giriş kapısı kuzeye dönük, Salacak’a, Boğaz’a. Oradan esen sert rüzgâr, ayaz yani bütün bedenini kaplıyor kulenin. Bir de Salacak’a ve Yukarı Boğaz’a dönük yüzü ile yaşama tanıklık ediyor. Kendisini anlatırken Kız Kulesi “Kuzey yanım, ayazım, hayata bakan yüzüm…” diyor bu nedenle.

 

S: Okuyucu neleri buluyor satırlarda?

 

C:  Ben en çok ‘yaşamı’ bulmalarını diliyorum. Çünkü “Kuzey Yanım, Ayazım” bir almanak değil. 50 yıl boyunca neler olduğunu tarihleriyle anlatan bir kitap değil. Olayların arasında sıkışıp kalan hayatı anlatan bir kitap. Okuyucunun ne alacağı ise onun ilgi alanıyla ilgili bence.

 

S: Siz okuyucu olsaydınız, ne alırdınız örneğin?

 

C: Ayrıntıları alırdım. “Sahi ya, bu da olmuştu” dediğim her şeyi geri alırdım. Bana “vay be!” dedirten şeyleri hatırlardım. Ama en çok, “vay be”lerin etrafındaki duyguları; sevinci, öfkeyi, hüznü yani bir bütün olarak hayatı almaya çalışırdım.

 

S: Nedir onlar?

 

C: Örneğin 60 ihtilali sonrası anlatılırken bir cümleyle anlatılan bir olay var: İdamlar gerçekleştirildikten sonra Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın hüküm özetleri evlerinin kapısına asılıyor. Bu korkunç acı verdi bana. Düşünsenize, eşiniz, babanız idam edilmiş ve kapınızda “şu, şu, şu nedenlerle suçlu bulunmuş ve infaz gerçekleşmiştir” diyen bir yazı asılıyor ve yoldan geçenler de sokak kapısına asılan yazıyı okuyor. Bu beni çok etkiledi.

Atatürk’ün naşının Anıtkabir’e taşınması sırasında kardeşi Makbule Hanım’ın hali örneğin. Ya da daha yakın tarihte; bugün yeri göğü inleten bir Sezen Aksu olayı var. Sezen daha meşhur olmamışken, hiç birimiz onu tanımıyorken bir rüya görmeseydi, çoktan ölmüş gitmiş olacaktı; hiç Sezen Aksu olmadan… Kıbrıs harbi sırasında olup bitenler, siyasilerin sözleri, ihtilaller, idamlar, her gün onlarca gencin sağ-sol kavgası nedeniyle ölümü.

Bunlar daha dün yaşandı ama sanki hiç olmamış gibi davranıyoruz. Bu olmasın istedim. Hayatı ne büyük hızla, geçiştirircesine yaşadığımızı söyledim kendime. Böyle yapmamak gerektiğini telkin ettim. Olayların hayatın önüne geçmemesi gerektiğine inandım

 

 

S: Hep yaşanan acı olaylar mı var kitapta, rahat nefes alamayacak mıyız okurken?

 

C: Olur mu… Hayat hep de bunaltmıyor ki bizi. Kimi zaman Zeki ile şarkı söyleyeceksiniz, sahneye mini etekle çıktı diye yer yerinden oynayacak, siz de onunla birlikte an be an merak edeceksiniz ortalığın nasıl yatıştığını. Ay’a inen roketin heyecanının da duyacaksınız, kahve sıkıntısı olduğu dönemde Rodos’tan bir akrabasına mektup içinde bir pişirimlik kahve gönderilmesiyle gönlünüzü hoş edeceksiniz. Bugün sanki doğduğumuz günden beri bizimleymiş gibi olan ürünlerin aslında hayatımıza ne kadar kısa bir süre önce girdiğini hatırlayıp şaşıracaksınız. 50 yıl içinde güne neler sığdıysa karşınıza çıkacak.

 

S: Yazarken zorlandığınız anlar oldu mu?

 

C: Olmaz mı? Kaç defa “bitmeyecek bu kitap “dedim. Örneğin 1950’lerin Türkçesi ile başlıyor kitap. Bu bölümleri yazarken dikkatli olmam gerekiyordu; örneğin, Başbakan değil, başvekil deniliyor, bir ayrıntı ama çok önemli. Yıllarla birlikte dildeki değişim kitaba da yansıyor. Bir de gazetede yazılan olayları birkaç yerden doğrulayarak yazmak gerekiyordu, eksik bir bilgi kalmaması için. Günlük hayatı anlatabilmek için o dönemlerin ilanları, modası, dinlenen şarkılar gözden geçirildi.

 

S: Kitap bitince okuyucuda ne kalacak sizce?

 

C: Bu kişiye göre değişir mutlaka. İlgi alanına göre değişir. 50 yılın aslında çok kısa bir süre olduğunu kabul etmemiz gerek ve o kısa süreye neler sığdığını, neler yaşandığını, ne kavgalar, ne kayıplar, ayıplar olduğunun hatırlanmasını isterim. Güzel anlarla avunulmasını da isterim. Ben bu kitabı “bakın neler neler oldu okuyun ve unutmayın, ders alın” demek için yazmadım. Böyle bir cüretim de olmaz zaten. Sadece kendim ayrıntıları bilmek istedim galiba. Kendim için böyle bir çalışma yaptım ve okuyucuyla da paylaştım. Sorunuzun yanıtı kısaca şu: “kitap bitince elde hayat kalsın isterim…”

 

 

KUZEY YANIM, AYAZIM’ın ilk sayfasında Kız Kulesi size şöyle sesleniyor:

  

Zamanı bir yorgan gibi üstüme serip, uykuya daldım.

Uyudum, uyandım...

Anlatmaktan usanmadığım nice masallar yazdım, hiç kahraman olmadım ama her masalda vardım.

Bir vardım, hep vardım o garip kayboluş içinde, yok yazdım kendimi İstanbul’un gözünde.

Küskün ve yalnızdım.

Denizin orta yerinde, beyaz bir kule.

Öyle...

Hep iç içe ama o kadar da uzaktım.

Yandım, külümü lodosa serdim, kâh Adalar’a vardım, Marmara delirdi, kâh dalgayla savrulandım.

Hep vardım.

Bilmediğim, anlatamadığım bu tuhaf varoluşun içinde; hep yarımdım.

Nice olay yaşadım kendimde, büyüdüm, olgunlaştım.

Bin yılları geçen yaşımla hep “genç bir kız”dım, şaşırdım kaldım.

Oysa bunca yorgunluk, kimsesizlik ve elbette yaşanmışlık, yorgun taş duvarlarıma sonsuz çizikler attı.

Meraklısı hikâyemi bilir, bilmediği benim o hikâyelerdeki halimdir.

Ağlayışımdır, gülüşümdür, bağırış, çağırışımdır.

Bilmedikleri benim yaşamımdır, gün içinde...

Ah, benim yüreğim yekpâre bedenimdir.

Asırlardır bu denizdeyim, uğruna ölümün göze alındığı genç güzel kızlara korunak oldum, savaş zamanlarında kale.

Gün geldi meşaleler yakıp yol gösterdim denizcilere.

Taş avlumda tanıdık adımlar da dolaştı, martılar da.

Yalnızlıktı tek iz bırakan; kimseler bilmedi ya, ben hep buna yandım.

Kimse sesimi duymadı, hikâyemi de.

Bir gece dolunaya çevirip yüzümü, Boğaz’ın yakamozlarıyla süslendim. Rüzgârı, geceyi, yıldızı yok sayıp, bir kendimi dinledim.

Duyduklarımı, siz de duyun diye, suya yazdım son zamanları, gün içinde sıkışıp kalan yaşamımı.

Sizinle güldüm, sizinle ağladım, gülüşlerimde de siz vardınız, yaşlarımda da...

Gün geldi lanet ettim kaderime, gün geldi şükrettim.

Siz hiç bilmediniz ya, ben hep sizden biriydim.

Sizdim.

Diyeceğim odur ki, birazdan okuyacağınız benimmiş gibi görünen, asıl sizin hikâyenizdir.

Gülüşlerim sizindir, yaşlarım sizin.

Kuzey yanım, ayazım; hayata bakın yüzüm; sizindir.             

                                                                                    KIZ KULESİ”