İnsan kaybettiğini ne zaman anlar?
Pers kralı Kambis’in Mısırlı mağlup Kral’a karşı kazandığı zafer kutlaması şöyle aktarılır; Esir Kralın kızı bir hizmetçi kıyafeti giydirilmiş olarak Kralın önünden geçer. Kral kılını kıpırdatmaz. Bir süre sonra oğlu idama götürülmek üzere önünden geçirilir, Kral yine kılını kıpırdatmaz, öylece bakar. En sonunda hizmetçisi Kral’ın önünden geçirilir. Mısır kralı, hizmetçisini zincire vurulmuş görünce dövünmeye, kendini yerden yere atmaya başlar.
Pers Kralı bu olayı hem memnuniyetle hem de şaşkınlıkla izler. Çünkü ordusu, kızı, oğlu, ülkesi, her şeyini kaybetmiş kral soğukkanlılığını korurken; maiyetinde en değersiz kişi olan hizmetçisinin perişanlığını gördüğünde yıkılmıştır.
Bu tarihi hikâyeden alınacak pek çok ders olsa da en can alıcı cümleyi rahmetli mütefekkir Cemil Meriç kurar: “Çünkü insan en değersiz şeyini kaybedince her şeyi kaybettiğini anlar.”
***
Her şeyini kaybetmek üzere olan insanın, anlama melekelerini en yüksek verimliliğe çıkarma temayülü -tıpkı hikâyede olduğu gibi-, kaybedilenin en değersiz olanla idrak edilmesinin dramatikliğini gölgede bırakmıyor. Fakat asıl ve büyük dramı en değerliyi en değersiz, en değersizi de en değerli konuma getirdiğimizde yaşamaya başlıyoruz. Böyle olunca her şeyimizi kaybetmeye en değerliden başlamış ve pire için evi yakmış oluyoruz.
Kaybetmelerin girift çıkmazlarında debelenirken, iki bin beş yüz yıl ötelerden bir Mısır Kralı’nın çıkarak, insanın her şeyini kaybetmesi için sadece ruhunu kaybetmesinin yeterli olduğunu hatırlatmasında fayda var. Çünkü ruhun kaybedilmesi, asli ihtiyaçların göz ardı edilmesine, insanın yalnızca bir bedenden ve onun ihtiyaçlarından müteşekkil olduğu yanılgısına, dolayısıyla insanı ayakta tutan gerçek omurganın da yok olmasına neden olur.
İnsanı ruhundan bağımsız hareket etmesine neden olan her bir fiilin, aynı zamanda 'insanın içindeki insanlığı' da tulum gibi sıyırdığı gerçeğini unutalı çok oldu. Fakat bundan daha da önemlisi de var; her şeyini kaybetmek üzere olan insanın yeni bir iddia ortaya koyamaması. Çünkü bu durum, insana her şeyini kaybetmekten daha fazlasını; kaybetmenin güvencesini ve devamlılığını sağlamaktadır.
Kavramlar gibi fiillerin de içlerinin boşaltılması ‘kaybetmek’ gibi ciddi sonuçları olan bir fiili sulandırarak, onun yalnızca bireyi ilgilendiren ve telafi edilebilir basit bir iş gibi gösterilmesine neden olmaktadır. Bununla beraber kaybetmemek fiili putlaştırılarak, adına ‘kişisel gelişim’ denilen fakat esasen riyakârlık sanatı olarak adlandırılan öğretilerde ve ruhsuz insanların uğrak yeri olan cila ve ambalaj depolarında en ön raflarda yer alması sağlanmaktadır.
Günümüzde sosyal medyada ve TV yarışma programlarında ‘kaybetmemek’ ve ne olursa olsun ‘kazanmak’ gerektiğinin bir hırs halinde, her şeyin mubah görülmesi gibi tehlikeli bir anlayışla süregelmesini kanıksasak ve buna millet olarak inandırılmış olsak da henüz neyi kaybetmememiz gerektiğinin, neyi arayacağımızın ve geç kaldığımızın farkında değiliz.
İsmet Özel, bu minvalde bir genelleme yaparak; “İnsan geç kalmış bir varlıktır.” der. Film başa sarıldığında ise insanın önce kaybettiği, bir sonuç olarak da Cennet’e geç kaldığı anlaşılır. Fakat kaybetmenin, yeniden kazanmanın ilk adımı olarak Yaradan tarafından insana bahşedilmiş bir nimet olduğunu görmek ve idrak etmek gerekmez mi?
Belki de bu nedenle Hz. Âdem ve çocuklarının cennete tekrar geri alma vaadiyle çıkarıldığı Tasavvufta önemle dile getirilir. Buna rağmen geç kalmalarımızın da kaybetmelerimizin de dünyaya ait hırslardan kaynaklandığına ve heveslerimizin kölesi olduğumuza yakinen şahitlik ediyoruz. Kaybetmenin işbirlikçisi olan hırsın insana verdiği zarara ve insanın yaratılışını uğratacağı tahribata tasavvuf literatüründe oldukça fazla yer verilmesinin nasihatten de öte bir anlam ifade ettiğinin henüz farkına varmış değiliz.
Bu nedenle, eğer kaybedilecek tek bir şey varsa, bunun dünyamızı güzelleştireceğini zannettiğimiz fakat dünyayı yaşanmaz hale getiren hırslarımız olduğunu; eğer kaybedilmeyecek tek bir şey varsa da, bunun hem dünyayı ve hem de ebedi hayatı güzelleştireceğinden emin olduğumuz İlahi emrin gerekleri olduğunu, tekrar hatırlamamız gerekiyor.
Twitter: @muratcahid