BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

'IMF, ekonomik terör örgütüdür!'

ATO Başkanı Sinan Aygün, Türkiye’nin IMF’den vazgeçmediği sürece ekonomisini refaha kavuşturamayacağını düşünüyor. Aygüne göre IMF bir ekonomik terör örgütü..

Abone ol

ATO Başkanı Sinan Aygün, Türkiye’nin IMF’den vazgeçmediği sürece ekonomisini refaha kavuşturamayacağını düşünüyor.

Ø Hükümet 600 günü tamamladı. Enflasyon düşüyor, faizler düşüyor, dolar düşüyor, ihracat artıyor, ekonomi düzeliyor deniyor. İddia bu, manşetler bu, beyan bu sayın Aygün. ATO da Türkiye’ye bakınca bu tabloyu mu görüyor?

Ekonomide güllük gülistanlık bir tablo göremiyorum. Reel faizler hala çok yüksek. İhracat artıyor deniyor ama ithalat da artıyor. Cari açık alarm veriyor. 2004’ün ilk beş ayında 8.8 milyar dolara ulaştı. İşsizlik oranı yüzde 12. Asgari ücret, yoksulluk sınırının beşte biri kadar. Yani bir asgari ücretlinin yoksulluk sınırında yaşaması için şu anda aldığı ücretin 5 katını alması gerekiyor. Böyle bir tablo için güllük gülistanlık denilebilir mi? Enflasyon dışındaki bütün göstergelerde ciddi bir hassasiyet var. Bir anlamda, bıçak sırtında yürüyoruz.

Ø Ülkeye ucuz ithal mallarının girişinin önünün açılması üretimi nasıl etkiliyor peki?

Tabii ki olumsuz etkiliyor. Adam ucuza mal ithal etmek dururken niye üretim yapsın ki? Türkiye’de üretim yapmak dünyanın en zor işi. Niye böyle söylüyorum? Elektrikten örnek vereyim. Neredeyse dünyanın en pahalı elektriğini Türk sanayicisi kullanıyor. Bunu ben söylemiyorum, OECD söylüyor. 2003 yılı itibariyle OECD’ye üye 23 ülke arasında en pahalı elektrik Türkiye’de. OECD ortalaması, üçte iki oranında daha ucuz. İstihdam üzerindeki ağır vergi yükü, diğer girdi maliyetlerinin yüksekliği de hesaba katılırsa, üretim yerine ithalat yapmak daha karlı. Son 5 yılda 116.4 milyar dolar dış ticaret açığı vermemizin başka bir izahı olabilir mi?
Hükümet IMF’yle zoraki nikah tazelemesin!

Ø Malezya ziyaretinde Başbakan, 2004’ten sonra IMF’yi kovacaklarını söylemişti. Şimdi AKP Hükümeti’nin 3 yıllık yeni bir Stand-By Anlaşması imzalaması halkımız ve ülke için ne anlama geliyor? Bu gidişin sonunda siz ekonomide yeni bir kriz öngörüyor musunuz?

Malezya, gerçekten örnek alınması gereken bir ülke. IMF, bugüne kadar 89 ülkede program uyguladı. Hepsi de battı. Bir tek Malezya, IMF programını reddetti ve kendi programını uygulayarak düzlüğe çıktı. IMF’yi ekonomik bir terör örgütü olarak görüyorum. Ekonomimize verdiği hasara bir bakacak olursanız, az bile söylediğimi anlarsınız. IMF ile geçen son beş yıl Türkiye’nin hasar yılları. IMF politikaları nedeniyle son 5 yılda 20 milyar dolardan fazla cari açık verdik. Programa başlandığından beri, cari açıktan kaynaklanan 30 milyar dolarlık bir kaynak yurtdışına transfer edildi.

Programa başladığımız 1999 yılında 145.3 milyar dolar olan iç ve dış borcumuz, yüzde 108 arttı. 300 milyar dolar sınırına dayandı. Kişi başına borç 5 yılda 1912 dolar arttı. Kişi başına gelir ise sadece 504 dolar oldu. İşsizlik oranı yüzde 7.7’ydi, yüzde 12’ye çıktı.

Hükümetin, IMF ile yeni bir Stand-By Anlaşması yapması “zoraki nikah tazeleme” anlamına geliyor. Türk halkının kendine güveni sarsılıyor. “IMF’siz başaramayız” kanısı yerleşiyor. Halbuki başarabiliriz. Malezya nasıl başardıysa biz de başarabiliriz.

Ø Hükümetin Acil Eylem Planı diye ilk bir yılda gerçekleştireceğini açıkladığı başta ekonomik icraatlar olmak üzere diğer çalışmalarını bugün değerlendirmek gerekirse, AKP iktidarının performansı nedir, son 10 ya da 20 yılın iktidarları arasından 10 üzerinden kaç puan alır?

Hükümet, vergi barışı ve sicil affı gibi olumlu icraatlara imza attı. Ancak henüz üretime, istihdama, yatırıma dönük ciddi bir adımdan söz etmek mümkün değil. Hükümetin performansını değerlendirirken haksızlık yapmamak için Türkiye’nin birikmiş sorunlarının ağırlığını da hesaba katmak lazım. Ancak, hükümetin tek parti hükümeti olmak gibi bir gücü de var. Bunu da görmezden gelemeyiz.

Ø Ecevit Hükümeti döneminde 35 milyar dolar olan dış borç ödemesinin AKP döneminde 46 milyar dolara yükselmesi, iç ve dış toplamda ise 300 milyar dolarlık bir borç -hiç temenni etmeyiz ama- Osmanlı’nın sonuna benzetmez mi bir devleti? Bu yöneticiler, bu tehlikeyi göremiyor mu?

Biraz tarih bilen herkes, bu gidişin Osmanlı’nın son dönemlerine benzediğini görür. Osmanlı, ilk borcunu, 1854 yılında, Kırım Savaşı’nın masraflarını karşılamak için aldı. Yaklaşık 3.000.000 sterlin.Bu paradan ele ancak 2.5l4.9l3 lira geçti, gerisi faize gitti. Bu para yetmeyince 1855’te 5.500.000 lira daha borç alındı. Sonraki yıllarda da borçlanma devam etti. Avrupa bankerleri ve bezirganları, Osmanlı’yı borç almaya zorladılar. Devrin paşalarına rüşvetler vererek onları kullandılar. Borç ödenemez hale gelince, 1881’de, bugünkü IMF’nin atası Düyun-u Umumiye kuruldu. Osmanlı’nın en önemli vergi gelirlerine el koydu. Bugün yaşadıklarımız, tarihin tekerrürüdür. Çünkü tarihten ders almadık. Osmanlı Devleti çökünce, borçların bir kısmını Türkiye Cumhuriyeti üslendi. Ve bu borcu 1954 yılında bitirdi. Yani 1854 yılında alınan borç, tam 100 yıl sonra bitirilebildi. ABD, meydanı boş buldu!

Ø Sayın Aygün ekonomiden dış politikaya dönersek, Kuzey Afrika’dan Güney Asya’ya kadar bütün bir İslam Alemine hegemonya kurmak isteyen ABD’nin Büyük Ortadoğu Planı’nda Diyarbakır’ın bir yıldız yapılmak istenmesi ne anlama geliyor sizce?

Büyük Ortadoğu Projesi’ne Büyük Ortadoğu Petrolleri demek daha doğru olur herhalde. Türkiye'nin ulusal güvenliği açısından çok önemli bir konu. Meydanı boş bulan ABD, dünya imparatorluğuna soyundu. Bu hedefe ulaşmak için yürürlüğe sokulmak istenen bir plan bu. 15-20 yıllık petrol stoğu kalan Amerika, Ortadoğu petrollerinin üzerine oturmak istiyor. Afganistan ve Irak’ın işgali ile düğmeye bastı. Bunlar malum. Türkiye, bu projenin neresinde? Kuzey Irak’ta resmen olmasa bile fiilen hayata geçen Kürt devleti, bu projenin Türkiye’yi tehdit eden ilk adımlarından biri. Türkiye’nin Güneydoğusu da buraya eklenmek isteniyor.

Ø Son aylarda artan terör olayları ne anlama geliyor?

Türkiye, IMF eliyle ekonomik abluka altına alınarak, Büyük Ortadoğu Projesi’ne boyun eğmeye zorlanıyor. Türkiye’yi bölmeye yönelik bir proje ile karşı karşıyayız.


Ø Sayın Aygün, Tapu Kadastro’nun 14 Temmuz 2004 tarihli İstatistik Raporu’na göre başta Yunan, İsrail, Alman ve Amerikan olmak üzere tam 68 ülkenin vatandaşı olan 44 bin 740 yabancı, Türkiye’nin 70 ilinde toplam 273 milyon 408 bin 392 bin metrekare toprak ve mülk satın aldı. Bu ülkenin vatandaşları; tarlası, toprağı, binası neyi var nesi yok, satıp Avrupa Birliği ülkelerinde temizlik işçisi olmak için vize kuyruklarında sabahlarken, madem bu ülke değersizse bu yabancılar niye böyle akın ediyor? AB hayali bizim milletin basiretini mi bağlamış, yoksa bu yabancılar mı değersiz araziye para bağlayacak kadar aptal? Sizce durum nedir?

Yabancıların toprak alımı ile ilgili gelişmeleri çok yakından izliyorum. Bu saydığınız ülkelere Suriye’yi de eklemek lazım. Suriye, Hatay’da binlerce dekar toprak satın aldı. Türkiye’nin dış politikasını zora sokacak sözler sarfetmek istemiyorum ama endişelerinizi paylaşmamak mümkün değil.
Sıkı bir ekiple çalışıyorum

Ø Sayın Aygün,”Dilenen Türkiye, Plastikleşen Hayatlar, Demiryolları raporu vs. Bakanlar bile sizi kıskanıyor. Çünkü Ülkede kamu ve özel yüzlerce, binlerce kurum çeşitli raporlar yayınlıyor. Ama hiçbiri ATO’nun raporu kadar ses getirmiyor. Sinan Aygün kadar medyada yer almıyor. Medyaya da konu olan bu ekip nasıl çalışıyor, özelliği ne, sizi bir hayli popüler kılan bu rapor ve araştırma fikri nasıl doğdu?

10 kişilik sıkı bir halkla ilişkiler ekibim var. Dördü sizin meslekdaşlarınız. Yani gazeteci kökenli. Özel sektör deneyimi olan ve dil bilen halkla ilişkiler uzmanları, işletmeciler de var ekipte. Ele alacağımız konuları sabah toplantılarında belirliyoruz. Her sabah bir saat oturup Türkiye gündemini masaya yatırıyoruz ve çalışma konularımızı belirliyoruz.

Türkiye’nin gündemini sıkı bir şekilde takip eden, bilgiye nasıl ulaşacağını bilen bir ekip. Türkiye’nin gerçek sorunlarına dikkat çekmek için daha ayrıntılı çalışmalar yapmaya girişince bu raporlar ortaya çıktı. Raporlarımızın hemen hepsi kamuoyundan büyük ilgi gördü. Ancak en çok ses getiren raporlarımız, Türkiye’nin sosyal sorunlarını ele aldığımız “Neler Oluyor Bize” çalışmamız, işporta ve mafya konusundaki raporlarımız oldu.

Ø Türkiye’nin ve milletimizin koca bir Osmanlı Dünya Devletinden sonra 20. yüzyıl boyunca yaşadığı geri kalmışlık ve üçüncü dünya sınıfına mensup olma durumundan bugünlerde sıyrılarak yeniden büyük devlet olma sürecine girdiğini görüyoruz. Bize bir 20. yüzyıl analizi de yaparak, 21. yüzyılda dünyayı ve Türkiye’yi nasıl bir gelecek beklediği konusunda bizi aydınlatır mısınız?

20.yüzyıl dünyanın en kanlı savaşlarının yaşandığını, en çok insanın öldüğü bir yüzyıldı. İki büyük dünya savaşı da 20.yüzyılda meydana geldi. İmparatorluklar çöktü. Dünyanın haritası değişti. Yeni devletler kuruldu. 21.yüzyılda, yani içinde bulunduğumuz yüzyılda, başka türlü bir savaş yaşanıyor. Ekonomi ve teknoloji savaşı. Türkiye malesef ekonomide de, teknolojide de çok gerilerde. Bu hep gerilerde olacağımız anlamına gelmiyor. Almanya ve Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nda yerle bir oldular. Ama kısa sürede toparlanarak dünyanın ekonomi devleri arasına girdiler. Biz neden yapmayalım?

Röportaj: Vildan Akyürek

Kaynak: www.anadolugenclik.com.tr

ter