BIST 9.368
DOLAR 34,53
EURO 36,11
ALTIN 2.962,62

“İlk taşı, günahsız olanınız atsın!”

İlk olmak, müspet ya da menfi manada ne anlam ifade ettiğine bakılmaksızın, her hal ve şartta önemli bir husus olarak insan nezdinde itibar görür. İlk olmanın itibarı, “İlk taşı atmak neden önemli?” sorusunun cevabından daha kıymetli görüldüğünden, ilk taşı atanın neye sebep olduğu pek önemsenmez. Peki, durum gerçekten de öyle mi? Gelin biri kıssa, diğeri bilimsel çalışma olan iki olay üzerinden konuyu değerlendirelim.

Hz. İsa’nın kıssası olarak, İncil’de geçtiği rivayet edilir. Zina yaptığı iddiası ile bir kadını taşlamak için can atan topluluğa Hz. İsa şöyle der: “İlk taşı, günahsız olanınız atsın”. Haliyle kimse taş atamaz. Topluluk dağılır, kadın da affedilir.

Kırık camlar teorisi olarak bilinir; ABD’li psikolog Philip Zimbardo, suç oranı yüksek bir bölge ile yüksek yaşam standartlarına sahip bir başka bölgeye 1959 model, plakasız ve kaputu aralık birer araba bırakır. Bu olaydan üç gün sonra suç oranı yüksek olan bölgede araç yağmalanarak paramparça edilir.

Yüksek yaşam standardına sahip olan bölgede ise kimsenin araca dokunmadığı görülür. Zimbardo,  aracın yanına giderek bir camını kırar. Bir süre sonra yüksek yaşam standardına sahip bölgedeki araç da paramparça hale gelir. Zimbardo şöyle bir sonuca ulaşır: “İlk camı kırana izin vermemek gerekir. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.”

***

Toplumsal iyileşme, makul ve olağan durumun devamı için düzeni bozanı cezalandırmak kulağa hoş gelebilir. Fakat birinci hikâyede belirtildiği gibi ilk taşı atacak niteliklere sahip bir insan olabilmek de kolay değildir. Kıssadan devam edecek olduğumuzda, herkesin eline taş alacak kudreti kendinde bulmasına rağmen kimsenin o taşı atabilecek niteliğe haiz olmadığını görüyoruz. Dahası, o kritik sorudan sonra topluluğun (esasen insanın) dağıldığını da anlıyoruz.

Zimbardo’nun çalışmasına baktığımızda ise içtimai statümüzün ne olduğuna bakmadan, arabanın camını kıran ve paramparça edilmesini sağlayan o ilk taşı atan insanın niteliklerine sahip olduğumuza kanaat getiriyoruz.

Her iki hikâyeden de ilk taşı atmanın ne kadar önemli olduğu açıkça ortada ve anlaşılabilir. Fakat ilk hikâyedeki gibi elinde taşla bekleyen, beklerken düşünen ve suça teşebbüs halinde kalan ‘dağılmış’ insanla; Zimbardo’nun çalışmasında aklını ve kalbini bir kenara bırakan, teşebbüs halinden çıkarak vahşice fiil aşamasına geçen insanı anlamak kolay değildir.

Burada şu sonuç ortaya çıkıyor; ilk taş, içtimai anlamda örnek alınacak günahsız bir kişinin elindeyken şerefli, onurlandırıcı, toplumu kendine getirici bir kalkan olurken; yine aynı taş, aklını ve kalbini bir şapka gibi kenara bırakan insanın elinde tehlikeli bir silaha dönüşebiliyor.

Günlerden bir gün ‘Ya o ilk taşı atabilecek günahsız biri çıkarsa?’ diye sorabilir ve bunun insan için umut verici olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat ilk taşı atacak birinin bulunmamasının, insanların kendini affet(tir)mesine vesile olacak kurtuluş reçetesini de beraberinde getireceği unutulmamalıdır. Çünkü insan, -yaşıyor olduğumuz çağdaki haddi aşan tüm fiillerine rağmen- emaneti yüklenebilen yegâne varlık ve hala affa mazhar olacak kadar Rabbi nispetinde şerefli.