BIST 9.660
DOLAR 34,61
EURO 36,35
ALTIN 2.928,48
HABER /  GÜNCEL  /  YEREL

İlahiyatçı Prof. Dr. Akşit: Peygamber Efendimizin sünnetine yapıştığımız için Allah sırtımızı yere getirmiyor

Anadolu Ajansı
Anadolu Ajansı

İlmiye sınıfı bir ailenin mensubu İlahiyatçı Prof. Dr. Akşit ''Bizi Suriye'ye benzetemediler. 15 Temmuz bunun alametidir. Peygamber Efendimizin sünnetine yapıştığımız için Allah sırtımızı yere getirmiyor arkadaş. Bunun başka bir izahı yok'' dedi.

Abone ol

İlmiye sınıfı bir ailenin mensubu ve müderris torunu 82 yaşındaki Prof. Dr. Mustafa Cevat Akşit, dini ilimler sahasında yayınladığı eserlerin yanı sıra İstanbul Kadıköy'deki Gaye Vakfında talebe yetiştirme çalışmalarını sürdürüyor.

Denizli'nin Yatağan ilçesinde 1938'de dünyaya gelen Akşit, küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Amcasından medrese usulü Emsile, Bina, Maksud, İzzi, Avamil, İzhar ve Kafiye dersleri okudu.

Mehmed Zahid Kotku'nun imamlık yaptığı camide müezzinlik yaparak Kotku'dan icazet alan ve özellikle onun sohbet halkasından çok etkilenen Akşit, sırasıyla İstanbul İmam Hatip Lisesi, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Akşit daha sonra Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü Müdürlüğü, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Kürsüsü'nde Ana Bilim Dalı Başkanlığı, İzmir ve İstanbul barolarında avukatlık gibi çeşitli idari, hukuki, sınai ve ticari faaliyetlerde bulundu.

Prof. Dr. Akşit, "Türkiye'nin Yaşayan İlim Hazineleri" haber dosyası kapsamında AA muhabirinin sorularını yanıtlayarak, hayat hikayesi, ilmi çalışmaları, köklü din eğitiminin önemi, İslam dünyasında son dönemde varlık gösteren şiddet ve terör eğilimli akımlarla ilgili açıklamalar yaptı.

SORU: "Mübarek Ramazan-ı Şerif ayı içerisindeyiz, lakin bu yıl farklı bir ramazan yaşıyoruz. Koronavirüs salgını sebebiyle Müslümanların çoğunlukla zamanlarını evde geçirdiği bugünler için tavsiyelerinizi ve hislerinizi öğrenebilir miyiz?"

M. Cevat Akşit: "Evvela yetkililerin 'evde kalın' çağrısına uymak lazım gelir. Bakıyorum haberlerde özellikle yaşı ileri gelenler dışarı çıkma gayreti içerisindeler, dikkat etsinler lütfen. Evlerinde tövbe istiğfar çekebilirler, geçmiş namazlarını kaza edebilirler, sübhanallah zikri çekebilirler, hem bu sıkıntıları kaybolur hem de günahları affolur. Bu koronavirüs bütün dünyaya bir bela. Böyle belalar ya müminlere karşı günahlarını affettirmek için verilir ya da makamımızın, rütbemizin, derecemizin yükselmesine sebep olması için. Büyük adamlar hep böyle sıkıntılı zamanlarda terfi etmiştir, çıkmıştır. Sıkıntılara rağmen hiç isyan etmemişler, Cenabıhakk'a sokulmuşlar ve af dilemişlerdir. Bu yüzden biz de bu ramazanı fırsat bilmeliyiz. Çünkü ramazan müminlerin ayı olduğu için edilen dualar reddolunmaz, açılan eller boş çevrilmez ve ramazanda yapılan iyilikler 70 kat fazla verilir. Allah'ın bir lütfudur bu. Uyanık geçirmemiz ve yasaklara uymamız lazım. Peygamber Efendimizin de vebaya karşı tavsiyesidir bu, 'Bir yerde salgın hastalık olduğu zaman bulunduğunuz yerden dışarıya çıkmayın, kendinizi muhafaza edin' der."

SORU: "Ülkemizin zor zamanlar geçirdiği yıllarda yetiştiniz ve Türkiye'nin farklı dönemlerine şahitlik ettiniz. Yaşadığınız çeşitli zorluklara rağmen ilim/ bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?"

M. Cevat Akşit: "Ben Denizli’nin Yatağan kasabasındanım. Dedelerimiz, Akseki'nin Gemerler köyünden gelmiş. Aksekililer uyanık olur bilirsiniz. Büyük dedem medresenin hocasının kızını almış. Medresenin müderrisi olmuş. Ondan sonra İsmet Paşa döneminde kapanıncaya kadar 400-450 sene bizim sülalemiz medreseyi devam ettirmiş. Kapandığı zaman bine yakın kayıtlı öğrencisi varmış. Ben kayıtlarını buldum. Aydın, Denizli, Muğla, Burdur ve Antalya, 5 tane ilin ilim merkezi. Öyle kuvvetli bir medrese, bir ilim yatağı... Bizim sülale o medreseyi talebelerden 5 kuruş almadan idare etmiş. Sistem bu. Bütün medreseler böyle miydi bilemiyorum fakat bizimkiler hiç maaş almıyor, talebe okutuyor ömrübillah. Babam çiftçilik ve bakkallık yapıyor ama ölünceye kadar müderrislik de yapmış."

"Babamın duasını hala elimle tutmuş gibi hissediyorum"

"Ben 1938 doğumluyum. Babam iki hanımlı. Birinci hanımı ölmüş. Onun yerine benim annemle evlenmiş. 14 kardeşiz biz. Ben son numarayım. Üç buçuk yaşındayken babam vefat etmiş. Babam vefat ederken son yatışında, ben yatağın üstüne çıkmışım. Annem rahmetli, 'Bak Mustafa üstüne geliyor.' demiş. Babam, 'Halim yok hanım! Al onu. Benim duam ona yeter.' demiş.

Ben bu duayı hala elimle tutmuş gibi hissediyorum. Onun için ana baba duası almamız lazım. Tabii bir de vasiyet etmiş. 14 çocuğuz. Demiş ki, 'Mustafa'ya dokunmak yok. Ne yaparsa fiske vurmayacak, azarlamayacaksınız.' Yetim kalacağımı bildiğinden bunu söylemiş. Onun için ben evde biriciktim, ayrıcalıklıydım. Yani öyle büyüdüm."

SORU: "İlk dini eğitiminizi hatırlıyor musunuz?"

M. Cevat Akşit: "O sıralarda Kur'an okumak suçtu. Bütün amcalarım hoca, evler bitişik. 'Dam üstü' deriz biz, toprak damın üstünden komşu eve, amcamın evine geçilirdi. Ben ilkokuldayken, geceleri yatsıdan sonra amcamın oraya geçer, Kur'an öğrenirdim. Yatsıdan sonra karanlıkta geçerdim, kimse görmesin, duymasın diye.

O zaman Arapça ezan okumak yasaklandı. 'Tanrı uludur' çıktı. Dışarıda ben çocuk olarak, 'Tanrı uludur. Şüphesiz bilirim ve bildiririm: Tanrı'dan başka yoktur tapacak.' diye ezan okurdum. İçeride de yetişkinler Arapça ezan okurdu. Çocukluğumuz böyle geçti.

Amcalarımdan biri Demokrat Parti iktidara geçince medrese kurdu. Önce evinde okuduk. Sonra Kur'an kursları açıldı. Amcamın oğlu yok, benim de babam. Annemle anlaşmışlar 'Cevat'ı hoca yapacağım.' demiş amcam. Annem de ona inanmış. Hülasa ilkokulu bitirdikten sonra köyde iki sene Emsile, Bina, Maksud, İzzi, Avamil, İzhar ve Kafiye okudum. Onları amcam ezberletti bana. Bire bir ona okudum. Fakat benim o zaman kafamda hep babamın duası var, şimdi anlıyorum. Aklıma 'köyde, küçük yerde adam olunmaz' fikri geldi."

"İmam Hatipe kayıt olmak için 10 gün parkta yattım"

SORU: "İmam Hatipe nasıl başladınız?"

M. Cevat Akşit: "Isparta İmam Hatip Okuluna gitmek istiyorum. Fakat annem beni çok sevdiği için bırakmak istemiyor. Neyse ben kayıt oldum. Otobüs yok o zaman. Bir kamyon geldi. Kamyondaki eşyanın üstüne bizi aldı. Isparta'ya kadar açık havada, yükün üstünde böyle gittik. Tabii otel paramız yok. Isparta'ya vardık, parkta yayındık. Bekçi geldi. 'Ben İmam Hatipe kayıt olacağım. Ev buluncaya kadar parkta yatacağım, otel param yok.' dedim. Bekçi de 'Tamam' dedi. Bir hafta, 10 gün parkta yattım."

SORU: "Havalar sıcak mıydı, mevsim yaz mıydı peki hocam?"

M. Cevat Akşit: Memleketten 9 arkadaştık, bir ev bulduk, onlar da benim gibi, o zaman çok fakirlik vardı. Her gün mercimek çorbası, kuru fasulye yiyoruz. 9 kişiyiz, 9 tane ekmek alıyoruz. Bakkal 'Mevlit mi okutuyorsunuz?' diyormuş."

SORU: "İstanbul maceranız nasıl başladı?"

M. Cevat Akşit: "Benim derslerim çok iyiydi. Hep takdir alırdım, babamın, anamın duası sayesinde. Hocalarım çok severdi beni ama içimde sönmeyen bir ateş, İstanbul. İstanbul'u hiç görmemiş, sadece Isparta'yı görmüşüz. Filmlerde görüyoruz İstanbul'u. Filme, sinemaya gitmek de yasak. Gördü mü cezalandırıyor müdür. Biz pazar günleri kaçak gidiyoruz. İlkokul hocam da İstanbul'a nakletmiş kendini. Hanımı buralıydı. Bir mektup yazdım, 'Hocam ben İstanbul'da okuyacağım. Beni oraya aldırabilir misin?' dedim. Hocamdan cevap geldi, 'Müdür yardımcısı benim hocam. Aldırırım seni, gel.' diye. Öylece İstanbul macerası başlamış oldu."

SORU: "Böylece ikinci kez kendi yolunuzu tayin ettiniz değil mi?

M. Cevat Akşit: "Bunlar tabii kaderin cilvesi. Durduk yerde içime İstanbul ateşi niye düşsün? Babamın duası dedim ya. Tabii otel parası yok. Gelmeden önce Sirkeci'de, komşu köy Yeşilyuva'dan bir ağabeyin olduğunu öğrendim. Fırında işçiymiş. Onu buldum. Fırının altında ekmek satıyorlar. Üstünde un çuvallarının olduğu depo var. O un çuvallarını yığdı birbiri üstüne. Arasına bir kişi yatacak kadar hasır serdi, 'Burada yat.' dedi. Ben 15 gün orada un çuvalları arasında yattım. Orada ekmek de var. Lokanta parası da vermiyoruz. Hocam Samatya'da oturuyormuş. 1-2 gün sonra hocanın evini buldum. Kalktık birlikte Vefa'ya geldik. Hocam müdür yardımcısını buldu. Ben de takdirnamelerimi gösterdim. Övdü beni. Ondan sonra hep birlikte müdüre gittik. Müdür Gündüz Akbıyık. Ters bir adamdı, kimseyi dinlemez, burnunun doğrultusuna giderdi. 'Hayır, ben Anadolu'dan öğrenci almam.' dedi. Hocam, her dönem takdirname aldığımı söyleyince, 'Anadolu'da takdir almak kolay. Benim öğrencilerim hep seçkin adamlar, duahan, mevlithan, hafız. Hocalar da öyle. Hasan Basri Çantay tefsir hocası, Ömer Nasuhi Bilmen kelam hocası. Böyle seçkin hocalar var.' dedi. Adam haksız da değil. Ben de bıyığım çıkmamış sarı bir oğlanım. Almadı. Almayınca geri de dönemiyorum. Isparta'daki müdür beni bırakmak istemediği için kavga etmiştik. 10 gün daha İstanbul'da kaldım. Sonra tekrar gittim hocama. O da sağ olsun 'Bir daha gidelim.' dedi. Bir daha gittik. Muavin bu sefer müdüre söylemeden kaydımı yaptı. Müdürün haberi yok, okul kalabalık. Böyle başladık."

"Dedelerin seni bana emanet ettiler, seni ben yetiştireceğim!"

"İmam Hatipte devam ederken, müezzinlik imtihanları açıldı. İmtihana girdim. O zaman Kamil Küçük müftüydü. İmtihan sonucunda birinci İhsan Toksarı, ikinci bir başka arkadaş, üçüncü ise ben oldum. Bana Fatih Camisi geldi. Fatih Camisi, kaloriferli lojmanı olan tek cami. Bir de Yasin okuyorsun, iki maaş para veriyorlar. Gelirli bir cami yani. Bütün mevlithanlar, duahanlar üşüştü. Bir de senatör, milletvekili takmışlar peşlerine. Benim amcam da doktor Baha Akşit, rahmetli Menderes'in grup başkanvekilli. Müftü, 'Oğlum burası senin hakkın ama hep senatörler, bakanlar geliyor. Ben seni tayin edemeyeceğim. Amcana telefon et.' dedi. Amcam da 'Öyle şey mi olur? Senin hakkınsa sen gireceksin.' dedi. Ama olmadı. Beni tayin edemediler oraya.

Her şey kaderle oluyor. Hakkım olduğu ve amcamın da torpili olduğu halde tayin edemedi müftü. Müftü Kamil Küçük bir daha çağırdı, 'Zeyrek'te Ümmü Gülsüm Camisi var. Orası yıkılacak. İyi bir yer çıkana kadar şimdilik orada kal. Ben seni tayin edeceğim.' dedi. Mehmed Zahid Efendi orada imam ama ben hocayı tanımıyorum. Tayin olduktan sonra gittim. İkindi namazıydı. Hocaefendi boylu poslu iri yarı bir adam. Muazzam sakalı, sarığı, cübbesi var. Ben de lise 1 talebesiyim. 'Ben bu caminin müezziniyim, yeni tayin oldum.' dedim. Hocaefendi elimi tuttu, koyvermedi. Aynen olan şey bu! 'Sağda solda dolaşıp durma. Dedelerin seni bana emanet etti, seni ben yetiştireceğim.' dedi."

"Mehmed Zahid Kotku'nun meclisi beni çok etkiledi"

"Hocaefendinin evinde her akşam sohbet olurdu. Erbakan Hoca o zaman doçent, Osman Çataklı, Nevzat Kor, hepsi asistan, doktor, doçent. Bazen subaylar da gelirdi. Hep de böyle seçkin adamlar. Ben onlara çay, kahve verir, sofra kurar, kaldırırım. Evin oğluyum ya. İşte o meclis beni çok etkiledi.

İmam Hatip Lisesini bitirince kafaya koydum, iki lise, iki fakülte bitireceğim onlar gibi. Haziranda İmam Hatip Lisesini bitirdim, eylülde ise Pertevniyal Lisesine dışarıdan başvurdum. Sonra doktorluğu seviyorum diye tıp fakültesine kaydoldum. Ama dediler ki 'Laboratuvarlara devam etmezsen, kitapları ezberlesen de sınıfta kalırsın.' Ben de hoca çocuğuyum. Sülalemiz hoca. Bir hocaefendinin yanındayım. İslam Enstitüsünde talebe yazılmışım, orayı bırakamadım. Onun üzerine oradan kaydımı aldım. 1960'ta hukuk fakültesine kayıt oldum."

SORU: "Fakülteleri bitirdikten sonra ne yaptınız?"

M. Cevat Akşit: "Mezun olduktan sonra Polatlı'daki topçu okuluna askere gittim. Bu askerlik çok güzel bir şey, her tür adamla orada tanıştım. Mesela sarhoş çocuklar vardı. Kafayı çekerler ama akşam oldu mu, benim karyolamın etrafına gelir, dini sorular sorarlardı. "

"Askerde nöbet tutarken aldığım zevk, gece namazı kılmanın verdiği zevkten daha üstündü"

"Acemilik sonrası İzmir'e geldim. Yalnız babam askerlik yapmamış. Çanakkale'ye de İstiklal Harbi'ne de almamışlar. Ona demişler ki 'Sen hocasın köyleri dolaş, cepheye adam gönder.' Böyle yapmış babam da. Ama anneme demiş ki 'Yahu askerlik gibi bir görevi yapamadım, çok üzülüyorum.' Annem bunu söyledi bana. Ben de bunu biliyorum ya, nöbetçi olduğum gün arkadaşlarıma, 'Gidin siz yatın.' diyordum. Ben sabaha kadar babamın yerine de nöbet tutuyordum. Hiç uyumuyordum, fırtınalı günlerde, yaz-kış farketmiyordu. Paşa bunu duymuş, geldi beni bölük komutanı yaptı. Şunu söyleyeyim, gece namazı çok kıymetlidir. Ama askerde nöbet tutarken aldığım zevk, gece namazı kılmanın verdiği zevkten daha üstündü. Askerde çok büyük manevi zevkler duydum yani."

"Erzurum'da bir haftada 500 kişilik yurt açtık"

"Askerlikten sonra Denizli'de müdürlük yaptım, ardından Adana İmam Hatip'e, oradan da Erzurum İslam Enstitüsüne müdür olarak atandım. Erzurum'da bir mesele var onu anlatmak isterim. 34 yaşında Erzurum'a gittim. O zaman 12 Mart hükümeti var, ideolojik hareketlerin olduğu dönem. Öğrencilerin yüzde 80'i bugün de bilinen bir cemaate bağlı, yüzde 10'u ülkücü. Geri kalanı Milli Mücadeleci vesaire. Ortada öğrenci yok! O zaman öyleydi, her gün okullarda kanlı, bıçaklı kavgalar olur. 'Hop!' dedim. 'Burası ilim yuvası, siz Müslümanlığı eksiksiz fazlasız insanlara öğreteceksiniz, görevimiz bu. Falan cemaate gidersiniz öbür cemaatler sizi dinlemez, görevinizi yapamazsınız. Bu bakımdan gidemezsiniz. İkincisi de ben kanun adamıyım. Kim giderse canını yakarım.' dedim. Bir estim, yağdım. Gülüp geçtiler. Hepsi ideolojik gruplara ayrılmış. Ben, onların arasında yetiştim. Seviyorum onları. Sevdiğim için yapacağımı yapıyorum, müdür olduğum için değil. İyi yetişsinler diye.

Ne yapayım Yarabbi? Ben de Mehmed Zahid Efendi'ye mektup yazdım. O zaman devlet burs veremiyor herkese. Yurt yok. Şimdiki gibi değil. 1971 senesi. 'Burada şu kadar öğrenci var, evleri yok. Erzurumlular da bekara ev vermiyor, ahlakımızı bozar diye. O yüzden çocuklar kıyıda köşede, damda, şurada burada, kirli pasaklı ortamlarda kalıyorlar.' diye yazdım. Bunları anlatınca Hocaefendi çıkmış kürsüye, 'Siz ne biçim Müslümansınız' diye çıkışmış cemaate. 'Müftü olacak adam, damda mı kalır.' demiş. Sonra Yusuf Türel ve Muammer Topbaş beni aradı. 'Ne yaptın? Hocaefendi bizi mahvetti. Hemen yarın geliyoruz.' dediler. Geldiler. Burada 5 yıldızlı otel sahibi bir hafız var, tanışıyoruz. Adamı çağırdık, arkadaşlar parayı çıkardı ama onun yıllık kazancı kadar değil, yarısı kadar. 'Burada şu kadar para var. Her sene bu kadar para vereceğiz sana. Bir hafta içinde boşaltacak, badana yaptıracak, bize vereceksin. Biz orayı yurt yapacağız.' dediler. Adam peşin parayı görünce, 'Tamam' dedi. Bir hafta sonra 500 kişilik yurt açtık."

"Ebu Hanife müthiş bir adammış"

SORU: "Doktora eğitimine nasıl başladınız?"

M. Cevat Akşit: "Erzurum'da dört sene kaldım. Hem ders hazırlıyorum hem doktora yapıyorum. Doktoramın konusu da 'İslam Ceza Hukukunda İnsani Esaslar'. Bizim Müslüman hocalara söyledim. 'Sen deli misin?' dediler. Bizi idam ederler, şeriatı övmüş oluyoruz ya, korkuyorlar. O zaman öyleydi. Atatürk Üniversitesinde ceza hukuku profesörü var. 'Ben Yüksek İslam Enstitüsü müdürüyüm ve şu konuda doktora tezi hazırlamak istiyorum.' dedim. 'Tamam' dedi. Beni Fransızca imtihan etti. Kazandık. Arapçadan da imtihan ettirdi. Ondan sonra 'Şu konuyu üç ay sonra getir bana, bir deneme yapalım.' dedi. 'Tamam' dedim.

Tabii müdür olduğum için okulun bütün kitaplarını yığdım odama. Oturuyorum, bir fikri bütün kitaplarda buluyor yazıyorum. Sabahlara kadar zevkle çalışıyorum. Üç ay sonra gittim. Hoca da sabaha kadar okumuş yazdıklarımı. Sabahleyin geldi. 'Sana niye evet dedim biliyor musun? Ben İslam hukukuna inanmıyorum fakat koskoca müdürsün. Zaten bir şey bulamaz, kendiliğinden bırakırsın, diye düşünerek kabul ettim. Ama bu Ebu Hanife müthiş bir adammış yahu! Batıda düşünemedikleri şeyi adam bin sene evvel kanun yapmış.' dedi. Bir gecede herif değişti. Böylece Ankara'da 4 buçuk saat tez savunmasını da verdim. Meğer çok hoşlarına gitmiş ondan uzamış."

SORU: "Kendinizi nasıl bir ilmi sürekliliğin devamı olarak görüyorsunuz? Hayat yolculuğunuzda sizi etkileyen şahsiyetlerden ve sizi motive eden hususlardan bahsedebilir misiniz?"

M. Cevat Akşit: "Beni en çok etkileyen Mehmed Zahid (Kotku) Efendi olmuştur. Onun meclisindekilerin hepsi ilim adamı. Hep seviyeli, hiç dedikodu olmaz. İlmi konular tartışılır. Bu hava çok etkiledi beni. Ömer Nasuhi Bilmen ve Hasan Basri Çantay, Mehmed Zahid Kotku hazretlerine gelirdi. Pek bahsetmezler ama onlar Gümüşhanevi Hazretleri ocağına tabi idi. Hem de imam hatipte Hasan Basri Hoca tefsir, Ömer Nasuhi Bilmen kelam, Ahmet Davutoğlu ve Celalettin Ökten hocalar Arapça dersimize girerdi. Mahir İz müdürümüz ve edebiyat hocamızdı. Hep çok heyecanlı biriydi. Kürsüye çıkar, nutuk çeker ve öğrenciye ruh verirdi. Nurettin Topçu da dersimize girdi. Beni çok severdi. Üniversiteyi birincilikle bitirmiş. Ondan sonra birlikte çok vakit geçirdik hocayla. Biraz titiz birisiydi. Mesela otobüste oturmazdı. Pantolonuna toz değse 10 dakika onu temizlemekle uğraşırdı. Beraber Vefa'dan evine kadar çantasını ben taşırdım, evine giderdik. Yine böyle bir seferinde bir şey anlattı bana. Sultan Hamam'da dükkanı olan bir lise arkadaşı Sırrı bey vardı. Topçu ona bir gün demiş ki, 'Sırrı ben kendimi denize atacağım.' Niye? diye sormuş Sırrı. Topçu, ‘Arkadaş eve gidiyorum, babam namaz kılıyor, Allah var ama bilgilerime bakıyorum Allah yok. Arada bocaladım ben. Bir türlü soruları çözemiyorum. Benim sorularıma cevap verecek bir hoca var mı? Yoksa kendimi denize atacağım.' demiş. Sırrı, 'Niye daha önce söylemedin.’ demiş. Sırrı bey, Abdülaziz Bekkine'nin müridi. Öyle olunca Nurettin Topçu’yu hocayla tanışmaya götürmüş. O gün o kadar etkilenmiş ki Topçu ömrünün sonuna kadar bir daha bırakmadı hocayı."

"Peygamber Efendimizin sünnetine yapıştığımız için Allah sırtımızı yere getirmiyor"

SORU: "İslam dünyasında özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde ortaya çıkan tek doğrucu ve tekfirci zararlı akımlar diğer İslam ülkelerinde hızla yayılmışken, Türkiye’de kitleselleşemedi. Diğer Müslüman ülkelerin çoğunda yaygınlaşan bu akımların Türkiye’de o çapta yaygınlaşamamasını neye bağlıyorsunuz?"

M. Cevat Akşit: "İnsanlarımıza bilgiyi kitaplardan ve kaynaklardan göstermek gerek. Mesela bir keresinde bir akrabamızın düğününe gitmiştik. Kadınlar da var tabii ama düğün olduğu için biraz rahat giyinmişler. Orada beni gören bir kadın yanıma geldi, 'Hocam ben senin hayranınım. Her sabah seni dinliyorum.' dedi. 'Hanımefendi, beni her sabah dinliyor olsan, karşıma böyle gelmezsin.' dedim. Tabii kadın bozuldu, 'Hocam örtünmek örf değil mi?' dedi bana. Şimdi onu ikna için cevap vermek lazım. Başladım anlatmaya. 'Atatürk meclise yazı yazmış, Kur'an-ı Kerim'i Türkçe tefsir edelim diye. Elmalılı Hamdi Yazır hoca da kabul etmiş ve devlet bunu bastırmış. O tefsirin 5. cildinin 3405. sayfasına bakın hanımefendi. Kadının eli, yüzü, ayağı hariç yabancı erkeğe göstermesi günahtır, haramdır.' dedim. Öyle olunca o da 'Tamam hocam' dedi. Bizim vatandaşımız, insanımız çok güzel. Bu bizim DNA'mız, karakterimiz olmuş, bu Mısır'da, Suriye'de yok. Bizde bayram namazına gelir adam, namazını kılar gider değil mi? Bu 1100 senelik eğitimin yansımasıdır. Onun için bizi Suriye'ye benzetemediler. Ne kadar yalancı şeyhler falan sokmaya çalışsalar da beceremediler. İşte 15 Temmuz bunun alametidir. Sarhoş, küpeli genç, başı açık kadın gidip tankın önüne yatmadı mı? Peygamber Efendimizin sünnetine yapıştığımız için Allah sırtımızı yere getirmiyor arkadaş. Bunun başka bir izahı yok. Türkiye'de bir dönem dine ve mukaddesata karşı ciddi cephe alınmış. Ama bu milletin içini değiştirememişler."

"Bir sarhoşun yanında Muhammed'e sövseniz orada seni öldürür"

SORU: "Orta Doğu'da bazı ülkelerdeki mezhepçi yaklaşımları ve mezhep çatışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?"

M. Cevat Akşit: "Karahanlılar Devleti medreselerde Ehl-i Sünnet itikadını, Hanefi mezhebini okutmuş. Resmi ideoloji bu. Selçuklular dönemi gelmiş, aynı şey devam etmiş. Türklerde taassup yoktur. Melikşah kuvvetli hakandır. Yardımcısı Nizamülmülk, Şafii imamıdır. Sen başka mezheptensin diye dışlamamış. Hem de o tarihte Bağdat'ta Şafiilerle Hanbeliler kanlı savaş yapıyor. Osmanlılar da aynı yoldan gitmiş. Ehl-i Sünnet itikadı Hanefi mezhebi bizim mayamız olmuş artık. Televizyonda konuşma yaptığım zamanlar her yerden ararlardı beni. Meyhaneden arayıp ‘Hocam seni çok seviyoruz, hep seni dinliyoruz.’ derlerdi. Niye? Çünkü bin sene bu böyle okutulmuş. Atasözleri, deyimler, örfler ya ayettir ya hadistir. Ben duydum papaz toplantısında 'Türkleri bir türlü hizaya getiremiyoruz. Bir sarhoşun yanında Muhammed'e sövseniz orada seni öldürür.' diye yakınmıştı biri.

Müslümanlığa giren toplumlar örf ve adetlerini bırakmadı. İslam aleminde her şey okunuyor fakat örf ve adetler de devam ediyor bir taraftan. Bizim nazar boncuğu gibi düşünülebilir. O yüzden bir memlekette 'ak' denilene bir başkasında 'kara' denilebiliyor. İşte o zaman Ebu Hanife, İmam Şafii çıktı. Bunlar 4 değil, esasen 29 tanedir, tartıştılar, münazara ettiler. Ama sonra hepsi İmam-ı Azam dedi. Görüşlerinin güzel olduğu ortaya çıktı. Sonuç olarak 4 ana yol üzerinde birleştiler. Türkler Müslüman olduğundan beri Ebu Hanefi’ye bağlıdır. Çünkü bizde Kur'an, sünnet, icma, kıyas, 4 ana kaynak var. Bunlara bağlıyız.

Biz bu düşüncelerle Denizli Yatağan'da İslami Araştırma Enstitüsü kurduk. Sadece yüksek lisans ve doktora talebelerine eğitim verilecek. Burada Gaye Vakfını da benzer bir amaçla kurduk. Şimdi 100'ü aşkın üniversitede öğrencimiz var. Onlara ayrıca medrese usulü ek dersler veriyoruz. Denizli'deki enstitüde en seçkin hocaların orada ders vermesi için maddi manevi tüm imkanlarımızı kullanıyoruz. Alim yetiştirmek için gayret ediyoruz."

SORU: "15 Temmuz darbe girişimiyle ülkemize ve milletimize yönelik hain niyetleri tamamıyla ortaya çıkan FETÖ'ye bakışınız nedir? Bu örgütün toplumumuza ve inanç dünyamıza verdiği zararlar nelerdir?"

M. Cevat Akşit: "Biliyorsunuz, 'Allah' demek suçtu bir zamanlar Türkiye'de. Din unutturulmaya çalışıldı ancak rahmetli Menderes, İmam Hatipleri açtıktan sonra tekrar dini hayat yaşanmaya başlandı. İsmet Paşa dönemindeki o dini boşluktan dolayı bilgisizlik oluştu. Bu bilgisizliği özellikle Avrupa ve Amerika kullanma gayreti içerisinde. Türkiye'ye sahte hocalar, şeyhler göndererek, PKK gibi bölücü örgütler kurarak bu toplumda maya haline gelen Ehl-i Sünnet yapısını bozmaya çalışıyorlar. Arap ülkelerinde bunu başardılar. Türkiye'de de hala uğraşıyorlar ama inşallah başaramayacaklar."

"Halkı doğru bilgilendirmek için hocalara çok iş düşüyor"

SORU: "FETÖ'nün ülkemizi ve milletimizi hedef alan darbe girişiminden ne tür dersler çıkarılmalı ve böyle durumların yaşanmaması için sizce neler yapılmalı?"

M. Cevat Akşit: "Bu sapık tarikatlar kendi menfaatleri için her şeyi caiz görüyor ve İslam'da olmayan fetvalar veriyor. En güzeli ve doğrusu halkı doğru bilgilendirmek. Mayamız var, Elhamdülillah. Bak ne dedim, İslami usullere uygun olarak örtünmeyen hanım, kitaptan konuşunca hemen kendine geldi, ‘Yanıldığımı anladım.' dedi. Burada biz hocalara çok büyük iş düşüyor."

SORU: "Gençlere neler tavsiye edersiniz?"

M. Cevat Akşit: "Evvela şahsiyet sahibi olacağız. Arkadaşlık çok önemli. Her girilen ortama, araziye uymamak lazım. Biz çalışacağız. Gavur da boş durmuyor tabii ki. Gayret edeceğiz."