Kredi derecelendirme kuruluşları Moody's ve Fitch gelecek ay Türkiye değerlendirmelerini açıklayacak. Öncesindeyse Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu kurumlara karşı eleştiri dozunu artırdığı görülüyor. Zülfikar Doğan'ın yorumu:
Abone olKredi derecelendirme kuruluşları Fitch ve Moody’s, Ekim ayında Türkiye’nin kredi notu ve görünümüyle ilgili değerlendirmelerini açıklayacaklar.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir süredir reyting kuruluşlarına tehditkâr bir söylem kullanıyor. “Türkiye ekonomisini batırmak, hükümete, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) darbe yapmak” isteyen dış ve iç güçlerin “maşası” olarak niteliyor.
“Bunların derdi ekonomi değil, niyetleri başka. Gerekirse, Başbakanıma (Ahmet Davutoğlu) talimat verip, daha önce birine (Standard and Poor’s) yaptığımız gibi, bunların da (Fitch ve Moody’s) sözleşmelerini iptal ettiririm” diyor.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın sözleriyle, yılda, 220-230 milyar dolar dış kaynak bulması gereken Türkiye, bu kuruluşlarla sözleşmeyi feshedebilir mi? Paraya ihtiyacı olan ve parası olanların da önce “ülkenin kredi notuna” baktıkları küresel ekonomik düzenden, Türkiye kendini dışlayabilir mi?
2012’den itibaren, omurgası inşaat-konut-TOKİ üzerine kurulu ekonomik modelde, 10. yıl yorgunluğuyla işler baş aşağı gitmeye başladı. Babacan, “Üretmeden çok lüks binalar, AVM’ler yapan, taşa toprağa para harcayan bir ekonomi oluyoruz” diye uyarıyor. Büyüme inişe (yüzde 2,1), işsizlik (yüzde 9,1) ve enflasyon (yüzde 9,5) artışa geçti. Bütçe harcamaları yüzde 14’e yaklaşırken, vergi geliri artışı, yüzde 7’de kaldı. Yine de cari açığın milli gelire oranı yüzde 6,7 ile büyümenin üç katı düzeyinde.
Kırılgan finans sektörü
Fitch, Haziran'da en büyük üç Türk bankasının (İş Bankası, Garanti, Akbank) notunu düşürdü, bir bankanın da (Yapı Kredi) görünümünü “negatife” çevirdi. Şimdi ise bankacılık sektöründe, hızlı kredi büyümesi ve dış borçlar nedeniyle riskin daha da arttığı dile getiriliyor.
İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, “Asıl balon inşaatta değil, finans sektöründe. İki aylık finansmanla, uzun vadeli kredi veriyoruz. Bankacılık sektörünün övünülecek bir durumu yok” diyor.
Türkiye Bankalar Birliği (TBB), kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin her ay 100 bin kişi arttığını açıkladı. Takipteki krediler çığ gibi büyüyor. Cari açığı dizginlemek, bankaların riskini azaltmak, kredi kullanımını geriletmek için alınan kararlarla, otomotivde satışlar yüzde 30, konutta yüzde 32 düştü.
İstihdam yoğun bu sektörlerdeki gidiş, büyüme hızının daha da ineceğini, işsizliğin artacağını gösteriyor.
Merkez Bankası dün faizleri 8,25’te sabit tuttu. Buna rağmen tasarruflar artmıyor. Çünkü, bankada TL mevduatı olanlara, zaten yüzde 15 stopaj düşüldükten sonra, yüzde 7, yani yüzde 9,5’luk enflasyona göre, 2,5 puan “negatif faiz” ödeniyor.
Tasarruf sahipleri dövize geçiyor. Yabancı para sahipleri ise faizler artmadığı için parasını çekip gidiyor. Bu da dövizi, maliyeti, enflasyonu yükseltiyor.
İstikrar kaygısı
Kredi derecelendirme kuruluşları, Fed’in ve Avrupa Merkez Bankası'nın kararlarının negatif yansıması dışında, Türkiye için ekonomik ve ağırlıkla da “siyasi ve bölgesel risk” uyarısı yapıyor. Hükümet, 13 yıldır iktidarın kendisinde olmasını “koalisyon dönemlerine göre istikrar” olarak sunuyor.
Siyasi istikrar, yalnızca seçim, TBMM’de çoğunlukta olmak değil ki. Yerli-yabancı yatırımcı istikrar denince, iktidarın kurumlarla ve komşularla ilişkilerine bakıyor.
Bir yanda iktidarın yargıyla, polisle, toplumun yarısıyla, Merkez Bankası, BDDK gibi kurumlarla, işadamlarıyla, medyayla kavgalı olduğu, diğer tarafta sınırları sıcak savaş riskinde, komşularıyla siyasi-ekonomik-diplomatik ilişkileri en alt düzeye inmiş, bölgesinde önemli ülkelerde (İsrail, Mısır, Suriye, Libya) Büyükelçisi bile olmayan bir ülkeye, “istikrarlı” demek zor.
18 yıl sonra ilk kez, 2012’de Türkiye’nin notunu “yatırım yapılabilir ülke” (BBB-) düzeyine yükselten Fitch ve Moody’s’e, o zaman övgüler yağdıran dönemin Başbakanı Erdoğan’dı.
Şimdi yeni not açıklaması öncesinde bu kuruluşlar Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sert dille eleştiriliyor.
Türkiye’ye “not darbesi” gelecek mi göreceğiz. Ancak sorunun yanıtı, yukarıdaki ekonomik ve siyasi tabloyla, verilerde apaçık ortada değil mi?