Yalçın Pekşen, yeni TCK'yla ilgili eleştirilerine devam ediyor. Pekşen'in aklına II. Abdülhamit devri geldi. Yazar, o zamanla bugün arasında kıyaslama yaptı.
Abone ol Yeni TCK'nın basına getirdiği kısıtlamalar Yalçın Pekşen'in aklına basına uyguladığı kısıtlamalarla dünya tarihine geçen Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit'i getirdi. Pekşen, yeni TCK'yı buldu.Yazı: Yalçın Pekşen
Kaynak:
II. Abdülhamit dönemi (1876-1908) sadece bizim için değil, dünya basın-yayın tarihinin de en inanılmaz sansürünün uygulandığı bir dönemdir.
-Bunlar gerilerde kaldı...gibi bir düşünce akla gelebilir. Ancak toplumun hafızasına kayıtlı bazı uygulamaların izleri kolay kolay silinemiyor.
1 Haziran'da yürürlüğe girmesi beklenen yeni TCK'nın 'basın özgürlüğünü kısıtlayıcı' maddelerinin 21.yüzyılda akla gelebilmesi ve 'çağdaş görünümlü' bir ceza yasasına girebilmesi normal sayılmaz. Ancak kolektif hafızadan henüz silinememiş olan Osmanlı döneminin baskıcı uygulamalarıyla açıklanabilir.
Göreceksiniz, yeni ceza yasası bu haliyle yürürlüğe girerse, sadece ülkemizde değil, bütün dünyada şaşkınlık yaratacaktır.
Tıpkı II. Abdülhamit devri uygulamalarının o tarihlerde yarattığı şaşkınlık gibi...
II. Abdülhamit 31 Ağustos 1876'da tahta çıktı. 20 Eylül 1877'de çıkardığı bir kararname ile sıkıyönetim ilan etti. Buna göre 'yetkililer zihinleri karıştıracak yayın yapan gazeteleri hemen kapatmaya ve sorumlularını hapse atmaya yetkili' idiler.
Gazetelerde yazı yayınlamanın da bir 'usul-ü erkanı' vardı. Şöyle ki:
'n Sultanın sağlığının iyiliği, hasatın bolluğu, ticaretin ve sanatın ilerlemesi haberleri serbestti.
Milli Eğitim Bakanı'nın onaylamadığı dizi roman yayınlanamazdı.
Bir makalede beyaz boşluk veya birkaç satırlık noktalı yerler bırakmak şüphe uyandırıcıydı.
Yöneticilerin yolsuzlukları, suçları ve hatalarından bahsedilemezdi.
Her türlü tarihi ve coğrafi adları kullanmak, yabancı hükümdarlara yönelik suikast ve ayaklanmadan, son olarak 'işbu genelgeden' gazetelerde bahsetmek yasaktı.'
* * *
Tam 33 yıl süren durum pratikte akla hayale gelmeyecek uygulamalara yol açmıştı. Örneğin gazetelerde aşağıdaki sözcüklerin kullanılması yasaktı:
'Grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamit, infilak, tahttan indirme, Kanunu Esasiye, hürriyet, vatan, müsavat (eşitlik), Yıldız, büyük, burun, Murat, istibdat, beynelmilel, veliaht, cumhuriyet, bomba, inkilap, hak..'vs.
Halit Ziya Uşaklıgil (Cumhuriyet döneminde) şunları yazıyordu:
'Birader diyemezdiniz, bir taraftan Sultan Murat, öte taraftan Reşat Efendi vardı. Tepe diyemezdiniz, Yıldız sarayının bir tepede olduğuna işaret etmiş olurdunuz. Sakal, hele boya, hemen Padişah'ın boyalı sakallarına işaret sayılırdı. Burun sözü edilince Padişah'ın büyük burnuna işaret etmiş olurdunuz. Ve böyle yüzlerce kelimeler vardı ki, bir taraftan tutulup çekildikçe uzayan bir lastik gibi Yıldız'a kadar uzatılabilirdi. Hatta üç beş kişi bir araya toplanarak, neden olduğunu, hikmetini araştırırdık.'
* * *
Sonuçta ortalıkta yazı yazabilen eski gazeteci ve yayınlanabilir eski gazete kalmamıştı.
Ancak yenileri çıkmıştı.
Durmadan Padişah'ı öven, olumlu gelişmelerden başka bir gelişmeye yer vermeyen, buna karşılık satış geliri ile değil ama Saray'dan gelen parayla beslenen gazeteler ve gazeteciler türemişti.
Hatta durumu gören bazı yabancılar İstanbul'a gelerek salt Padişah'ı ve yönetimi öven gazeteler çıkarmaya başladılar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra bulunan Osmanlı belgelerinden anlaşıldığına göre, II. Abdülhamit döneminde tüm basın maaşa bağlanmıştı.