BIST 9.214
DOLAR 39,07
EURO 44,19
ALTIN 4.146,65
16°İstanbul

Hüseyin Çelik'ten Nermin Erbakan'a..

Önce, bir fıkra ile yazıya girelim..

Adamın biri “Kurban” mevzuunu anlatıyormuş:

"Çocuğu olmayan Hazreti Davut, Allah’a dua etmiş, 'Yarabbi bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim' demiş. Dua tutmuş, Davut, kızının adını Ayşe koymuş, gel zaman git zaman, çocuğun kurban edileceği zaman gelmiş, Hazreti Davut kızı yatırmış, tam boğazını kesip kurban edecekken, Azrail, gökten bir keçiyle çıkagelmiş, ‘kızı bırak, al bu keçiyi kurban et’ demiş"!.

Dinleyenlerden biri dayanamamış:

"Yahu bunun neresini düzelteyim; Hz.Davut değil Hz. İbrahim; kız değil erkek; Ayşe değil İsmail; gökten inen melek, Azrail değil Cebrail; getirdiği keçi değil, koç"!.

Evet, beyinsiz bir akıl ile duygusuz bir vicdan, yoğurtsuz cacığa benzer; suyun içine sadece salatalık katmış olmanız, ortaya çıkan “şey”in cacık olduğunu göstermez..

Bazı laikçi kesimlerin “Bu şeriatçılar Gelibolu, Conkbayırı’nı ziyaret ederek, Çanakkale’yi Anıtkabir yerine ikame ediyor” cümlesi ile bazı muhafazakar isimlerin “Necef, Çanakkale’den daha faziletlidir” şeklindeki "kıyas sakatlığı"nı içeren sözleri arasında nitelik itibariyle bir fark bulunmaması bu minvaldendir..

Kendisine “2.Cumhuriyetçilerin korkulu rüyası” diye güya paye verilen bir "kötü şair"in yaptığı gibi, bazılarının sürekli olarak “korkutucu” tavırlar sergileyip zihinlerini zorlaması ve kendilerini bir rüya aleminde görüp gerçek dünyadan uzaklaşması kaçınılmaz hale geliyor.

Oysa bilinir ki "rüya" başka bir şeydir, "hayal alemi" ise başka bir şeydir..

Kabus ise "bambaşka" bir şeydir!

Birikimli, cesaretli, konusuna hakim ve tam bir entelektüel insan olan bir Milli Eğitim Bakanı “bir şey” yapmaya çalışıyor, ama bazı “kabus senaristleri ve rejisörleri”, bazı “figüran”ları da yanına alarak, “Hayır bu bir şey yapmıyor, çok şey yapmak için bir şey yapıyor” gibi niyetlerden vazife çıkarmaya çalışıyor..

“Bir şey” hakkında bir şeyler yazmaya çalışırken “hiçbir şey” yazmamak da demek ki bu oluyor!.

Yazının başına dönersek; evet Türkiye’de bazı insanların kalbinde mühür, gözlerinde perde, vicdanında kir varsa, ne yapsanız fayda sağlamıyor; mührü sökecek, perdeyi kaldıracak, kiri çözecek olanların ise ellerine kelepçe, dillerine kilit, ayaklarına pranga vuruluyor..

Bu ülke öyle bir ülke ki, bazılarının aslında hiç beğenmediği İran’la müthiş benzerlikler taşıyor..

Bir tarafta “dindarları kurtarmak” için “devrim” yapan İran aydınları; diğer tarafta “dindarlardan kurtulmak” için “ihtilal” yapmaya çalışan Türkiye aydını..

Şu da bir gerçek ki, muhafazakar kesimden bazıları felsefeye, muhafazakar olmayan kesimden bazıları ise dine soğuk baktı..

Dindarlara “yobaz”, felsefecilere “sıyrık” denildi..

Çünkü, ortada “mantık” yoktu..

Bir de işin “psikolojik” tarafı var tabii..

Karikatürlerde “din adamı” portresi çizilirken, eli tespihli, ağzından salyalar çıkan, şalvarlı, uzun kırçıl sakallı, yeşil takkeli, gözleri yuvasından çıkacakmış gibi dura bir adam “portresi” çizildi ve çiziliyor..

Bunun gibi, “felsefeciler” in portresi çizilirken, saçı at kuyruklu, yağlı saçlı, çenesi kıllı yanakları kılsız, ağzında pipo, yuvarlak gözlüklü, çantası sırtında, Cum kısmı görünecek şekilde Cumhuriyet gazetesi elinde olan bir “figür” çizildi ve çiziliyor..

“Karikatürize” edilmiş tipleme bu olunca, insanların din adamına ve felsefe ile iştigal edenlere olan bakış açısı değişti ve devreye “psikoloji” girdi; ben dindar veya felsefeye önem atfeden biri olarak görünmeyeyim, yoksa beni de ‘çizerler’ gibi bir içgüdüsel yaklaşım bilinçaltına yerleşti..

Türkiye’de on yıllardır dinde reform, adalette reform, sağlıkta reform deyip, sürekli “üni-formal” yaklaşımlarda bulunarak, “re-form” sözcüğünü dahi “de-forme” etmekten hicap duymadık..

Dandanakan Savaşı’nı “mecburen” okutup, Bedir Savaşı’nı öğrencinin “seçimine” bırakmak; ya “bilgi” nin ne olduğundan haberdar olmamak ya da aşağılık kompleksinden nasipdar olmak değil midir?

Üniversitenin varlık nedeni, bir öğrenciye “mesleki” formasyon kazandırmak değil midir?

Hukuk fakültesinde “nöroşirurji”; tıp fakültesinde “Roma hukuku” okutulmamasının gayesi, işte bu mesleki formasyon gerekliliğinden kaynaklanmıyor mu?

Hep merak etmişimdir; “ideolojik körlük” denilen hastalık, acaba tıp fakültesinde mi yoksa siyasal bilgiler fakültesinde mi öğretiliyor?

Ve hala fark edilmiyor ki, dünya, artık eski dünya değil..

Malum; bir zamanlar “Komünistler Moskava’ya..” demek suretiyle milleti “gaza getiriyorduk”..

Şimdi, aynı Moskova’dan “gaz getirmeye” çalışıyoruz!.

“Doğal”dır!.


(O, bazı bakan eşlerinin yaptığı gibi, medyanın önünde eşine eliyle pasta yedirmedi; eşinin arkasından sarılıp "resmen"(!) “Seni seviyorum sayın Başbakanım” demedi.. Medyada çok kere yer aldı ama medyatik biri olmadı, olmak için çırpınmadı.. Çünkü, o bir hanımefendi idi.. Aldığı "eğitim" demek ki böyle idi.. Adı, Nermin Erbakan’dı.. Allah rahmet eylesin..)

Advertisement Advertisement
Close menu