Hürriyet Gazetesi'nin sürmanşetindeki haber gazete çalışanlarını oldukça terletmiş. Sürmanşetteki habere başlık bulmada zorluk çeken ekip, sonunda şu başlığı bulmuş.
Abone olHürriyet Gazetesi çalışanları bugün sürmanşette olan, "Yeni yuvasında" başlıklı habere başlık bulmakta oldukça zorlanmışlar. Bu durumu Ertuğrul Özkök, köşesine taşımış. Özkök, "En iyi manşet bu mu" başlıklı yazısıyla bunu anlattı...
DÜN yazı işleri toplantımız normalden uzun sürdü. Çünkü annesinden dayak yediği için mahkeme kararıyla devlete teslim edilen küçük çocuğun durumunu tartıştık.
Bütün fotoğrafları önümüze koyduk.
Birinci sırada çocuğun annesinden dayak yemiş halini gösteren fotoğraf vardı.
Çocuğu o hale getiren annesiydi.
Onun yanında çocuğunun bu hale düşmesine üzülen bir baba ve onu yanına almak isteyen dede vardı.
Üçüncü karede, mahkeme kararından sonra çocuğun arkasından ağlayan yeğenler, akrabalar görünüyordu.
Dördüncü karede ise bir devlet görevlisinin kucağında yeni hayatına giden o altın saçlı çocuk.
Yüzündeki morluklar, şişlikler geçmiş, arkasından dünya güzeli bir çocuk yüzü çıkmıştı.
ÇÖZÜM BU MU
Çok uzun tartıştıktan sonra ‘Sağolasın Devlet Baba’ başlığını koyduk.
Ama hiçbirimiz de içimizden şu düşünceyi atamamıştık:
‘Acaba en iyi çözüm bu mu?’
Bir çocuğun, anne baba, aile şefkatine en çok ihtiyaç duyduğu sırada devletin anonim sevgisine emanet edilmesi çok mu iyi bir çözümdü?
Değil elbet...
Ama ne yazık ki önümüzdeki öteki alternatifler daha iç açıcı değil.
ÖTEKİ ALTERNATİF
Çocuğu dedesine veya öteki aile üyelerine emanet etseniz aynı şeylerin tekrarlanmayacağı garanti mi?
Değil.
Çünkü bu alternatif daha önce denenmiş.
Ama anne gelip çocuğu almış.
Bundan sonra da aynısını yapabilir.
Peki bu çocuk ne olacak?
Devlet onu çok isteyen bir aileye vermek istese, acaba dayakçı anne o aileyi rahat bırakır mı?
Bütün bunları alt alta yazdığınız zaman ortaya sürmanşetteki söz çıkıyor:
‘Sağolasın Devlet Baba...’
Ben ‘aile içi şiddet’ kavramını tanımadığım bir ortamda büyüdüm.
Bütün hayatım boyunca rahmetli babamdan üç kere küçük ‘kötek’ yedim.
Bunlar da asla dayak denmeyecek uyarı mahiyetindeki davranışlardı.
Birinde, pazarda alışveriş yapan babama yardım olsun diye, pazarcının tezgáhından gizlice aldığım portakalları filemize atmıştım.
Ötekinde ise dut ağacından yaptığım okla az daha bir arkadaşımın gözünü çıkarıyordum.
Üçüncüsünü ise hatırlamıyorum.
Ben de babamdan, annemden aldığım bu aile kültürünü devam ettirdim.
KIZIM VE BEN
Hayatım boyunca kızıma tek fiske dahi vurmadım.
Tek cezalandırma yöntemim, tonunu yükselttiğim sesim oldu.
Ama mahalle komşularımızda, başka yerlerde aile içi şiddetin bütün örneklerine tanık oldum.
Ve aradan geçen yıllar boyunca şunu öğrendim:
‘Aile içi şiddet’ bir kültür sorunu.
Çocuğunu, karısını döven üniversite mezunu birçok insan tanıdım.
Buna karşılık ilkokul ikinci sınıftan ayrılmış babamla, okuma yazmayı kendi kendine öğrenmiş annem, bize aile içindeki medeni ilişkilerin bütün derslerini verdi.
Bu kültür, sadece aile içinde değil, dışında da kendini gösterdi.
Hayatım boyunca sadece bir kere, kavga ettiğim bir çocuğa kafa attım.
O gece uyuyamadım ve ertesi gün gidip ondan özür diledim.
EN İYİ ÇÖZÜM
O nedenle şunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bugün Hürriyet’in sürmanşetinde gördüğünüz haber, Türk toplumsal hayatında yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Hiç şüphesiz en iyi çözüm bu değil.
Ama şimdilik, ‘kötülerin en iyisi’ diyebilirsiniz.
Böyle diyebilirsiniz, çünkü en iyi çözüm, aile içi şiddeti tanımayan, bilmeyen bir aile kültürü, ilişki iklimi yaratmaktır.
İnşallah onu da başaracağız...
YAZI:Ertuğrul ÖZKÖK