Cehennem’e benzettiği Felluce’de ölümle burun buruna gelen Sebati Karakurt Superpoligon'a anlattı.
Abone olSebati KARAKURT ‘İki direnişçi, Kalaşnikofları bana doğrulttu. Basın kartımı uzattım, lider ismimi okudu. ‘Sebati. Yahudi ismi’ dedi. ‘Allahu Ekber’ dedi. Diğer silahlı adamlar, elleriyle boğazımızı kesmesini işaret etti. Yanımdaki Iraklı, ‘Vallahi Müslüman’ diye haykırdı.’ Hürriyet muhabiri Sebati Karakurt, ABD askerlerinin günlerdir kuşattığı, yüzlerce kişinin öldüğü Irak kentine girmeye çalıştı. Sebati Karakurt, ‘cehennem’e benzettiği Felluce’de ölümle burun buruna geldi. CAN GÜVENLİĞİNİZİ GARANTİ EDEMEYİZ Sıcak çatışmaların en yoğun yaşandığı merkez Felluce’ye gitmek için çeşitli yolları deniyoruz. Tüm anayollar koalisyon güçlerince kesilmiş. Güvenliğimizi sağlayamayacaklarını söyleyerek Felluce’ye gitmemize engel oluyorlar. Bağdat’ın düştüğü gün tanıştığım eski bir Cumhuriyet Muhafızı arkadaşım, çok özel bir yol bildiğini söylüyor. Felluce’ye ancak etrafından dolaşarak açık bulduğumuz bir yerden girebileceğimizi belirtiyor. ‘Şaale’ semtinde pislik içinde kesim yapan kasapların arasından ‘Hasile’ adındaki küçük bir köyü geçerek Sedde’ye varıyoruz. Cumhuriyet Muhafızı arkadaşım birileriyle konuşuyor. El kol hareketlerine bakılırsa hemen geri dönün diyorlar. MİLİSLERİNELİNDE RPG ROKETLERİ VAR Biz devam ediyoruz. İki tarafı ağaçlarla çevrili olan ziraat yoluna çıkıyoruz. Abluka altındaki Felluce’ye yardım götüren üzerinde Kızılay amblemi olan beyaz bayraklı minibüsleri takip ediyoruz. Uzakta olmayan Amerikan uçaklarının sortilerini görüyoruz. Fotoğraf çekmek istiyorum, arkadaşım ‘Sakın ha!.. Ufak bir hareket bile yapma, üzerimizde gözler var’ diye uyarıyor. Yaklaşık 7 kilometre sonra ‘Garmat Ali’ adındaki merkeze ulaşıyoruz. Ellerinde RPG roketleri olan milisler hızla koşturuyor, çatışma seslerinin çok yakınındayız. Elindeki RPG’ye roketi monte etmeye çalışan yaşlı birinin yanına gidiyoruz. Arkadaşım gazeteci olduğumuzu söylüyor. Yaşlı adam hemen gitmezsek bizi vuracağını söylüyor. SEBATİ YAHUDİ İSMİ DİYE TUTTURDU Meydandaki caminin minaresindeki milis, makinelisinin namlusunu bize doğru çevirerek aşağıdakilere bir şeyler söylüyor. Yaşlı bir adam, ‘Sakın resim çekmeyin ve hemen geldiğiniz yönden geri dönün’ diye uyarıyor. İşlerin karışık olduğu aşikar. Kimseye bir şey anlatma şansı yok. Hızlıca geri dönüyoruz. Daha bir kilometre gidemeden yolun solunda park etmiş kırmızı Toyota Corolla marka otomobilin önündeki biri durmamızı söylüyor. Bir eli montunun içine sokmuş. Kim olduğumuzu soruyor. Arkadaşım ‘Gazeteci, Müslüman’ diyor. Bu arada Toyota’dan inen iki Kalaşnikoflu genç silahları üzerimize doğrultuyor. İçerisinde sarı basın kartım olan boyun çantamı uzatıyorum. Karttan ismimi okuyunca ‘Sebati. Yahudi ismi’ deyip bağırıyor. Üstüne üstlük bir gün önce tanıştığım Detroit Free Press Ajansı’nın Amerikalı fotoğrafçısı Sylwia Kapuscinski’nin kartviziti de çantanın arka gözünden belirince işler iyice karışıyor. ‘Soyunun’ diyor. Tişörtümün içinden çıkan kurşun geçirmez yeleği gördükten sonra söylediği sözleri anlamak için Arapça bilmeye bile gerek kalmıyor. DUYULACAK ŞEKİLDE SALAVAT GETİRİYORUM Yoldan geçen arabalardan inen silahlı adamlar ‘Allahu Ekber’ diyerek bizi sorgulayan adama elleriyle boğazımızı kesmelerini işaret ediyorlar. Arkadaşım ağlayarak ‘Vallahi Müslüman’ diyerek beni işaret ediyor. Toyota’nın yanındaki saçları jöleli kalaşnikoflu genç arabanın bagajını açarak bir maske takıp silahını Bixi makineliyle değiştiriyor. ‘Deminki de silah değil mi? Bu adam durup dururken niçin silahını değiştiriyor?’ diye içimden geçiriyorum. Üstüm çıplak vaziyette dizlerimin üzerinde ellerim enseden bağlı vaziyette bekliyorum. Öldürüleceğimiz kesin. Duyacakları şekilde ‘salavat’ getiriyorum. Hengame içinde sesimi duymamışlardır diye biraz da sesimi yükselterek bir de Fatiha okuyorum. Belli ki yine duymuyorlar. Bir taraftan da keşke zamanında rejim yapsaydım, şimdi cesedim göbekli göbekli iğrenç bir görüntü oluşturacak diye düşünüyorum. Bu durumun karımı ve yakınlarımı üzeceğini, kredi kartı borcumun nasıl ödeneceğini düşünüyorum. ‘İyi ki gelmeden karavan almışım. Gözüm arkada kalmadı, keşke arabamı satıp bol bol ıstakoz yeseydim’ diye aklın kabul edeceği her şey film şeridinin içinde mevcut. Bu durum 10 dakika kadar sürüyor. MUHAFIZ ARKADAŞIM BENİ KURTARIYOR Liderleri, arkadaşımın söylediği bir şeyi dikkate alıyor. Arkadaşım Cezvan El Cerallah, bizim arabanın bagajından eski Cumhuriyet Muhafızı olduğuna dair kimlik kartını çıkarıyor. Adam biraz daha saygılı, işaretlere bakılırsa ‘Sen arabana bin git’ diyor. Cezvan yeminlerle ‘Vallahi Müslüman’ diyor. Bir taraftan da her şey çok açıkta hemen tepemizdeki uçaklardan bir bomba atılır diye iyice korkuyorum. Neyse beni de arabaya bindirmeye ikna ediyor. Koltuğun altındaki fotoğraf makinelerini kurtarıyorum, ama uydu telefonunu aldığını görüyorum. Geri dönerken konuşulanları bana anlatıyor. MEĞER SAVAŞÇILARIN MERKEZİNE GELMİŞİZ Geldiğimiz yer meğer Felluceli savaşçıların merkeziymiş. Biz gelmeden yarım saat önce bombalanmış ve çok kişi ölmüş. Amerikalılara yerlerini haber verenin biz olduğumuzu düşünmüşler. Liderleri, 25 yıllık istihbaratçı olduğunu, hiç kimsenin benim Yahudi olmadığına onu inandıramayacağını söylemiş. Cumhuriyet muhafızı arkadaşım Cezvan El Cerallah, ramazanda birlikte oruç tuttuğumuzu söyleyince yine inanmamış. Bizi kurtaran iki şey olduğunu söylemiş. Biri kimlik kartı, biri de arkadaşımın ayağının sakat olması. Ona benim ismimin ve tipimin kesinlikle Yahudi olduğumu kanıtlamaya yettiğini, bunun aksinin mümkün olmayacağını söylemiş. ‘Sen de bir daha bu adamla dolaşma, bu adam Yahudi’ demiş. Daracık yolda fazlaca hız yapamıyoruz. Bizi takip ediyorlar. Galiba bu iş henüz bitmedi diyorum. Bizi takip eden araçlar, gelirken yanından geçtiğimiz kasapların bulunduğu yerden geri dönüyor. Ölümle burun buruna Arkadaşımız Sebati Karakurt, Felluce’de milisler tarafından rehin alındığında ölümle burun buruna geldi. Çantasından Detroit Free Press Ajansı’nın Amerikalı kadın muhabiri Sylwia Kapuscinski’in (fotoğraftaki) kartviziti çıkınca daha da zor duruma düştü. Sokaktaki herhangi biri her an roket atabilir İsyancı fedaileri gördükten sonra çevremdeki herkesin onlardan olabileceğini düşünüyorum. Bu yüzden Bağdat merkezinin de tekin bir yer olamayacağını anlıyorum. Sokaklardaki saçları jöleli, düzgün giyimli herhangi biri, her an yerini daha önceden bildiği RPG roketini toprağın altından çıkararak hedefine ateşleyebiliyor. Hemen ardından, havaya uçurulan Amerikan askeri aracını seyreden ilk meraklı Iraklıyı da rahatlıkla oynayabiliyor. Savaşın ilk gününden beri kısa aralıklarla Irak’ta kalıyorum. Görünen o ki kentte fedailerin kesin bir hakimiyeti oluşmuş durumda. Adhamiye’deki ‘Kasrı Sacide’ (Sacide Sarayı) gibi büyük Amerikan yığınakları kent merkezini terketmişler. Sık sık görülen devriyelere neredeyse artık pek rastlanmıyor. Çevremdeki herkes boğazı kesilmiş bir Amerikan askeri gördüğünü, bir süre sonra benim de görebileceğimi söylüyor. Amerikan askerlerinin yanı sıra sarışın gazeteciler ve ticaret için gelen yabancılar da bölgeyi terk ediyorlar. Zar zor konuşabildiğim Amerikan subayı, kendileri açısından durumun pek de parlak olmadığını söylüyor. Silahlı çatışmalarda üs olarak kullanılan camilere ateş açılmasının ardından Müslümanlar da kiliselere aynı karşılıkların verileceğini söylüyor. Bu durum şimdiye kadar huzur içinde yaşamış Iraklı Hırıstiyanların tadını tuzunu kaçırmış durumda.