Hür tefekkürün kaleleri birer birer düşerken…
Hür tefekkürün kaleleri birer birer düşerken sığınacak sakin bir limanımız kalmayacak.
“Dergiler, hür tefekkürün kaleleridir.” der Cemil Meriç. Dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre ise gelişmiş ülkelerde dergiler okunurluk açısından ön sıralarda yer alır.
Ancak günümüzde fikir işçiliği adına önemli bir yere sahip olan dergiler maalesef gittikçe azalıyor.
Geçtiğimiz günlerde uzun yıllardır dergicilik yapan, şair ve duayen bir kültür adamı olan kıymetli bir dostum gelinen noktada dergisini kapatmak zorunda kaldığını söyledi. Eğer yeniden dergi çıkarma imkanına kavuşsa yayıncılığa başlayıp başlamayacağını sorduğum dostumdan aldığım cevap daha da acı: “Hayır, bir daha dergi çıkarmayı düşünmüyorum!”
Dergi, Osmanlı çöküş dönemlerinden itibaren günümüz Türkiye'sine kadar, düşüncenin, fikrin, sanatın, medeniyetin ve kültürün oluşumunda ve gelişiminde önemli bir işleve sahip olmuş, bu alanın en kıymetli bileşenlerini bir arada tutarak muazzam bir görevi ifa etmiştir.
Cemil Meriç “Bu Ülke” kitabında aslında hislerimize tercüman oluyor: “Bir şehrin iç sokakları gibi mahrem ve samimidirler. Devrin çehresini makyajsız olarak onlarda bulursunuz. Müzeden çok antikacı dükkânı, mühmel ve derbeder.
Kitap, istikbale yollanan mektup… smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap ve gazete… biri zamanın dışındadır, öteki “an”ın kendisi. Kitap, beraber yaşar sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter.
Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı.
Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.
Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş, merak eden yok.”
Bu ülkede muhafazakâr kesimin en zor zamanları yaşadığı 28 Şubat döneminde bile dergiler yayın hayatına ara vermeyip, inandıkları değerleri en yüksek perdeden haykırmaya devam ettiler. Baskılar ve yıldırmalar onları yollarından döndürmeye yetmedi.
Peki, ne oldu da bugün hür tefekkürün kaleleri olan dergiler eski işlevselliklerini kaybettiler.
Elbette bunda sosyal medyanın etkisinin olmadığını söyleyemeyiz. Sosyal medya hayatın bütün alanlarını etkilediği gibi dergicilik üzerinde de bir baskı unsuru oluşturmuştur mutlaka. Ama bu unsurun dergilerin kapanmasına yol açacak kadar tesirli olduğunu düşünmüyorum.
Dergiler gibi, fikir alışverişinin yapıldığı platformların etkisini yitirmesinde bugün, yaşanan çatışma kültürümüzün etkisi olduğu mutlak.
Eskiden fikirler en naif şekilde ifade edilirdi dergilerin sayfalarında. Bugün ise güya fikir adına en galiz küfürleri ve hakaretleri savurmaktan çekinmiyoruz. Haliyle bu hakaret ve küfürleri dergi sayfalarında bulamayacağımız için kendimize yeni ve farklı mecralar arıyoruz.
Bugün toplumun bütün kesimlerinde bir vandallık almış başını gidiyor.
“Demokratik hak” diye çıkılan yollarda adeta, sözde var olduğu zannedilen demokrasinin canına okuyup bütün öfke ve kinimizi eşyalardan çıkarıyoruz. Yakıyor, yıkıyor, zarar veriyoruz. Emniyeti tesis etmekten başka bir gayesi olmayan kolluk kuvvetlerine saldırıyor, devletin malına zarar veriyoruz. En kıymetli mukaddesatımıza hakaret etmekten, ayaklar altına almaktan imtina etmiyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi protestolarında yaşananları bir düşünelim lütfen. Rektörü protesto etmek adına güya demokratik haklarını kullanmak için yola çıkanlar konuyla uzaktan yakından alakası olmayan Kâbe gibi kutsal bir mekânın resmini ayaklar altına almaktan çekinmediler. Yetmedi, sokaklara çıkıp işi kavgaya döktüler.
Bu söylediklerim elbette ki tek bir kesim için geçerli değil. Toplumun geneli için geçerli.
Hal böyle olunca “hür tefekkürün kaleleri” olan dergiler eski parlak günlerini mumla arar oldular maalesef.
Eğer toplum bu nefret ve ayrıştırmacı dili terk edip daha yapıcı fikirlerle ortaya çıkmazsa yakın bir zamanda kültür ve medeniyet adına tartışacağımız hiçbir mecra kalmayacak.
Ne dergi ne kitap ne de başka bir medeni fikir platformlarını bulamayacağız bu gidişle.
Hür tefekkürün kaleleri birer birer düşerken sığınacak sakin bir limanımız kalmayacak.
Güç değil, fikir platformlarının yeniden tartışma ortamları olarak kullanılacağı günlerin gelmesi dilek ve temennileriyle…