HDP Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü İnternethaber'e konuştu.
Abone olNESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA
Kürkçü, iki gündür Türkiye'de devam eden eylemlerin Kobani'ye dikkat çekme amaçlı olduğunu fakat hükumetin bu çağrıyı tıpkı Gezi'de olduğu gibi okuyamadığını söyledi.
Hükümetin Kobani için başlayan bu direnişi kendi iktidarına karşı kasıt olarak anladığını ve bu yüzden meşru ve gayrımeşru güçleri devreye soktuğunu belirten Kürkçü, hükümetin asıl yapması gerekenin kapıldığı paranoyadan uyanmak olacağını belirtti.
"Hükümet aslında uluslararası koalisyonun oluşmasını ve IŞİD üzerinde suriye toprağında kurulmakta olan baskıyı, kendi irrasyonel dış politikasının içine düştüğü durumdan bir çıkış imkanı gibi değerlendirdi ve mudahalenin odağını dağıtma girişiminde bulundu." diyen Kürkçü, hükuemtin eline geçen fırsatı heder ettiğini ifade etti.
Ertuğrul Kürkçü'nün İnternethaber'den Nesrin Yılmaz'a yaptığı açıklamalar şöyle...
HALKIMIZIN ÇAĞRISIYLA HAREKET EDİYORUZ
İki gündür Türkiye'deki büyük halk öfkesi aslında Kobani'nin düşme riski karşısında hükumetin bütünüyle eylemsiz kalmış olmasıyla ilgili. İnsanlar, sokağa çıkarak seslerini duyuyararak, hem dünyanın hem Türkiye'yi yönetenlerin ilgisini Kobani düştüğü taktirde ortaya çıkabilecek olan büyük kıyama ve katliama çevirmek istediler, bunda da son derece haklıydılar. Biz de Halkların Demokratik Partisi olarak bu çağrıyla beraber hareket ediyoruz. Kobani'nin düşmesine karşı, halkımızı, halklarımızı hükümeti, devleti, toplumu uyarmaya çaba gösteriyoruz.
HÜKÜMET ELİNDEKİ MEŞRU VE GAYRIMEŞRU GÜÇLERİ DEVRE SOKTU
Ancak, hükümetin bu halk hareketine karşı tepkisinin anlaşılmaz ve son derece çılgınca olduğunu söyleyebilirim. Hükümet bu protestolarda Kobani'ye bir destek çağrısını, bir toplumsal müdahale arzusunu değil, kendi iktidarına karşı bir kasıt gördü ve tamamen kendini koruma refleksiyle, devlet içgüdüsüyle davrandı ve sonuç olarak elindeki bütün meşru ve gayrımeşru güçleri devreye soktu. Meşru ve gayrımeşru derken şunları kastediyorum; örneğin kimi kentlerde ve kentlerin ilçelerinde sokağa çıkma yasağı ilan etmek, orduyu kentlere sokmak, halkı askerle karşı karşıya bırakmanın yanı sıra, IŞİD paralelindeki silahlı çetelerin de ellerini serbest bıraktı. Dünden bu yana pek çok ölüm olayının arkasında bu Hizbullah saldırıları var.
Biz dün Adana'da iki yaralıyı ziyaret ettik ve polisin gözleri önünde ve bütünüyle polisin bilgisi dahilinde mahallelerin kuşatıldığını, insanların kurşuna dizildiklerini öğrendik. İstanbul'da Sulatbeyli'de, Sultangazi'de ve Esenyurt'ta aynı şeyler oldu. İzmir il Başkanımız Cavit Uğur gece yarısı bir hastaneden kaçırılmaya çalışıldı daha sonra büyük bir polis gücüyle gözaltına alındı ve terörle mücadeleye götürüldü. Bütün bunların nedeni de halkı Kobani'ye desteğe çağıran twitler atması.
TIPKI GEZİ'DE OLDUĞU GİBİ
Bir bütün olarak tabloya baktığımızda, hükümetin tıpkı Gezi'de olduğu gibi, olan biteni okumaktan, anlamaktan uzak, paranoid bir biçimde, protestoları kendi iktidarına karşı bir kast içerisinde olan bir hareket olarak okuduğunu söyleyebiliriz. Oysa gerçek bambaşka. İnsanlar, hükümetten tutum almasını, Kobani'deki katliama seyirci kalmamasını ve çözüm sürecinin yarattığı sinerjiyi bu dayanışma için sevk etmesini bekliyorlardı. Ancak, karşı karşıya kaldığımız tablo budur.
HÜKÜMETİ KAPILDIĞI PARANOYADAN UYANMAYA DAVET EDİYORUZ
Cehenneme dönüşme eğilimi gösteren bu durumdan çıkılabilir. Çok açıkça söyleyebilirim ki; Halkların Demokratik Partisi'nin demokratik meşru yollardan iktidara gelmek dışında herhangi bir strateji çizgisi yoktur. Bu protestoların bu siyasi hedefle de doğrudan ilgisi yoktur aslında. Bu, doğrudan doğruya Kobani savunmasına kalbi bir destek sağlamak ve Türkiye kamuoyunu bu desteğe çağırmakla ilgilidir. Bu nedenle hükumeti bir an önce kapıldığı paranoyadan uyanmaya ve olayları olduğu gibi görmeye davet ediyoruz.
HALK, BU MÜCADELEYİ SÜRDÜRMEKTE KARARLI
Halk, Kobani'deki kıyım tehditi karşısında uyanık olmaya devam edecek. Kobani'de çok büyük göçlere rağmen hala onbinlerce insan var. YPG savunma güçleri IŞİD ile mücadele halindedir ve herkesin gördüğü gibi, "Bitti bitecek, düştü düşecek" denilen bu küçük kentin kahraman insanları hala her türlü silahla donanmış, kendilerini üç taraftan kuşatmış olan bu caniler karşısında son derece güçlü bir direniş yapıyorlar, IŞİD'i şehrin içerisine girdiğine pişman ediyorlar ve bu mücadeleyi de sürdürmekte kararlılar.
HÜKÜMET ELİNDEKİ İMKANI HEDER ETTİ
Bu kararlılığın dünyanın her yerinde, Türkiye'de, İran'da, Irak'taki Kürtlerin kalbinde bir yankı uyandırmayacağını düşünmek kadar ahmakça bir şey olamaz. İnsanlar, bu soylu, onurlu direnişin kendileri için yapıldığını da düşünerek ona karşı borçlarını ödeme duygusu ile hareket ediyorlar. Üstelik IŞİD'in insanlık için, kadınlar için, özgürlükler için özgür bir yaşam ve taassuptan arındırılmış bir dini bağlanış karşısında ne kadar önemli bir tehdit olduğunu kavramış olan sosyalistler, demokratlar, kadınlar, her düşünceden insanlar da Kobani ile manevi bir bağ kurdular. O nedenle bu, Kürtleri de aşan bir talep olarak bugün Türkiye'nin gündeminde yer alıyor.
Hükümet aslında uluslararası koalisyonun oluşmasını ve IŞİD üzerinde suriye toprağında kurulmakta olan baskıyı, kendi irrasyonel dış politikasının içine düştüğü durumdan bir çıkış imkanı gibi değerlendirdi ve mudahalenin odağını dağıtma girişiminde bulundu. Bu fırsattan istifade PKK üzerine bir hamle yapabileceğini, Şam yönetimine yönelik bir müdahaleye önayak olabileceğini umdu ve bu imkanı da aslında heder etti. Bugün içine düştüğümüz sıkıntılar, hükümetin bu süreci de kendi paranoid yaklaşımıyla ve takıntılı dış politika hedefleriyle bu hale sokmasından. O nedenle ben, yapılacak en önemli şeyin, hükümetin gerçekleri görmeye davet edilmesi olduğunu düşünüyorum.
BU İNSANLIKLA AÇIKLANAMAZ
Son iki gündür Uluslararası camia PYD ile daha yakın bir ilişki kurmaya başladı. PYD Londra Temsilciliği'nden yapılan açıklamalarda son iki günkü bombardımanlarda giderek artan ölçülerde PYD ile koalisyonun koordinasyon içinde bulunulduğuna dair bilgiler açıkça dolaşmaya başladı. O zaman, Türkiye'nin kendi akrabaları olan, kendi halkının bir parçası olan bu insanlarla temastan vebadan kaçar gibi kaçması ve onları Suriye siyasetine rehin almaya çalışması neyle açıklanabilir, bunun insanlıkla açıklanamayacağı çok açık. Ama bununla açıklanamayan hiçbir şey de aslında açıklanmaya bile değmez. Bizim süreçteki yaklaşımımız ve tutumumuz bu. Bu protestolara karşı, düşmanca yaklaşıldığı zaman da ister istemez bir gerilim çatışma doğdu ve doğmaya da devam ediyor. Ama biz kimseyi herhangi bir biçimde tahribata çağırmış değiliz. Bunu da gerekli ve makul bulmuyoruz. Gelen haberlere göre, Atatürk büstlerine yapılan saldırlar ve benzeri hareketlerin ne kadarının gerçekten protestocular tarafından yapılıp yapılmadığını da bilmiyoruz. Bütün bunların bizim siyasetimizin bir parçası olmadığı da açık. Aslında hükumet de bunu biliyor. Bu basınçtan kurtulabilmek için bütün bunlara sarıldığını da görüyoruz.
BİZİM BEKLENTİMİZ...
Bizim en çok üzerinde durduğumuz, hükümetin asıl sorumluluğu. İktidarın mevhum bir saldırıyla karşı karşıya olduğu zannıyla halka karşı tedbirler alması değil, tersine iktidar imkanlarını da kullanarak Kobani'nin savunulması, uluslararası koalisyonla ortaklık halinde IŞİD'in bertaraf edilmesi yönünde Kürt halkının taleplerine olumlu bir yanıt vermesi bekleniyor. Üstelik, çözüm sürecinin devamlılığı bakımından da bu son derece önemli. Hükumet bunu bir devlet projesi, tarihsel stratejik bir adım olarak kabul ettiğine göre, bu stratejik adımı taktik bir aymazlıkla çöpe atması da devlet aklıyla bağdaşmaz.
ABDULLAH ÖCALAN TARİH VERDİ
Çözüm sürecinin bitmesi her iki tarafa da kaybettirir ama Kürt tarafının henüz ortada kazandığı bir şey de yok. Sonuç olarak çözüm doğrultusunda elle tutulur bir adımı görmedik. Yasaya bağlanmış yeni haklar silsilesinin gündeme geldiğini bugüne kadarki durum ve stratejinin değiştiğini görmedik. Tabii ki Kürtler bunların hiçbirini çöpe atmak istemiyor ama sürekli olarak bir çözüm sürecinden bahsedilip hiçbir şey yapılmayınca, bu durumda kendi sabırlarının ve uzlaşma isteklerinin istismar edildiği duygusuna kapılıyorlar. Bakın bu konuda en geniş yürekli olan insan Abdullah Öcalan'dı. Ancak o da önceki gün yaptığı açıklamayla, 15 Ekim'e kadar bu müzakere denen şeyin bir somut görüntüsü ortaya konmazsa" kendisinin "böyle bir müzakere de, süreç de yoktur" demek zorunda kalacağını belirtti.
Kürtler aslında hükumetin bütün ayak sürüyüşlerine, bu süreçte karşı karşıya kalınan önemli can kayıplarına, Lice'de ve başka yerlerdeki saldırılara mukabil mümkün mertebe çözüm sürecinin havasına uygun bir şekilde yöntemlerini ayarladılar. Fakat Cumhurbaşkanı çıkıp millete nutuk atarken "Kobani'yi korumalıyız" diyeceği yerde "Kobani düştü, düşecek" diyerek Kobani'nin düşmesinin müjdesini verme peşine takılırsa o zaman insanların düşünecekleri şeyler de başka oluyor. Ama çözüm doğrutulsundaki bir sürecin bitmesini kimse istemez, en önce de Kürtler istemez.