"Hocalı Katliamını" Ceyhun Osmanlı ile konuştuk
Ceyhun Osmanlı, Azerbaycan’ın en genç milletvekili ve Azerbaycan’da yıllarca gençlik çalışmalarına emek vermiş önemli bir siyasi figür.
Aynı zamanda geçen yıl 26 Şubat’da Taksim’de gerçekleştirilen “Hocalı Katliamı’nı anma” organizasyonun gerçekleşmesinde en önemli paya sahip isim diyebiliriz.
Ben de “Hocalı Katliamı”nın yıl dönümünde, Dağlık Karabağ meselesi, “Ermeni ve Türk kimliği algısı” gibi bir çok konuda onun fikirlerini öğrenmek istedim.
Osmanlı, "Hrant Dink cinayeti, Ermeni lobisinin işidir" yada "Lobi faaliyetlerimizin önündeki en büyük engel, devlet geleneğimizdir" şeklinde çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İşte, söyleşinin tamamı...
(S.B - Selçuk Baymaz, C.O – Ceyhun Osmanlı)
S.B: Öncelikle biliyorsunuz, Dağlık Karabağ sorunu Azerbaycan için neredeyse 100 yıllık süreyi aşan bir problem. Siz katliamın yaşandığı 1992 yılında bir çocuktunuz. Hocalı Katliamının, politik duruşunuzu ve karakterinizi geliştirmesi noktasında etkileri neler oldu? O yıllardan size miras kalan duygu ve fikirleri bizlerle paylaşır mısınız?
“Hocalı, adeta bir adalet terazisidir.”
C.O: Hocalı’da kadın, çocuk denilmeden günahsız siviller katledildi. İnsanlar işkencelere maruz bırakıldı. Bütün insanlığa karşı büyük bir vahşet yaşandı. Bir halkın namusu ve haysiyeti hakarete uğradı. Bu katliam, Azerbaycan’da Ermeni halkına karşı bir nefret vesilesi olarak kullanılmamışsa da; adaletin sağlanması için durmadan çalışmak zorunda olduğumuzu bizlere her zaman hatırlatmıştır. Bana göre Hocalı adeta bir adalet terazisidir ve orada katledilenlerin hakkını aramak bütün Azerbaycan halkı gibi benim de boynumun borcudur.
S.B: Azerbaycan, özellikle Dağlık Karabağ sorunu ve Hocalı Katliamını dünyaya anlatmak adına önemli lobi çalışmalarında bulunuyor. İlgili çalışmalardan bize biraz bahseder misiniz?
“Devlet geleneğimiz, lobi yapmamızın önündeki en büyük engel...”
C.O: Evet, “Hocalı İçin Adalet” isimli uluslararası kampanya çerçevesinde son 3 senede 40’ı aşkın dünya ülkesini kapsayan geniş bir şebeke kurulmuştur. Pakistan, Meksika, Kolombiya ve Çek Cumhuriyeti parlamentosunda, yine Amerika Birleşik Devletleri’nin New-Mexico, Texas, Arkansas gibi 6 farklı eyaletinde Hocalı’da soykırım yapıldığına dair karar kabul edilmiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde bu konuda imzaya sunulan bildiri 31 üye tarafından imzalanmış ve İslam İşbirliği Örgütü’ne üye devletlerin Dışişleri Bakanlarının 38. ve 39. toplantılarında hazırlanan bildirgelerle Ermeniler tarafından yapılan soykırım kınanmıştır.
Belki de biraz paradoksal olduğunu düşüneceksiniz ama bana göre lobi çalışmalarında karşılaştığımız zorlukların en büyüğü bizim devletçilik ananelerimizden ve milli haysiyetimizden kaynaklanmaktadır. Türk insanı büyük bir hoşgörüye sahiptir ki bu da onun özgüveninden kaynaklanır. Bizler Selçuklular, Osmanlılar ve Safeviler gibi büyük imparatorluklar kurmuş kimselerin torunlarıyız ve bu bakımdan Ermenilerden çok farklıyız. Şu bir gerçek ki en iyi lobi faaliyetleri tarihin seyri içerisinde güçlü devlet kuramayan halklar tarafından yapılır. Bizler ise büyük bir devletçilik mirasını devraldığımız için modern dönemin psikolojik savaş tekniklerini edinmekte geç kaldık ve düşmanlarımız tarafından oluşturulan bazı provokasyonlara hazırlıksız yakalandık. Buna rağmen son 20 yılda lobi faaliyetlerimizi genişleterek Moskova, New York, Londra, İstanbul gibi önemli güç merkezlerinde şebekeler kurmayı başardık. Örneğin bu yıllar içerisinde diplomatik temsilcilerimizin sayını 25’ten 75’e yükselttik. Karşılaştığımız ikinci bir zorluk Batı devletleri tarafından Azerbaycan’a uygulanan çifte standartlarla ilgilidir. Ermenistan’ı işgalci olarak tanıyan bazı ülke ve kurumlarda dahi bunun etkilerini hissetmek mümkündür.
S.B: Türkiye bu lobi çalışmalarının tam olarak neresinde duruyor? Gerekli desteği alabiliyor musunuz?
“Biz, Ermenistan’a karşı değil, Ermeni lobisine karşı mücadele ediyoruz.”
C.O: Umumi milli liderimiz merhum Haydar Aliyev’in de belirtmiş olduğu gibi Türkiye ve Azerbaycan iki devlet, bir millettir. Hocalı hakkında yaptığımız lobi çalışmalarımızı tabii ki Türkiye’den ayrı düşünmek olanaksızdır. Bu bakımdan Türkiye’deki çeşitli kuruluşların ve genelde de Türk halkının, kardeş dediği Azerbaycan halkına karşı yapılan bu haksızlığın giderilmesinde büyük çaba sarf ettiğini düşünüyorum. Türkiye-Ermenistan sınırlarının kapalı olması da bunun en büyük göstergelerindendir.
Öte taraftan bizler beraber hareket etmek zorundayız çünkü biz Ermenistan’a karşı değil, Ermeni lobisine karşı mücadele ediyoruz. Büyük Ermenistan ideolojisi peşinde koşan ve bunu bir zenginlik vesilesi olarak telakki eden bu lobinin en büyük düşmanı ise Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyetleri, kısaca Türk halkıdır.
S.B: Geçen yıl Taksimde yapılan Hocalı Katliamı anması, Ermenilere karşı “nefret söyleminin” ayyuka çıktığı bir eylem olarak Türkiye medyasında günlerce konu edildi. Ayrıca buna benzer nedenlerden dolayı da, Türkiye de liberal çevreler ve bazı sol fraksiyonlar Hocalı Katliamı anmalarına - gösterilerine mesafeli duruyorlar. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Geçen yıl Taksim meydanındaki Ermenilere ilişkin nefret söylemi içeren pankartları hazırlayanların amacı, eylemi provoke etmekti.”
C.O: Taksimde yapılan Hocalı Katliamı mitingini genel bir analize tabi tutarsak eğer, bunun nefret söylemlerini yaymak için değil, yapılan katliamı anmak için gerçekleştirildiğini kolaylıkla görebiliriz. Başka bir ifadeyle Taksim mitingi Türk halkının birlik ve beraberlik mesajıydı, siyasi bir toplantı değil.
Nefret söylemi yaydıkları gerekçe gösterilen pankartlara gelince, bunlar söz konusu söylemleri afişe edenlerin kendileri tarafından getirilmiş ve mitingin verdiği mesajın provoke edilmesi için kullanılmıştı. Zaten bu türden pankartların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdı. Kaldı ki ister liberal, isterse de sol kesimden olsun her kes öncelikle hakkın ve adaletin tarafında yer almalıdır.
S.B: Türkiye de hala sevmediğiniz yada kızgın olduğunuz insanlara “Ermeni tohumu” gibi ifadeler kullanmak yaygın bir gelenek. Keza tam tersi benzer bir durum ise Ermenistan’da yaygın. Sizce benzer katliamları engellemenin ve barışı getirmenin önemli bir ayağı da, halklar arasındaki bu düşmanlığı engellemek, ön yargıları ortadan kaldırmak değil midir? Fikirlerinizi alabilir miyim?
“Türkiye’de olan, Ermeni halkına yönelik bir nefret değil, Ermeni milliyetçilerinin Osmanlı devletine karşı ihanetinden doğan bir kızgınlıktır.”
C.O: Kesinlikle aynı düşüncedeyim. İnsanlar arasında nefreti değil, sevgi ve kardeşlik duygularını yaymak gerekir. Maalesef söylediğiniz durum bir gerçekliktir. Fakat bana göre meseleyi kökünden çözmek için iki ülkedeki uygulama arasında mevcut olan nüansa dikkat etmek gerekir. Şöyle ki, Ermenistan’da Türk düşmanlığı maalesef milli bir ülkü ve kendi varlığını kanıtlama yolu olarak telakki edilir. Nefret üzerine inşa edilen Ermeni milliyetçiliğinin en büyük özelliği de budur. Türkiye’de kullanılan ifadenin kaynağı ise Ermeni halkına yönelik nefret değil, Ermeni milliyetçilerinin Osmanlı Devleti’ne karşı ihanetinden doğan bir kızgınlıktır.
S.B: Türkiye’de 19 Ocak Hrant Dink cinayetinin yıl dönümüydü. Hrant Dink cinayeti, Türkiye’de bazı çevrelerce “milli gurur” olarak algılandı. Hatta cinayetin zanlısıyla polislerin Türk bayrağı önünde çektirdikleri resimler medyaya düştü. Yani bir tür intikam içgüdüsüyle sevinenler oldu. Fakat tüm bunlara rağmen toplumun önemli bir kesimi bu olaya tepki gösterdi. Sizin Hrant Dink cinayetiyle ilgili görüşleriniz nelerdir? Ayrıca özellikle, uluslararası örgütlerle gerçekleştirdiğiniz görüşme ve toplantılarda, Türkiye’de yaşanan bu olay karşınıza bir anti-tez olarak çıkıyor mu?
“Hrant Dink’i Ermeni lobisi öldürdü.”
C.O: Hrant Dink liberal yönelimli bir kimseydi. Böyle bir tutum sergileyen bir Ermeni’yi öldürmek, ancak Türkiye Cumhuriyeti dışından yabancı bir gücün işine gelirdi. Bana kalırsa bu cinayetin yegane sorumlusu Ermeni lobisiydi. Ve Türkiye bayrağı bir şov aleti olarak kullanılmıştı. Bu katlin arkasında pek çok neden bulunuyordu.
Öncelikle Hrant Dink’in Türkiye lehine söylediklerine son vermek ve Türk milliyetçilerini küçük düşürmek gerekirdi. Öte taraftan kendine Osmanlı Devleti’nin azınlıklarını koruma politikasını ilke edinmiş Türkiye Cumhuriyetini, dünya kamuoyunda kötülemek ve Ermeni milliyetçilerini kışkırtarak diasporaya daha fazla para vermelerini sağlamak da bunun başka bir nedeniydi. Başka bir neden ise Türk toplumunda “Bir Ermeni gazeteceye sahip çıkamadık” duygusunu uyandırıp, Ermeni lobisine yönelik her hangi bir iç eleştiriyi tabuya dönüştürmek ve dünya için Türkler tarafından bastırılan mazlum Ermeni imajı çizmekti.
S.B: Türkiye son günlerde, Kürt sorununda çok önemli gelişmeler yaşıyor. Siz Azerbaycan’dan baktığınızda bu süreci nasıl okuyorsunuz? Ayrıca özellikle Azerbaycan ve Ermenistan ilişkileri açısından benzer bir barış süreci mümkün müdür?
“Açılım politikası, kalıcı barışa ve somut çözüme götüreceği takdirde tabii ki, destekliyoruz.”
C.O: Öncelikle bu iki durum arasında bir ayrıma gitmemiz gerekir. Çünkü Karabağ problemi, yabancı bir devletin yani Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgal etmesinden kaynaklanmaktadır. Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisi işgal altındayken her hangi bir barış süreci bahis mevzuu edilemez. Bu iki problem arasındaki benzerlik ise bazı güçler tarafından desteklenen bölücülük çabasıdır ki kabul edilemez bir durumdur. Bu konuda Ermenistan Cumhurbaşkanının “Biz Azerbaycandan Karabağı aldık, Siz de Türkiyeden Ağrıyı alın” söylemini özellikle hatırlatmak istiyorum. Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açılım politikasına gelince, kalıcı barışa ve somut çözüme götüreceği takdirde tabii ki, destekliyoruz.