Aziz Yıldırım'ın iddiaları ile ilgili Sabah'ın izlediği politikayı beğenmeyen Hıncal Uluç, gazetesine rest çekti.
Abone ol
Kapkara bir sabaha uyanmak.. Ben o günü unutmam.. Kaç yıl geçti aradan hatırlamıyorum bile.. Ama olay her ayrıntısı ile aklımda.. Kızılay'dan Ulus'a, gazeteye gidiyorum, Ankara'da, dolmuşla.. Tam Gençlik Parkı'nın kapısının karşısına doğru yolun kenarında işaret eden iki kişi var.. Bizim şöför yavaşladı.. Kızıl saçlı biri.. Ama alamadı yolcuları.. Çünkü tam o sırada arkamızdan gelen bir başka dolmuş hızla fırladı.. Bizi solladı ve ayni hızla sağa kırıp yolumuzu kesti.. Hani polis arabaları filmlerde kaçan soyguncuların yolunu keser ya aynen öyle.. Bizim kızılsaç müthiş bir şöför.. Nasıl kurtardı kazayı anlatmam mümkün değil.. Bir yolcu 25 kuruş.. 50 kuruş için paramparça olacağız.. Öyle gözü kara arkadakinin.. O anın öfke ve dehşeti içinde haykırmışım.. "Vay hayvan vay.." Zınk diye durdu, kızıl.. Zınk diye durdu.. Arkaya bana döndü.. "İn aşağı" dedi.. "Hemen in aşağı.. Sen benim meslekdaşıma nasıl 'Hayvan' dersin.." İndim.. O da indi.. Bizi nerdeyse öldürecek olan şöförü gösteriyor.. "Özür dile" diye bağırıyor.. Ben şaşkın şaşkın bakarken, Ankara'nın nerdeyse tüm dolmuşları ordan geçiyor.. Ben diyeyim 20, siz deyin 40 dolmuş daha durdu. Trafik kesildi.. Kızıl bağırıyor.. "Bu adam benim şöför arkadaşıma 'Hayvan' dedi.." Bir iki dolmuşçunun elinde levyeler gördüm, bana koşan.. Niye hayattayım, niye yaşıyorum, o linçten nasıl kurtuldum bilir misiniz?.. Olay tam Gençlik Parkı'nın kapısının karşısında oldu, dedim ya.. Tam orada karakol var.. Trafik durmuş.. İnsanlar yığılmış.. Polisler o hızla fırlamışlar.. Beni o linç kalabalığının içinden aldılar. Karakola davet ettiler.. Bir de çay içirip yolladılar.. **** Bunu niye anlattım.. Meslek, meslekdaş bilinci, 30 yıl önce, o kızıl saçlı dolmuş şöföründe vardı.. Nerdeyse kendi canını ve arabasını yok edecek birine "Hayvan" dedim diye köpürdü.. Kendisi derdi o başka.. Ama bir başkası, dolmuş şöförlerine küfür edemezdi.. Onu belirtmek için.. Onu belirteyim ki, dün niye kapkara bir sabaha uyandığımı daha iyi anlayın.. **** Aziz Yıldırım konuştu.. Konuşur.. Ağzı olan konuşur.. Kimse önleyemez.. Sonuçlarına da katlanır.. İfade özgürlüğü benim kafamda budur. Nasıl konuştu.. Son zamanlarda moda.. Tüm Türk Spor Medyasını töhmet altına sokacak iğrenç ithamlar, tehditler ve şantajlarla.. Haluk Ulusoy gibi.. Bu defa bekledim ki. Türkiye Spor Yazarları Derneği Aziz Yıldırım'ı konuştuğuna pişman edecek.. Bu sefer bekledim ki, spor medyası "Artık çok oluyorsunuz.. Bu ne be" diye gümbür gümbür gürleyecek.. Aaa.. Bir baktım.. Bizim dernek, spor yazarlarının onurunu ve özgürlüğünü savunacağına hafiyeliğe soyunmuş.. "Kimi suçladın Aziz Bey.." "Sizden biri değil.." "O zaman mesele yok.." Hangi yok Onur, hangi yok.. Meslekdaşlarına, başkanı olduğun derneğin üyelerine böyle saldırı yapılacak ve sen telefonla aldığın "Sizinkiler değil" lafını yeterli bulacaksın.. Bulacaksın ki, yarın bir başkası da çıksın, ayni metodla bize gene sövsün.. Yoo.. Dernek mernek yok.. Sivil toplum örgütü de yok.. Gazetecilik kurumları da.. Gazeteciler Cemiyeti'nin itibarı kalmamış.. Niye kalsın.. Mesleğe söven sövene.. İfade özgürlüğü, tehditler, şantajlar, insanı mesleğini yapamaz hale getiren dava furyaları ile nerdeyse yok olacak. Dernek, Bayram gazetesinden gelen paraların peşinde.. Mesleğin onurunun değil.. Korumakla görevli olduğu fikir ve ifade özgürlüğünün değil.. Hadi onlar öyle.. Peki ya biz.. Bizzat bu işi yapanlar.. Bizzat hakarete uğrayan, tehdit ve hedef göstermeler sonucu, vurulan, saldırıya uğrayan, koruma ile gezmek zorunda kalan bizler, Ankaralı dolmuş şöförleri kadar dayanışamaz mıyız?.. Pazartesi öğleye doğru Hürriyet'i görünce çıldırdım.. Aziz Yıldırım suçlu ilan etmiş bir yığın gazeteciyi, ad açıklamadan.. Tüm spor yazarlarına leke sürerek.. Gölge düşürerek, aşağılayarak.. Hürriyet de suçlamaları kabullenmiş, dedektifliğe soyunmuş, suçlu avına çıkmış.. Kimi kastetmiş acaba?.. Adı verilmeyen suçlular kim?.. Kim be bu Aziz Yıldırım.. Kim be?.. Allah mı, tövbe yarabbim, onun lafı ile tüm spor medyası suçlanacak da Hürriyet "Kim bu dedikleri" diye araştırmacı gazeteciliğe(!) çıkacak.. Sürmanşetten, birinci sayfa sürmanşetten teşhir ediyor, iki gazeteciyi.. İbrahim Seten ve Sanem Altan.. Bir mesleğin haysiyeti, onuru, gururu böyle ayaklar altına alınır işte.. Böyle peşkeş çekilir, paralarından başka özelliği olmadan bu ülkenin en büyük kulüplerinden birinin başına geçen adama.. O öfke ile 90 Dakika kaydına oturuyorum, NTV'de ve ağzıma geleni söylüyorum, Hürriyet'te o haberi yazan ve o birinci sayfayı hazırlayanlara.. "Öl Sezar" diye bağırıyorum.. "Biz bu kadar düştü isek, sen de düş Sezar!.." Ve.. Ve dün sabah kendi gazetemi alıyorum.. Beynimden vurulmuşa dönüyorum.. Bakın bizim spor servisinin, beni de alet ederek, beni de içine alarak hazırladığı bir Aziz Yıldırım sayfası var.. Hürriyet zemzemle yıkanmış.. Bir köşeye minnacık beni koymuşlar, koca sayfada.. Zevahir kurtulacak. Demokrasi.. Karşı görüşler de var ya.. Ama o koskoca sayfa tam bir çok ustaca yazılmış bir Azizname.. Adamın ithamlarında nasıl haklı olduğunu anlatmaya çalışıyorlar sanki.. Ve de Hürriyet'e çatıyorlar.. Düne kadar kendi müdürleri İbrahim Seten hakkında o rezil haberi yaptıkları için değil.. "İbrahim Seten'i buldunuz da, Ercan Saatçi'yi niye bulmadınız" diyorlar.. Yani Aziz Efendi, yüksek yüksek tepelerden buyurmuş.. Biz spor yazarları, onun işareti ile "Kim kara, kim daha kara" diye birbirimizi teşhir ve ihbar eder hale gelmişiz.. Benim gazetem, Ali Şen ile Aziz Yıldırım arasındaki sebebini kargaların bile bildiği "Silah Komisyonculuğu" kavgasını bile silmeye, Aziz Yıldırım ile Ali Şen'i barıştırmaya çabalıyor.. Efendim böyle bir şey yokmuş da, bu iki büyük Fenerlinin arasını laf getirip götürenler açmışlar.. Aman Fener bu işten yara almadan sıyrılsın için, ara buluculuk yapıyorlar yani.. Öldüm.. Resmen öldüm o an.. Vallahi, bakın yemin ediyorum, vallahi, sadece Sabah'ı değil, mesleği bırakmayı düşündüm.. "At kalemi elinden.. Kaybol.. Git bu meslekten, kentten, ülkeden, hazmedene, kendine gelene kadar kaybol" diye bağırdı içimdeki ses.. Sonra yavaş yavaş kendime geldim.. Bunu yaparsam, hem de kimlerin nasıl mutlu olacaklarını, kına yakacaklarını düşündüm.. İstedikleri o zaten.. Birkaç kişi kaldık, onları da susturmak.. "Kalk, git gazetene.. Yaz bunları" dedim kendi kendime ve geldim, yazdım.. Yazılarımı koydukları sürece de yazacağım.. Kimse heveslenmesin.. Ama o spor sayfasında artık adımı görmeyeceksiniz.. Kendi köşemde spor yazıyorum zaten.. NTV ve Lig TV'de de konuşuyorum.. Düşüncelerimi size iletmek için başka yere ihtiyacım yok.. Altan Tanrıkulu kardeşim ve yardımcıları, Emrah ve Mert ki üçü de benim yanımda yetiştiler, bu mesleğin ilkeleri ve onurunu bir daha Fenerbahçe Başkanına kurban etmeyeceklerine beni inandırana kadar, Sabah'ın arkasını kendime kapadım. Ben yokum.. Ben artık orada yokum!.
Hıncal Uluç / Sabah