Hiçbir yanlış yapmadığını düşünenlerin hazin sonu
Medya ve siyaset için bir ders..
Blockbuster ABD’de video film ve DVD kiralayan bir mağaza zincirinin ismi idi. 2006 yılına geldiğinde iyi işleyen bir sistemi vardı ve Amerikan halkının % 70’inin 10 dakikada ulaşabileceği 5195 mağazası ile video/DVD kiralayan devasa bir mağaza zincirine sahipti. Her köşe başında rastlanan mavi renkli, aydınlık ve ferah mağazalarında 3 ya da 4 dolara video kiraladığınız (ve geciktiğinizde bir ceza ile karşılaştığınız) bir imparatorluktu. Daha çok ana akım Hollywood filmlerinin tüketiciye sunulduğu, sinemanın alternatifi bir model. Bir dönem gelirinin % 10 kadarını gecikme bedellerinden sağlamaya kadar vardırmıştı işi. Bu imparatorluk ticari işleyişine uzun süre bu şekilde devam edip gitti. Ta ki şimdilerde hepimizin yakından tanıdığı Netflix adlı şirket ortaya çıkana kadar...
Her iki şirketin de müşterisi ve bu ibretlik hikayenin yakın şahidi olarak Netflix’i ilk keşfedenlerden ve kullananlardan oldum. Çünkü Netflix yeni imkanlar sunuyordu. DVD kiralıyor, internet sitesinden oluşturduğunuz listenizdeki DVD’leri ikişerli üçerli adresinize yolluyor. DVDnin size gönderildiği zarfı ufak bir değişiklikle geri gönderebiliyordunuz. Üstelik alma ve verme işlemlerini evinizin kapısındaki posta kutusu ile yapıyordunuz. Hiç zahmet etmeden... DVDleri ceza ödemeden istediğiniz kadar tutabiliyor ancak gönderince yenilerini alabiliyordunuz. Gecikme bedeli ödemiyordunuz. İkincisi, nadir filmleri ve küçük film şirketlerin filmlerini de bulabiliyordunuz. Bir süre sonra bir bir üçüncü avantaj daha sunmaya başladı şirket. Filmlerin her biri için izleyicilerin yorumlarını toplayıp herkesin kullanımına sunmaya başladı. Bu sayede alternatif bir reyting sistemi oluşturarak ana akım medyanın insanlara dayadığı iyi film-kötü film algısını yıkarak izleyici tercihlerine dayalı bir sistem oluşturdu. Bir dördüncü gelişme ise bir çok filmin internetten anlık izlemeye açılması oldu. İnternet altyapısı geliştikçe daha cazip bir tercih olmaya başlamıştı internetten film izleme imkanı. Bu sayede rekabet avantajını sonuna kadar kullanarak devasa bir imparatorluk olan Blockbuster şirketini çökertti Netflix. Geride 900 milyon dolarlık bir borç bırakarak 2010 yılında sessiz sedasız tarihe gömüldü Blockbuster. Netflix ise artık Türkiye’de bile faal ve yerli dizileri dahi satın alarak piyasayı domine ediyor.
Diğer bir örneğimiz ise 1865 yılında Finlandiya’da kurulan küçük bir kağıt ve kauçuk firması Nokia. 1967 yılında şirketleşen Nokia, 1980’lerin sonundan itibaren yaygınlaşan bilgisayar ve telefon işine girdi. 2002 ile 2010 yılları arasında dünyanın en değerli 5 şirketi arasında kalmaya devam etti ve 1999 ile 2012 yılları arasında yılda yarım milyara yakın telefon satışı ile bu pazardaki birinci şirket idi. Muhtemelen bu yazıyı okuyan 35 yaş üstü herkes hayatının bir döneminde cebinde bir adet Nokia marka cep telefonu taşımıştır. Daha sonra cep telefonu piyasası Apple şirketinin Iphone marka telefonu ile bir devrim yaşadı. Akıllı telefon teknolojisine ayak uyduramayan Nokia ise tabir yerinde ise baş aşağı düştü ve nitekim 2014 yılını başında cep telefonu işini Microsoft’a satarak bu piyasadan çekildi. 2013 yılında satışın yapılacağını duyurduğu basın toplantısında gözyaşları içerisinde “..aslında biz hiçbir şeyi yanlış yapmamıştık, ama yine de kaybettik” demişti şirketin CEO’su Stephen Elop.
Aslına bakarsanız gerçekten de herhangi bir işletme yanlışı yapmamışlardı. Ne Blockbuster ne de Nokia… Her zaman olduğu gibi işlerine devam etmişlerdi. Her daim kendilerine kazandıran modeli değiştirmemişlerdi. Ticari danışmanları da aynı kişilerdi. Ancak, unuttukları bir şey vardı. Muhatapları, rakipleri ve dünya değişmişti; onlar ise bu değişimi anlayamamışlardı. Eskilerin deyimi ile gafil avlanmışlardı.
Bu hikayeleri ne için yazdım?
Türkiye’de iki grup gaflete çok düşer. Bunlardan biri medya, diğeri ise siyaset esnafıdır. Medya her zamanki alışkanlıkları ile devam edemeyeceğini anlamamış görünüyor. Geçen yazımda, rutin alışkanlıkları bile devam ettiremeyerek birkaç basamak aşağı düşen ulusal ana akım medyanın dramını yazmıştım. Internet ve sosyal medya, hem gazetelerin hem de televizyonların düzenini altüst etmiş durumda, ancak, ana akım medya durumun vahametini anlamamakta ısrar ediyor.
Dünyanın, muhatapların ve rakibin değiştiğini anlamayan bir diğer grup da siyasetçiler. Eski söylem, tavır ya da siyaset yapma biçiminin ve kulak hizasında konuşan danışmanların dar kalıplarının yaşatacağı son ile ilgili kendilerine bir tavsiyem var. Hala hayatta olan ve bu aralar bir kol mesafesinde tutulan Mehmet Ağar, Tansu Çiller gibi emekli edilmiş siyasetçiler ile samimi bir sohbet öneririm. Belki aralarından Nokia’nın CEO’su gibi naif bir açıklıkla neden hiç itibar görmediklerini söyleyen çıkar. Kim bilir belki de tavsiye verecek kadar tecrübelerinden ders çıkaran emekli bir siyasetçiye de rastlarlar. Böylelikle dün kazandıran şeyin bugün neden kaybettirebileceğini idrak ederler…