BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Her satırı olay röportaj! Mutlaka okuyun!

Fox Tv Ankara Temsilcisi, Ankara'nın nabzını tutan en iyi gazetecilerden Sedat Bozkurt gündemi internethaber.com'a değerlendirdi.

Abone ol

NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA

Ankara'da gazeteci deyince akla gelen ilk isimlerden biri Sedat Bozkurt. Kendine has üslubuyla ve derin bilgisiyle gündemi internethaber.com'dan Nesrin Yılmaz'a değerlendiren Bozkurt her biri Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu anlatan bomba analizler yaptı.

Sizi hiç oyalamadan bu güzel röportajla baş başa bırakıyorum...

20150212_170109.jpg

-Erdoğan'ın "sır küpümdü, istifasına olumlu bakmıyorum" dediği Hakan Fidan istifa etti, nasıl değerlendiriyorsunuz?

ERDOĞAN HOŞLANMASAYDI FİDAN İSTİFA ETMEZDİ

Hakan Fidan'ın Erdoğan'ın açıklamalarına rağmen MİT müsteşarlığından istifa ederek milletvekili adayı olamayacağına dair inancımı muhafaza ediyorum. Erdoğan ve Erdoğan'ın yanında pozisyon almış siyasal kimslikli insanlar tam tersini, Erdoğan'ın bu işten hoşlanmadığını söylüyorlar. Hoşlanmasaydı, "hayır kardeşimle" başlayan bir cümle kursaydı, Hakan Fidan istifa etmezdi.

ERDOĞAN İSTEMEZSE DAVUTOĞLU BİLE ADAY OLAMAZ

Recep Tayyip Erdoğan Hakan Fidan için "sır küpüm" diyor, bu dönem için söylemek gerekirse gerçekten birlikte çok operasyonel işler yaptılar. Gerçekten de Hakan Fidan, Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu'nun sır küpü, kolay kolay vazgeçemeyecekleri, karşılarına alamayacakları bir isim.

O yüzden, Hakan Fidan'ın isteklerine karşı fazla direneceklerini tahmin etmiyorum. Hakan Fidan da belki buradan aldığı gücünü kullanarak Recep Tayyip Erdoğan'a rağmen milletvekili oluyor olabilir. Bu cümleyi kurarken bile inanmadan kuruyorum, çünkü ben hala, Recep Tayyip Erdoğan istemezse bırakın Hakan Fidan'ı Ahmet Davutoğlu bile aday olamaz diye düşünüyorum.

Ama sonuçta milletvekilliği listesini hazırlayacak kişi Ahmet Davutoğlu, altına imzasını atıp YSK'ya başvuracak kişi de kendisi. Hiç kimseye sormadan milletvekili listesini kendisi hazırlayacak.

-Yapabilir mi?

BU ÜÇ İSİM KARŞI KARŞIYA GELİRSE MASA DEVRİLİR

Yapamaz tabii, mümkün değil. Bu üç isim; Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan karşı karşıya gelemezler. Aralarında bir sorun olduğunda, bu üç sac ayağından biri bozulursa masa devrilir. Suriye ile ilgili Türkiye'ye yönelik bütün uluslararası iddialar bu üç özne üzerinde toplanıyor. Varsayalım; Türkiye uluslararası bir mahkemeye dava konusu oldu, hazırlanacak iddianamede yer alacak ilk üç isim bu isimlerdir. Birbirlerine ihanet etmeleri, karşı çıkmaları mümkün değil.

Bu bir danışıklı dövüştür. Milletvekili listesini Erdoğan yapacak, sanki Davutoğlu göstermelik bir Başbakan gibi ortada duracak gibi bir beklenti vardı.Bu beklentiyi yok edecek bir tartışma yaşıyoruz. Bu tartışma onu mu amaçlıyordu o da başka bir tartışma konusu. Ben başta öyle gördüm ama iş biraz daha ciddiyet kazanmaya başladı.

ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU ARASINDAKİ AÇI GENİŞLEYEBİLİR

İşin biraz da ciddiyet kazanıyor olması da Ahmet Davutoğlu'nu Başbakan olarak bir zeminin üzerine oturtma çabası planının bir parçası mı, o da olabilir. Bunun net yanıtı yok ama görünen şu; Hakan Fidan üzerinden Erdoğan ve Davutoğlu arasında bir açı ortaya çıkıyor, bunu zaten kendileri de ifade ediyorlar. Daha önce 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ve Yüce Divan oylaması ile ilgili orataya çıkan açının Hakan Fidan tartışmasında da ortaya çıktığını görüyoruz. Recep Tayyip Erdoğan'la Ahmet Davutoğlu arasında bir açı vardır hatta bu açı da genişlemeye müsaittir gibi bir tablo ortaya çıkarır mı, bunu listeler kesinleştiği zaman göreceğiz.

-Hakan Fidan Başbakan olacak mı tartışmaları var, sıradan bir milletvekili mi olacak, siz ne düşünüyorsunuz?

ERDOĞAN HAKAN FİDAN'LA YAKIN ÇALIŞACAK

Anladığım kadarıyla, Hakan Fidan'ı güvenlikle ilgili bir direksiyonun başına geçirmek istiyorlar, belki Emniyet ve MİT de bundan sorumlu olacak. Yeni bir bakanlık mı oluşturacaklar bunu bilmiyoruz. Şunu biliyoruz; Birincisi; Erdoğan Cumhurbaşkanı olmadan önce MİT müsteşarının yargılamasını kendi iznine bağladı. Yani, Cumhurbaşkanı'nın izni olmadan MİT müsteşarı sokakta cinayet bile işlese yargılayamıyorsunuz. MİT müsteşarını kendisine bağlama, Hakan Fidan'dan kaynaklanan bir gerekçeydi. Hakan Fidan olduğu sürece o da Cumhurbaşkanlığı'nda oturacaktı ve koruyacağı bir bürokrat figür olarak orada duracaktı.

İkincisi; Cumhurbaşkanlığı sarayının içinde MİT müsteşarı için bir bölüm oluşturuldu, bu bölüm aslında MİT müsteşarı için değil, Hakan Fidan için bir mekandı. Erdoğan, Hakan Fidan'la MİT müsteşarı olarak yakın çalışmak istiyordu, hem onu yargı dokunulmazlığı açısından koruyup kollayacaktı hem de güvenlik açısından sürekli yanında bulunduracaktı. Şimdi bir taraftan Hakan Fidan için bunları yaparken Hakan Fidan'ın bir anda bunları bırakarak siyasete dahil olması, bu planlardan Erdoğan'ın vazgeçeceği anlamı çıkar mı, bence çıkmaz. Anladığım kadarıyla, siyasal kimlikle yine onu oralarda
muhafaza edecek. Bakan mı olur, danışman mı olur, ya da bürokratik yapıda yeni bir birim mi oluşturulur çok bilemiyorum ama Hakan Fidan'la yakınen çalışmaya devam edeceğini düşünüyorum. Çünkü, Erdoğan'ın MİT'e ihtiyacı hala bitmiş değil.

-AK Parti'den bu konuda çelişkili açıklamalar yapılıyor. AK Parti içerisinde bir kriz var mı sorusuna AK Parti "yok" diyor, sizce bir kriz var mı?

AK PARTİ'NİN İÇİ O KADAR KARIŞIK Kİ...

Çok net bir kriz var. Ak Parti o kadar karışık ki, biz gazeteciler muhtelif partilerle ilgili öngörülerde bulunabiliyorduk ama AK Parti'de bu tamamen yok oldu. İlk kabine açıklandığı zaman ben gölge Başbakan'ın Yalçın Akdoğan olduğunu, Recep Tayyip Erdoğan'ın Akdoğan üzerinden hükümeti yöneteceğini söylemiştim çünkü Erdoğan'ın en yakınındaki isimdi, sırdaşıydı. Ahmet Davutoğlu siyasi bir figür olarak ortaya çıkınca yakınında gördüğümüz kişi Akdoğan oldu. Gerçekten Erdoğa'a yakın çalışacaksa ve Yalçın Akdoğan Erdoğan'ın Başbakan adayıysa Ahmet Davutoğlu'nun tam yanında nasıl yer alabiliyor, en azından bu tartışmalarda nasıl yanında yer alabiliyor. Hakan Fidan aynı şekilde, bir baktık Davutoğlu'nun yanında yer aldı, bunu cephe olarak söylüyorum, Erdoğan'ın itirazına rağmen Davutoğlu'nun yanında yer aldı.

Öte yandan, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı adaylığından itibaren taca attıığı Abdullah Gül'ün ekibi (Hakan Fidan ve Ahmet Davutoğlu) bir anda hükümette öne çıktılar. Abdullah Gül'ü bir taraftan etkisizleştiriken onun adamları ön plana çıkıyor, bu da kafa karıştırıyor.

-Neye bağlıyorsunuz bu durumu?

BÜLENT ARINÇ BİLE YANILGIYA DÜŞÜYOR

Hiçbir şeye bağlayamıyorum, AK Parti'de karışık işler oluyor, çözmek mümkün değil. Ama bunların tamamının bir rahatsızlık sonucu ortaya çıktığını söylemek mümkün. AK Parti bugün yönetilemiyor, teşkilattan sorumlu genel başkan yardımcısı Süleyman Soylu, merkez sağdan gelen milli görüş geleneğini bilmeyen biri, yani teşkilatta da bir mutlaklık yok, teşkilatlar da çok karışık. Hatta bazı kongrelerde çok sayıda aday çıktığı için kongreler yapılamadı, AK Parti sadece iktidarda olduğu için kendisini muhafaza ediyor.

Bütün bunlar AK Parti'nin yönetilmesinin sıkıntılı bir noktaya geldiğine işaret ediyor, bir kafa karışıklığı olduğu kesin. En azından Bülent Arınç gibi partinin kurucularından olan bir ismin partide ne olacağını bizden iyi bilmesi gerekir değil mi, ama o da bizimle aynı yanılgıya düşüyor, bir öngörüde bulunduğu zaman onun da öngörüsü doğru çıkmıyor. Partinin içindeki önemli isimlerin öngörüsünün doğru çıkmadığı partiye ilişkin bizim yaptığımız öngörülerin yanlış çıkması bana çok normal gibi geliyor.

-Abdullah Gül'ü devre dışı kalması sonrasında onun ekibinin daha etkili hale gelmesinde Gül'ün rolü olabilir mi?

ERDOĞAN'IN BOZAMADIĞI TEK KURGU GÜL'ÜN KURGUSU

Ben onun rolü olduğunu düşünmüyorum, çünkü Abdullah Gül kişilik olarak böyle şeylere çok uygun biri değil ama baktığınız zaman Abdullah Gül'ün ekibi biraz daha ortalamanın üzerinde bir ekip, bunu nitelik ve eğitim olarak söylüyorum. Bugün, ekonomi bürokrasisinde hala Abdullah Gül'ün kurgusu işliyor, Ali Babacan'dan Merkez Bankası Başkanı'na, IMF'e giden Hazina Müsteşarına kadar. Bu bürokratik kurgu Abdullah Gül'ün kurgusu, bunu Abdullah Gül yaptı ve Erdoğan'ın dokunup bozamadığı tek kurgu orası.

-Niye bozamadı?

"GÜL ANAHTARI TESLİM ALACAK" DİYEMEYİZ

İşlerini iyi yaptıkları, ekonomide bir karşılıkları olduğu ve biraz önce söylediğim gibi AK Parti'nin niteliğinin çıtasının biraz üzerinde insanlardan oluştuğu için. Şimdi buradaki kurguyu, yani Abdullah Gül'ün kadrosunu muhafaza ediyor diyebilir miyiz, diyemeyiz. Tam tersi, hayatın gerçeği o adamların orada kalmasını gerektiriyor. Baktığınız zaman, az önce de Ahmet Davutoğlu, Hakan Fidan örneğinde olduğu gibi bu kişiler Abdullah Gül'ün arkadaşları, onun getirdiği insanlar. Ama buna, "Abdullah Gül orada kadrosunu muhafaza ediyor, bir dönem sonra gelecek, AK Parti'den anahtarı teslim alacak" diyemeyiz.

-Ne yapacak Abdullah Gül, aday olacak mı mesela?

ABDULLAH GÜL AK PARTİ'NİN KAPISINI ÇALMASINI BEKLİYOR

Cumhurbaşkanlığı yapmış birinin dönüp parti içi mücadelelere girmesi kendisi açısından hoş değil, kendisi de bundan hoşlanmayacağını açıkça söyledi. Bu saatten sonra sıradan milletvekili olmak da hoş değil. Bir de partide Abdullah Gül'e karşı bir direnç var, buna da bakmak lazım. Erdoğan'ın sonradan partiye taşıdığı isimlerin hiçbiri Abdullah Gül'ü partide istemiyor, zaten Erdoğan bunun için Cumhurbaşkanlığına çıkarken parti içinde parçacıklar oluşturdu. Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Ahmet Davutoğlu'yla... Biz tek parçadan değil, üç dört parça bir partiden bahsediyoruz. Parti içerisinde, Numan Kurtulmuş kliğinden, zayıf da olsa Süleyman Soylu kliğinden, Ahmet Davutoğlu kliğinden bahsedebiliriz ama bunların içinde bir Abdullah Gül kliği yok. Şimdi partide böyle bir karşılığı yokken, Abdullah Gül'ün partiye yönelik böyle bir talebi yokken milletvekili adayı olacağım diye ortaya çıkması çok hoş değil. Abdullah Gül, "işler iyi gitmiyor, işleri düzeltsen bir tek sen düzeltirsin, lütfen gel" diye AK Parti'nin topyekün kendi kapısını çalmasını bekliyor.

-Bu seçimde çalarlar mı kapısını?

BAKANLAR KURULU'NDA ABDULLAH GÜL İSMİ İKİ KEZ GEÇMİŞ

Çalma ihtimalleri olabilir. Muhtemelen Ahmet Davutoğlu'nun kafasından Abdullah Gül'le temas sağlamak geçiyordur. Çünkü Bakanlar Kurulu toplantısında iki kere Abdullah Gül konusu gündeme gelmiş. Birincisi,Ortadoğu'da sıkıntılar yaşanırken, "kendisini arabulucu yapalım, Ortadoğu'da karşılığı olan bir adam muhtelif fikirleri Devlet Başkanlarıyla konuşsun, derdimizi anlatsın, ilişkilerimizi yumuşatsın" diye, ikincisi; Anayasa Mahkemesi'nde sorun yaşanırken devreye girip, "nedir dert" diye hükümet adına temaslarda bulunsun diye. Bakanlar Kurulu'nda bu görüşler Ahmet Davutoğlu tarafından onaylanmış ama daha sonra hayata geçmemiş, muhtemelen bunu Cumhurbaşkanı istememiştir. Abdullah Gül'e karşı bir direnç olduğunu görüyoruz, şimdi bir milletvekili olur mu, olmaz mı bunu çok kestiremiyorum ama zor görüyorum. Sıradan bir milletvekili ya da bir bakan olarak kabinede yer almasını mümkün görmüyorum.

-Ne olursa kabul eder?

ABDULLAH GÜL MECLİS BAŞKANI OLABİLİR

Ahmet Davutoğlu biraz daha kıvrak olsa, Abdullah Gül üzerinden AK Parti'den kaçan seçmeni tutabileceği gibi bir hesap yaparsa "Meclis Başkanı ol" diyebilir. Meclis Başkanı tarafsız, Cumhurbaşkanı yurtdışına çıktığı zaman yerine vekalet eden bir makam. Cumhurbaşkanı'na eş değildir ama buna yakındır. Böyle bir şeyi teklif ederse, "ülkenin durmu belli, Meclis Başkanı ol, katkın olsun" diye ikna ederse belki olur.

-Erdoğan böyle bir şeyi ister mi?

Erdoğan istemez.

-Erdoğan'a rağmen Davutoğlu böyle bir teklifle Gül'e gidebilir mi?

ERDOĞAN'A RAĞMEN HAKAN FİDAN İSTİFA EDİYORSA...

Erdoğan'a rağmen Hakan Fidan MİT müsteşarlığından istifa edip AK Parti'ye geliyorsa Abdullah Gül de gelebilir, niye gelmesin. İmkansız değil ama zor. Fakat bu zorluk Abdullah Gül'den kaynaklanıyor. Abdullah Gül bir öneri üzerine "geleceğim, Meclis Başkanı olacağım" derse Erdoğan'ın buna direneceğine çok ihtimal vermiyorum.

-Abdullah Gül bunu kendisi söylemez mi, neden bekliyor?

ABDULLAH GÜL SÖYLEMEZ

Abdullah Gül söylemez. Çünkü, dediğim gibi kişiliği bu işlere uygun değil. Biraz daha agresif, biraz daha mücadeleci bir yapısı olsaydı şimdi zaten Huber Köşkü'nde evinin tamir edilmesini bekliyor olmazdı.

-Başkanlık sistemine karşı mısınız, neden?

ERDOĞAN MUTLAK HAKİM OLMAK İSTİYOR

Başkanlık sistemine tabii ki karşıyım. Başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerde bizdeki gibi temsili demokrasi yok. Bizdeki seçimler, partileri meşrulaştırma aracı. Üç-beş kişi bir araya geliyor liste hazırlıyor, insanlar sandığa gidip oy veriyor, genel başkanın hazırladığı listeyi onaylıyor, bu demokrasi değil. Katılımcı demokrasi olan örgütlü toplumlarda Başkanlık sistemi işliyor. Türkiye'de başkanlık sistemi, sistemin tıkandığı yerde değil, kişilerin tıkandığı yerde tartışılıyor. Özal'da bunu yaşadık,
partisi elinden gitti, hükümete hükmedemez oldu, Başkanlık sistemini tartıştı. Demirel Başkanlık sistemine karşı çıktı, Köşk'e çıktıktan sonra partisi elinden gitti, hükümet elinden gitti, o da mahçup bir şekilde yarı başkanlık sistemini tartışmaya başladı. Şimdi Erdoğan yukarı çıktı yine Başkanlık sistemini tartışıyoruz.

12-13 yıllık bir iktidar var, bir de önümüzde devletin bütün organlarına mutlak hakim bir cumhurbaşkanı var, istediği her şeyi yaptırıyor, Başkanlıktan daha fazla yetkileri var. ama yarın öbür gün bu yetkilerin elden gideceğini bildiği için biz Başkanlık sistemini tartışıyoruz. Ben bunu sağlıklı bulmuyorum. Mesela hala barajı yüzde 10'da tutuyoruz, barajı indirelim, dengeler kuvvetler ayrılığı üzerine kurulmuş bir parlamenter sistem üzerinden gitsin, çünkü bu sistem bugüne kadar iyi kötü geldi. Başkanlık sistemini isteyen Erdoğan, bunu mutlak hakim olmak için istiyor. Mutlak hakim olduğu zaman bugünkünden daha fazla hangi gücü olacağını ben merak ediyorum.

-Erdoğan şu an neyi yapamıyor ki daha fazla güç istiyor?

CUMHURBAŞKANI'NA UÇUK KAÇIK YETKİLER

Her şeyi yapabiliyor. Bizim Anayasamız Cumhurbaşkanına uçuk kaçık bir yetki veriyor. Cumhurbaşkanı bütün bakanları topluyor, karar aldırıyor, aldığı kararların hepsini uygulatıyor, bu alınan ve uygulanan kararlar, hukuka, yasaya aykırıysa bundan bakanlar sorumlu oluyor, cumhurbaşkanı sorumlu olmuyor. Ve bakanlar Anayasamıza göre Cumhurbaşkanının söylediğini yapmak zorundalar. Yani cumhurbaşkanı bakanları toplayıp hepsine yasadışı işler yaptırabilir, bundan dolayı hepsi Yüce Divan'da yargılanabilir ama Cumhurbaşkanı hiçbir yerde yargılanamaz.

ERDOĞAN KENDİNİ MUHAFAZA ALTINA ALMAK İSTİYOR

İkincisi, parlamentoyu feshedebilir, bakanları azledebilir, böyle yetkileri var. Yargılanması konusunda hukuki bir tartışma var, ben Cumhurbaşkanının Anayasaya göre yargılanabileceğine inanıyorum, yargı dokunulmazlığı yoktur ama onu yargılayacak bağımsız bir yargı lazım. Bu Anayasaya göre, Cumhurbaşkanı adi bir suç işlediğinde kelepçe takılarak savcı karşısına çıkarılabilir. O yüzden Erdoğan Başkanlık sistemi açısından kendisini muhafaza altına almak istiyor. Muhtemelen istediği Başkanlık sisteminde yargılamaya yönelik özellikler de olacaktır, çünkü nasıl bir başkanlık sistemi istediğine dair detay vermiyor. Fransa usulü yarı başkanlıktan söz ediliyor ama kendisi hep Amerika'yı söylüyor, Amerika'da Clinton, Monica Levinski skandalından sonra "yalan söylediği için" hakim karşısına çıkarıldı. Yani, yargılama, margılama, dokunulmazlık diye bir şey yok. Amerika'da senato Obama'nın bütçesini onaylamadı. Yani dengeler üzerine kurulmuş bir ülke rejiminden söz ediyoruz. Amerika'da sivil toplum örgütleri var, kişi başına üç-dört sendika üyeliği düşüyor. Bizim ülkemizde çalışan nüfusun yüzde 10'u sendikalı değil. Kendi dengeleri olmayan bir yerde Başkanlık sistemi padişahlık sistemidir.

MEVCUT ANAYASA'YA UYMAYAN BİRİ YENİ ANAYASAYA UYAR MI?

Daha vahimi de şu; Erdoğan bir Anayasa değişikliği de istiyor. Mevcut Anayasaya uymayan bir Cumhurbaşkanının yeni bir Anayasa istemesi bu yeni Anayasaya uyup uymayacağı konusunda da soru işaretleri yaratır. Eskisine uyarsınız, "bakın uyuyorum ama sıkıntı çıkıyor" dersiniz o zaman yeni bir Anayasayı tartışmaya başlarsınız.

-Erdoğan'ın kendini bu kadar güvence altına almasının sebebi ne?

KORKU İNSANA BUNLARI YAPTIRIYOR

Korku insana böyle şeyler yaptırıyor. Baktığınız zaman zaten bu korkuyu hissediyorsunuz. Ben yıllarca Başbakanlık muhabirliği yaptım, Cumhurbaşkanlarını da izledim, hiç bu kadar yoğun bir güvenlik önlemleri alınmış bir Cumhurbaşkanı ya da Başbakan görmedim. Gerektiğinden fazla koruma var. Eskiden parlamentonun içine Başbakanın ya da Cumhurbaşkanının bir tek koruma müdürü girerdi, şimdi bakanların bile dört-beş koruma müdürüyle girdiğini görüyoruz, müthiş bir koruma iklimi var.

GENEL AF ERDOĞAN İÇİN Mİ, ÖCALAN İÇİN Mİ?

17-25 Aralık da dahil olmak üzere söylüyorum, bunların hepsi bir gün dosya şeklinde açılır, ülkedeki en kötü işleyen kurum yargı olmasına rağmen yine de açılır. Açılmaması nasıl mümkün olur? Türkiye'de Abdullah Öcalan ve KCK'lıların çıkarılması için hep bir genel af konuşuluyor.

Bunu hep Abdullah Öcalan'ın ve PKK'lıların ve KCK'lıların istediğini varsayarak konuşuyoruz. Sürecin sonunda genel affın bu kişiler için çıkacağını düşünüyoruz. Ama şöyle bakmak lazım; 17-25 Aralık meselesi üzerinden söylüyorum; Genel affa Abdullah Öcalan'ın mı daha çok ihtiyacı var, Recep Tayyip Erdoğan'ın mı daha çok ihtiyacı var. Genel af ortaya çıktığı zaman Abdullah Öcalan dışarı çıkacak deniyor. Öcalan zaten Kürt isyaseti üzerinden mutlak hakimiyetini muhafaza ediyor, hem örgüte, hem silahlı, hem silahsız kanadına talimatlar veriyor, içerde kendisine göre tezler üretiyor, çalışmalar yapıyor. "Ben içeride iyiyim, dışarı çıkma gibi bir talebim yok" diyor. Dışarı çıkma gibi talebi olmayan bir insan genel af talep etmez, en azından genel aftan bir beklentisi yoktur. Ama öteki taraftan bir genel afla kendisi hakkında (Türkiye sınırları içinde söylüyorum) hukuki herhangi bir sorunu ortaya çıkma ihtimali ortadan kalkacak Cumhurbaşkanı ya da onun yanındaki eski bakanlar, bürokratları var. Böyle baktığınız zaman sizce genel af en çok kimin işine yarar?

-Türkiye sınırları dışı için konuşursak?

TÜRKİYE'DEKİ GENEL AF DIŞARI DA KURTARMAZ

Uluslararası planda da Türkiye hükümet üzerinden çok eleştiriliyor, pek çok mesele konuşuluyor. Dinlemeler, tapeler, belgeler, bilgiler, bunlar ciddi şeyler. Bunlar yarın öbür gün uluslararası bir mahkemede dava konusu olursa Türkiye'deki gene af onları kurtarmaz. Anladığımız kadarıyla bunlara
ilişkin veriler de var ellerinde.

Amerikan yönetimi dönem dönem bir gazeteciye bir köşe yazısı için bir bilgi sızdırıyor, o köşe yazısına baktığınız zaman Türkiye'de hükümetin de içinde yer aldığı bir silah sevkiyatı söz konusu. Aynı şekilde Almanya'dan bu şekilde bir ima geliyor, İngiltere'den Hollanda'dan, Danimarka'dan böyle imalar geliyor. Bu imaları bir araya topladığınız zaman bir hukuki mesele olabilir, yargının denetimine tabi bir konu haline gelebilir. Oradan nasıl yırtacaksınız o da bir sorun.

-HDP seçimlere parti olarak girme kararı aldı, bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce barajı geçebilecek mi?

HDP, kendisi açısından, siyaseten doğru bir şey yapıyor ama bana göre çok da ahlaki değil.

-Neden ahlaki değil?

HDP AÇIK AÇIK SÖYLEMELİ

Kendileri buna "yok" diyorlar ama parlamentoda Kürt halkı temsil edilmediği zaman bana, yeni bir parlamento oluşturma niyetleri varmış gibi geliyor. Bunu açık açık söylemeleri gerekiyor, ben kendi adıma bu düşüncelerini desteklerim. Ama bunun adını koyup yapmaları lazım, baraj riski olmasına rağmen "seçime parti olarak katılıyoruz" demeleri biraz dolambaçlı bir yol oluyor. Selahattin Demirtaş Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 9.5 oy aldı, bu da bugün potansiyeli gösteriyor, HDP bu potansiyeli parti olarak da yakalamak istiyor, yakalama ihtimalleri var, Kobani meselesinden sonra AK Parti'nin Kürt seçmeni HDP'ye kaçmaya başladı ve AK Parti'nin bölgede artık bir kendisinin de beslediği bir rakibi var o da HÜDAPAR. Onlar da bağımsız adaylarla seçime katılacaklar, neresinden bakarsanız bakın bölgede yüzde 3-4 oyu olan bir yapıdan söz ediyorsunuz, Türkiye geneline vurduğunuz zaman binde 5'e tekabül eder. Binde 5 AK Parti'den HÜDAPAR'a bir oy gidecek. Kobani meseleleri nedeniyle hem bölgede hem de Türkiye genelinde AK Parti'den HDP'ye oy kayacağı net bir şekilde görülüyor.

TÜRK SEÇMENİ İKTİDAR PARTİSİNE KIZARSA...

Türk seçmeni 80'lerden sonra şöyle bir refleks geliştirdi, kızdığı iktidar partisini en çok kim dövecekse gidip ona oy veriyor. 12 Eylül darbecileri Turgut Sunap'in partisini işaret ettiler, o dönem ANAP'a oy verdiler, ANAP'a kızdılar SHP'ye oy verdiler, ANAP'a, SHP'ye, DYP'ye kızdılar Refah Partisi'ne oy verdiler. Bunların tamamına, 28 Şubatçılara kızdılar gittiler AK Parti'ye oy verdiler. Türk seçmeninin karşıt yaratma konusunda böyle bir yeteneği var.

NAZLI ILICAK ŞAKA YAPMADI

Nazlı Ilıcak HDP'ye oy vereceğim dediği zaman şaka yapmadı. Gerçekten İstanbul burjuvazisinde, sermayedarlarda ciddi bir HDP eğilimi var. Hiç ummayacağınız insanlar arasında "bu seçimde HDP'ye oy vereceğim" diyen insan oldukça fazla. Tüm bunları alt alta koyduğunuz zaman barajı geçme ihtimali ortaya çıkıyor ama tabii ki ihtimaller mutlak değildir.

-HDP barajı geçerse ne olur?

BAŞKANLIK SİSTEMİ MÜMKÜN DEĞİL

HDP barajı geçerse AK Parti hükümet kuracak milletvekili sayısını yakalamakta zorlanır. Tabii bu CHP ile MHP'nin performansına da bağlı. CHP, Birleşik Haziran Hareketi ile ittifaka girmek istiyor ama merkez sağdan da birkaç isme listesinde yer verecek, öyle görünüyor. Öte yandan MHP mevcudiyetini muhafaza ediyor, kimlik ve süreç meselesinden dolayı da hala kimliği saldırıya uğramış belli sayıda insan için hala sığınılacak liman gibi görünüyor. CHP ile MHP'nin performansı da fena olmazsa AK Parti tek başına hükümet olamayabilir.

-O zaman Başkanlık sistemi de hayal olur?

Başkanlık sistemi hiçbir durumda mümkün değil zaten. Parlamentoda 367'nin üstünü bulamadıkları zaman bu münkün değil. Çünkü, 367'nin içinde Ahmet Davutoğlu gibi (çünkü o Başkanlık sistemine karşı) 3 tane daha adam ret oyu verdiği zaman Anayasa değişikliği otomatikman referanduma gidiyor. AK Parti'nin kendi yaptırdığı ölçümlere göre başkanlık sistemine en top destek yüzde 30. 400 milletvekilini bulurlarsa belki ama 367-368-370 olursa kesinlikle mümkün değil.

-Erdoğan'a rağmen mi halk bunu istemeyecek, bugüne kadar girdiği bütün seçimleri, referandumları kazanmış birinden bahsediyoruz, o isterse halk istemez mi?

AK PARTİ ARTIK YIPRANMAYA BAŞLADI

Hayır istemez. AK Parti'nin kendi yaptırdığı araştırmanın sonucu bu. AK Parti'nin kendi tabanı da dahil olmak üzere destek yüzde 30. 

-Başkanlık seçimi için referanduma giderse ilk kez kaybedecek. Bu neyi gösterir bize?

Artık yıpranmaya başladı, her şeyin bir ömrü var. Amerikalılar akıllı adamlar, siyasetçilere 10 yıl ömür biçiyorlar, iki dönem seçiliyorlar. Tam Obama'nın bittiği dönemde süresi de bitiyor. Türkiye'de de bu çok net şekilde görünüyor, artık bir yenilenme, bir restorasyon lazım. Devlet kurumlarının da tamamen elden geçirilmesi lazım, boyayla badanayla kurtarılacak gibi değil çünkü. AK Parti için de bunun işaretleri görülüyor zaten.

ERDOĞAN'IN OYU YÜZDE 43

30 Mart'ta Erdoğan kendini, devleti ortaya koydu yüzde 43 oy aldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bizzat kendisi girdi, yine yüksek sesten vatan, millet, devlet, paralel, semaat propagandası yaptı, eğer katılım oranını Mart Genel seçimleriyle aynı tutarsanız oran yine yüzde 43. Yani, Ak Parti'de yüzde 43'e sabitlenmiş bir Erdoğan oyu var. Şimdi Erdoğan gitti, Davutoğlu geldi. O günden bugüne kadar Türkiye'de AK Parti'ye oy vermemiş insanların AK Parti'ye oy vermelerini gerektirecek olumlu bir
gelişme oldu mu, tam tersine daha önce AK Parti'ye oy verdiğini ama bu dönem oy vermeyeceğini söyleyen insanlar var.

DAVUTOĞLU KAZANSA DA KAYBEDECEK

Ahmet Davutoğlu atanmış bir Başbakan, ilk seçimine girecek ve seçilmiş bir Başbakan olmak istiyor. Kazanırsa, Anayasasyı değiştirecek çoğunluğa sahip bir parlamento oluşturursa Başkanlık sistemine geçilecek kendi kaybedecek. Yani, Ahmet Davutoğlu kazansa da kaybedecek, kaybetse de kaybedecek bir siyasi figür. Şimdi Ahmet Davutoğlu'ndan müthiş bir performansa göstererek partiyi uçurmasını bekliyorsunuz. Neresinden bakarsanız bakın AK Parti için 7 Haziran sonrası çok iyi geçecek bir süreç değil.

-Çok sayıda bürokrat, rektör, öğretim üyesi görevlerinden istifa edip en çok da AK Parti'den milletvekili olma yarışına giriyor, nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?

SİYASİ KİMLİKLE BİR YERLE GELENLER...

İlk kez bu dönem şöyle bir şeyle karşı karşıya kaldık; tarafsız olması gereken yerlere siyasal kimlikli insanlar atandılar, isanlar siyasal kimliklerinden dolayı bir yerlere getirildiler. Siyasal iktidarın yan bahçesi gibi çalışan bir sendika var, o sendikaya üyeyseniz istediğiniz yerde şef, müdür olabiliyorsunuz. Siyasal kimlik bu derecede iş görünce, insanlar bu kimliğe daha çok sahip olmak istediler.

Yani, bürokratların muhtemelen yüzde 80'i aday bile yapılmayacak ve geri işlerine dönecekler. Ama işlerine geri döndükleri zaman bir kimlik edinmiş olacaklar; AK Parti aday adaylığı kimliği. Bu kimlik, bürokraside önlerini açacak müthiş bir şeydir. Yani hiçbir zaamn liyakata bakmadılar, insanların yeteneklerine, birikimlerine bakmadılar, bu kimlik kurtarıcı oldu. Bu mutlaklaştırılmı kimlikle bürokrasi içinde var olmaya çalışacaklar.

İkincisi, bu işler de aynı bürokrasideki gibi hiyerarşiye bakıyor. Yani, şefseniz, müdür, müdürseniz daire başkanı olmak istiyorsunuz. Bürokrasideki en üst yer milletvekilliği, oraya da atamayla geliyorsunuz. Yani, sizi atayacak kişinin hoşuna gidecek işler yaptığınız zaman oraya atanıyorsunuz.
Milletvekilliğine atandığınız zaman da otomatikman bürokrasinin en üstündeki kişi olarak atama yapıyorsunuz, tayin yapıyorsunuz, icraat yapıyorsunuz, bürokrasinin bir kolu gibi görünüyor, çok sağlıklı değil tabii. Biz devlet ve siyaseti neden hep ayrı tutuyorduk; iki ayrı kurum olduğu için.

Ama şu anda o kadar iç içe geçmiş durumdalar ki, durumu meşrulaştırmış oluyorsunuz. AK Parti'den aday adayı olmayan gariban birisi ve AK Parti'den aday adayı olmuş birisi bir yere atanacaksa burada aday olmayan kişinin şansı olmadığını görüyorsunuz. Böyle devlet idare edilmez. Siyaseti siyasetçiler yapmalı, bürokratlar da siyaset yapmak istiyorlarsa görevleri bittikten sonra partiye giderler, milletvekili olmak zorunda da değiller, illerden, ilçelerden, teşkilatlardan çalışmaya başlarlar, Türkiye'nin büyümesi için çalışırlar!

Ekonomik veriler de iyi değil. Türkiye Cumhuriyeti devleti iyi işlemeyen bir devlet. İyi işlememesinin nedeni de bugün AK Parti'den aday adayı olan bürokratlar. Devleti iyi işletirsiniz, iyi işler yaparsınız, onun karşılığında göğsünüzü gere gere çıkar dersiniz ki; "ben iyi işler yaptım, artık siyasete atılıyorum" Devletin hali ortadayken, devleti yöneten insanların milletvekilliği peşinde koşması da ayrı bir ironi.

-Türkiye dışardan nasıl görülüyor şu haliyle?

AMERİKA TÜRKİYE'Yİ SİLDİ

Türkiye'nin ABD ve AB ile ilişkileri çok vahim. Zaman zaman yurtdışından gelen insanlarla konuşuyorum, Amerika'da bir sene sonra seçim yapılacak. 2016'daki seçimde Cumhuriyetçilerin başa gelme ihtimali yüksek deniyor. Cumhuriyetçiler geldiği zaman Türkiye ile ilişkileri daha çok kotaracaklar gibi bir beklenti var, tam tersi Amerika'da artık neoconlar dönemi bitti, Cumhuriyetçiler de Türkiye'ye hiç iyi bakmıyorlar. Hayatlarında ilk kez Türkiye ile ilişkileri eskisi gibi iyi bir seviyeye götürmek istemeyen bir kadro gelecek.

Amerika Türkiye'yi tamamen silmiş vaziyette ve bundan dolayı Türkiye'nin kendisine bir övünç çıkarmasını da çok komik buluyorlar. Çünkü Amerika bu dönemde İsrail'i de sildi. Obama bu yüzden çok eleştiriliyor. Amerikan halkının beklentilerini yerine getiremeyen bir lider olduğu için eleştiriliyor. Çünkü Amerikalılar Amerika'nın dünyanın jandarması olmasını, her yere müdahale etmesini seviyorlar. Obama döneminde tam tersi oldu, İran'la, Küba'yla barışıldı, hiçbir yerle savaşılmadı, savaşılan bazı yerler boşaltıldı, geri gelindi. Amerikan halkı bundan çok hoşnut değil, ekonomik dengeleri de çok iyi değil o yüzden Amerika'nın bu dertlerle uğraşırken, bir de "Türkiye ile iyi geçineceğim" gibi bir derdi yok.

AMERİKASIZ YAŞARIM DERSENİZ AFRİKA'YA GEZİYE GİDERSİNİZ

AB için de aynı şey söz konusu. "Amerika'sız da AB'siz de yaşarım" derseniz, işte 3 tane Afrika, 3 tane Güney Amerika ülkesini ziyaret edersiniz, tıpış tıpış kendi ülkenize gelirsiniz. Bütün bunlara rağmen "Ben bu ülkeyi yönetirim" diyemezsiniz. Çünkü, Avrupa'nın da, Amerika'nın da bu ülkede çok yatırımı var, bu yatırımları başı boş bırakmazlar. Bankacılık sektörünüzün yüzde 75-80'i yabancılarda, telekominakasyon sisteminizin yüzde 90'ı, sigorta şirketlerinizin yüzde 100'e yakını onlarda, pek çok
alanda yatırımları var, kimse bu yatırımları kendi haline bırakmaz. Buradaki kötü bir gidiş onları da rahatsız eder. Bu kısa vadede döner mi, çok dönmez, Amerika'daki Türkiye'ye bakış açısındaki olumsuzluk çok ciddi.  Dışişleri sözcücü de, Beyaz Saray sözcüsü de her çıktığında Türkiye'ye sağdan soldan bir iki tokat atıyor, yani Türkiye'nin muhatabı sözcüler!