Dün Kuveyt ziyareti sonrası uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, çözüm süreciyle ilgili ilginç açıklamalarda bulundu.
Abone olNESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son açıklamasında “Kürt sorunu ifadesini kullanmak ayrımcılık olur. HDP illegal yollarla işimizi sıkıntıya soktu” ifadesini kullandı.
Erdoğan açıklamasına “Zaman zaman taraflar diyorlar, sen kim oluyorsun da taraf diyorsun. Bu ülkede devlet vardır. Çözüm sürecinde karşı karşıya oturulan bir masa yok. Olması devletin çöküşü demektir. Devlet silah bırakmaz, terörist silah taşırsa devlet de gereğini yapar. İç güvenlik konusunun bu kadar hassas olmasının sebebi de budur” diyerek devam etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarını internethaber'e değerlendiren HDP Muş milletvekili Demir Çelik, "Kürt sorunu olduğunu dünya alem biliyor, Erdoğan'ı ciddiyete davet ediyorum" dedi.
Çelik, Erdoğan'ın sözlerini değerlendirirken, Görünen o ki, Sayın Erdoğan'ın sözleri ve MGK'nın 2014 ağustos kararlarında da okunacağı gibi, seçimden hemen sonra topyekün bir savaşla, 40 yıldır denenmiş askeri ve güvenlikçi politikaların bir kez daha devreye gireceğidir." diye konuştu.
IŞİD'E GÖZ YUMAN ZİHNİYETLE PARALEL
Bunca yaşanmışlıkların üzerine Sayın Cumhurbaşkanının bu ifadeleri, her şeyden önce siyasi etik ve bu konuda insanların beklentilerinin dışında bir söylem olduğunu belirtmek isterim. Kürt sorunu gibi onlarca yıldır Türkiye'nin geleceğini esaret altına almış olan onbinlerce insanın kaybına, trilyonlarca mali kaynağın israfına, onca gözyaşı ve acının yaşanmış olmasına karşın Sayın Cumhurbaşkanının bu ifadeleri gerçekten talihsiz olmuştur. Kaldı ki, demokratik çözüm süreci diye ifade edilen, 3 Ocak 2013'te başlayan sürecin bir yanıyla propogandasında da Sayın Cumhurbaşkanı o dönem Başbakanken annelerin gözyaşını dindirmekten bahsediyordu. Bu bir yana, o günden bu güne yaşanan Rojova'da, Şengal'de, Kerkük'te, Musul'da yaşanan bizzat Kürt sorununun çözümsüzlüğüne bağlı siyasal ve sosyal gelişmelerdi. Kobani'yi düşürmek isteyen DAİŞ çetelerinin Rojova'daki varolan kirli vahşi savaşını sürdürmesine göz yuman zihniyet tam da Kürt sorunu yoktur diyen zihniyetle paralellik arzetmektedir.
DÜNYA ALEM BİLİYOR
Kürt sorunu her şeyden önce bir halkın varlık sorunudur, Kürt var mıdır, vardır. Var olan Kürdün, dilinden, kimliğinden, kültüründen statüsünden kaynaklı bir yetmezlik, bir hak ihlali var mıdır, dünya alem de biliyor ki var. Buna rağmen Kürt sorunu yok demek, aba altından sopa göstermek, sorunu sümen altına sürüp bir yanıyla pragmatist seçim propogandasına alet etmek istemektir.
TÜYLERİMİZ DİKEN DİKEN OLUYOR
Gerçekten bu sözleri duyunca tüylerimiz diken diken oluyor, ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz. Bunca yaşanmışlıklardan edinilmesi gereken tecrübe tam da tarafların müzakere ve duyarlılığa dayalı bir görüşmeyi derinlikli, nitelikli müzakereye çevirme aşamasına gelmişken her şeyi ters yüz edercesine, izleme heyetini kabul etmiyorum, 10 maddelik deklarasyonu kabul etmiyorum, Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşların sorunu vardır gibi sıradan ve indirgemeci bir anlayışla soruna yaklaşmak, yeni kaynakların israfına, emeğin ve gayretin boşa gitmesine yol açacaktır. Hiç kimseye bir faydası olmayacağı gibi Türkiye halklarına da ciddi bir maliyet getireceği anlamına gelir.
SEÇİMDEN HEMEN SONRA TOPYEKÜN SAVAŞ
Görünen o ki, Sayın Erdoğan ve MGK'nın 2014 ağustos kararlarında da okunacağı gibi, seçimden hemen sonra topyekün bir savaşla, 40 yıldır denenmiş askeri ve güvenlikçi politikaların bir kez daha devreye gireceğidir. Bu, yakılmış yıkılmış köy demektir, bu, 17 bin 500 faili meçhulün yeniden yaşanması demektir, bu 10 binlerce insanın siyasi tutsak olarak hak mahrumiyetine maruz kalması demektir, açlıktır, yoksulluktur. Türkiye'nin 40 yıllık deneyim ve tecrübelerinden varacağı nokta burası olmamalıydı, en nihayetinde Kürtler sizin asli vatandaşlarınızsa, bu ülkenin ayrılmaz bütünlüğünün bir parçasıysa, onların da insan ve halk olmaktan ileri gelen haklarını tespit etmek, teslim etmek, onu ifade etmek de insanım diyen herkesin sorumluluğudur. Sayın Erdoğan'ı bu manada, sorunu dillendirirken ve soruna yaklaşırken ciddiyete davet etmek, sorunun sosyal, siyasal, idari ve politik parametrelerle ele alınması hepimize kazandırır, öbüründe ısrar etmek de hepimize kaybettirir. Kaybetmenin acısını eğer yeniden yaşamak istemiyorsak tez elden sorunun çözümüne dair taraflar yan yana gelmeli, asgari müştereklerde buluşmalıdır, asgari müşterekler ortaklaşmalıdır diye düşünüyorum.
TARAF YOKSA ÖCALAN'LA NİYE GÖRÜŞÜYORSUNUZ
Taraflar yoksa, siz Sayın Öcalan'la niye görüşüyorsunuz, taraflar yoksa heyetler İmralı'ya, Kandil'e niçin gider gelir, taraflar yoksa bu heyetlerin hükümetle görüşmeleri ne anlama gelmektedir. Mevcut, var olan realiteyi bile inkar etmek artık bu saatten sonra nafiledir.