BIST 9.627
DOLAR 35,25
EURO 36,69
ALTIN 2.964,63
HABER /  GÜNCEL

Haydar Baş'tan AKP'ye destek

BTP Lideri Haydar Baş, Türkiye’yi yakından ilgilendiren konularda önemli açıklamalarda bulundu.

Abone ol

* Türkiye çok ciddi bir kuşatma altında. Irak konusu var, Kıbrıs konusu var. Belki daha sonra Ege konusu gündeme gelecek. Türkiye aynı zamanda ekonomik olarak da çok ciddi bir kıskaç altında. Böyle bir durumda hükümet Meclis’e bir tezkere getirdi ve bu tezkere onay almadı. Irak halkı böyle bir tezkere ile Türkiye cephesinden vurulmayı hak etmiş miydi? Prof. Dr. Haydar Baş– Gerçekten de ülkemiz yeni değil, uzun zamandan beri bir kuşatma altındadır. Her ne hikmetse bu kuşatma, bazı kurum ve kuruluşlar tarafından kabul edilmemekte, reddedilmektedir. Tabii biz bu sohbetimizde bunu yapan insanları sorgulayacak değiliz. Ancak böyle bir tehlikenin varlığını, ülkemiz üzerindeki hesapların ciddiyetini ifade edeceğiz. Irak’la savaş gerekçeleri meşru mu? Bir ülkenin savaşa girmesi için bir takım sebepler vardır. Bu sebepler zuhur etmeden o ülkenin savaşa girmesi gayri hukuki ve mantıksız bir olaydır. Peki bir ülke nasıl savaşa girer? Veya bir ülkeye siz hangi sebeplerden dolayı savaş açabilirsiniz? Birincisi, bir ülkenin can, mal, namus, din ve vicdan, vatan emniyeti, kısaca insan hakları dediğimiz hakların ortadan kalkma ihtimali olduğu takdirde bu millet, kendisini müdafaaya hak kazanır. Coğrafyasına tasallut eden düşmanlarını yok etmek üzere savaşa hak kazanır. Bu bir kuraldır. Tarihte hiç bir millet veya devlet bu saydığımız değerleri tehlikeye girmeden savaşa girmemiştir. Bunun üstünde olan bir takım hadiseler cereyan etmiştir. Doğrudur. Süper güçlerin mevcudiyeti sadece günümüze ait değildir. Dün de bu güçler vardı, bugün de var, yarın da olacak. Ancak bu güçlerin bu değerler etrafında savaşa kilitlendiğini, bu değerleri korumak üzere mücadele ettiğini görüyoruz. Kısaca dünyanın adaletini, disiplinini, hak ve hukukunu savaş yoluyla da bunların temin ettiğini görüyoruz. Bu cümleden olmak üzere o devletlerin şahsına baktığımız zaman evvela kendi vatanında insan haklarını doya doya yaşatır ve bu hakları başka milletlere, başka coğrafyadaki insanlara yaşatmayı gaye edinir. Böyle bir vazife üstlenir ama hakikatte bu vazifeyi yaşayan bir millet olmalıdır. Kimsenin hukukuna tecavüz etmemelidir. Bu bir kuraldır. Süper güç olmak için de bir kuraldır. Sizin savaşa girmeniz için de bir kuraldır. Bu kuralı, bu şablonu biz, Irak hadisesinde yerine koyacağız. Bakalım bizim can, mal, namus, din ve vicdan, vatan emniyetimizin burada zarar gördüğü var mı? Ne derece bir zarar görüyoruz ki savaş kararı alarak insanlarımızı yönlendirmemiz gerekiyor? Irak olayında, tezkerede ne deniliyor? Bizim üzerimizden asker gönderiyorsun. Yani cephe açıyorsun. Yani sen de harbe giriyorsun. “Ben savaşa girmiyorum” deniliyor. Peki o coğrafyaya bir sürü insan gönderiyorsun. Bunun adı nedir? Resmen savaşa giriyorsun. Peki savaşa girmene sebep ne? Canınız, malınız, namusunuz tehlikede mi? Servetiniz, şöhretiniz tehlikede mi? Vatanınız tehlikede mi? Değil. Süper güç olan bir irade, “Burada bir eşkıya var. Ben bu eşkıyayı halletmem için senin yardımına ihtiyacım var” dedi. Bu gerekçe ile savaşa girmene imkan ve ihtimal yoktur. Yani sen burada hak sahibi değilsin. Bu münasebetle ben diyorum ki Türkiye’nin, Irak’a müdahale konusunda, bu hususlarda hiç bir zarar olmadığı halde varmış gibi göstererek bulunmak istediği beraberlik meşru değildir. Onun için tezkerenin Meclis tarafından kabul edilmemesi çok ciddi bir adaletin tecellisinden ibarettir. Bu bakımdan bizim, Meclis’i tebrik etmemiz lazımdır. Millete kulak verdiği, sağduyuyu temsil ettiği için tebrik etmemiz lazımdır. ABD’nin karnesi * Hocam, ABD, Saddam’ı gayri meşru görüyor. Elinde kimyasal silah bulundurduğu iddiasıyla Irak’a müdahaleyi şart koşuyor. ABD, böyle bir hak iddia etme hakkına sahip midir? Prof. Dr. Haydar Baş– Dünyada süper güçler vardır. Bunlar, dünyada adaleti, hak ve hukuku korurlar ve gözetirler. Bunların olması çok tabiidir. Ama şimdi siz diyorsunuz ki, “bu devlet ABD olabilir mi?” İsterseniz onun karnesine bir bakalım. Bu karneye baktıktan sonra böyle bir hakka sahip mi değil mi, takdiri bizi takip eden kardeşlerimize bırakalım. ABD’nin henüz daha kuruluşu aşamasında, Avrupa’dan giden insan toplulukları oranın yerlileri ile ciddi bir mücadeleye girmişler, binlerce, onbinlerce, yüz binlerce kızılderili dediğimiz insanları katletmişlerdir. Karnenin ilk notu bu. İkincisi, 1898’de Meksika’yı işgal etti. Yine aynı yıl Küba’ya girdi. 1921’de Nikaragua’da 300 kişiyi öldürdü. 1945’de Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine, atom bombasını, dünyanın en güçlü bombasını attı. Tam 250 bin insanın ölmesine sebep oldu. Japonya teslim olacağını ilan ettiği halde kalkıyor, Nagazaki ve Hiroşima’ya atom bombası atıyor. * Milyonlarca insanı da sakat bırakıyor. Prof. Dr. Haydar Baş– Hâlâ o bölgede, o topraklar üzerinde bir ot yeşermiyor. Karnenin ikinci notu bu. 1950–1953 yılları arasında Kore’de, yüz binlerce Koreliyi öldürdüler. 1954’de Guatemala’da binlerce insanı öldürdüler. 1956–1959 yılları arasında, Küba’da, tam 60 bin insan öldürdüler. Hatta bu savaşa katılan bir çok Amerikalının kafayı üşüttüğü iddia edilir. Öyle katliamlar yapıldı ki neticede bunu yapan insandır. Vicdan muhasebesi yaptığı zaman kafasını üşütür. Üçüncü not bu. 1965’de, Endonezya’da, 1 milyon Endonezyalıyı öldürdüler. Amerika nerede Endonezya nerede? Yine 1965’de Dominik’e paraşütçüleri indirdi, on bin kişi katledildi. 1975’de Vietnam’dan kovulduğunda arkasında milyonlarca ölü ve sakat bıraktılar. Vietnam’a 638 bin ton bomba atıldı. Bu literatürden anlayan asker arkadaşlarımıza 638 bin ton bombanın ne demek olduğunu sorun bakalım ne diyecekler. 1970–1975 yıllarında Kamboçya ve Laos’da bir milyon insan öldürüldü. 1973’de, Şili’de, CIA’nın düzenlediği darbe ile 30 bin insan katledildi. 1983’de Lübnan’a müdahale ediyor. Binlerce Lübnanlı müdahalede ölüyor. Aynı yıl Grenada’yı işgal ediyor, binlerce insan ölüyor. 1986’da Libya’yı bombaladı. On binden fazla sivil öldü. 1989’da, Panama’ya asker çıkardı. Beş binden fazla Panamalı öldü. 1991’de Irak’a saldırdı yüz bin sivil, 125 bin tane de asker hayata veda etti. ABD kurulduğundan bugüne kadar 400 kez askeri saldırı yaptı. Sadece 1946–1975 yılları arasında 215 kez askeri güce müracaat ederek savaş yaptı. Şimdi bu karneyi önümüze koyduğumuz zaman dünya insan haklarını korumaya, kollamaya, can, mal, namus, din ve vicdan emniyetini teessüs etmeye yetkisi var mıdır, yok mudur? Bu adaleti ortaya koyacak bir iradeye sahip midir, değil midir? Bunun cevabını milletimize bırakalım. Irak coğrafyasında bize ait değerler * Hocam, Irak coğrafyası, müslüman insanların bulunduğu bir coğrafya. Böyle bir coğrafyanın karşılaştığı bugünkü hal karşısında Türkiye’nin nasıl bir rol üstlenmesi gerekir? Prof. Dr. Haydar Baş– Biz o coğrafyada, senelerce, adaleti, merhameti, şefkati, izzeti, iffeti insanlığa doya doya yaşatmış yüce bir milletiz. Bugünün böyle olması, tarihte işlenilen suçun faturası olarak o coğrafyanın insanına Allah’ın bir takdiridir. Hâlâ daha bizim üzerimize düşen vazifenin bu olması lazım geldiğine inanıyoruz. Bazı coğrafyalar vardır ki buradaki değerler müşterek değerlerdir. Bu değerleri isteseniz de istemeseniz de atamazsınız. Bunlar, sizin, ya örfünüzden, adetinizden, geleneğinizden, ya da maneviyatınızdan, dininizden size kalmış mirastır. Dinî kimliğimiz münasebetiyle, mesela peygamberlere olan saygımız, onların bulunduğu coğrafyayı ve kabirlerini korumakla bizi mükellef kılıyor. Sahabeyi korumakla bizi mükellef kılıyor. Oradaki insanlara yine hoş nazarla bakmayı bize mükellef kılıyor. Irak’a geldiğimiz, Bağdat, Basra, Kerbelâ, Necef, bütün bunlara baktığımız zaman bu değerlerin bolca olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, bu değerler münasebetiyle bu coğrafyayı da, bu insanlar bize ne kadar karşı gibi dururlarsa dursunlar yine Türk milleti olarak korumak ve kollamakla mükellefiz. Bakınız Hz. Yuşa Aleyhisselam Irak’tadır. Hz. Yunus Aleyhisselam da Irak’tadır. Bizim mezhep imamımız İmam–ı Azam buradadır. Bağdat’ın göbeğindedir. Ahmet bin Hanbel Hazretleri, yine oradadır. Selman–ı Farisî, Peygamber Efendimizin en sevdiği sahabelerindendir. Huzeyfetül Yeman, Peygamber Efendimizin sır kâtibidir. Musa Kazım Hazretleri, Peygamber Efendimiz’in torunlarındandır. Hem ulema, hem evliya sınıfındandır. Bişr–i Hafi, Abdullah bin Mübarek, Ebubekir Şibli, Şahabettin Sühreverdi, İbrahim Havvas, Cüneydi Bağdadî, Davud–u Taî, Maruf el Kerhî, Türkiye’de adını çok zikrettiğimiz Behlül Dâne, Zübeyr bin Avvam, Talha bin Ubeydullah, Süfyan–ı Sevri, Abdullah bin Amr, Cabir bin Zeyd; buradadır. Kısaca, o belde sahabelerin, tabiinin, ulemanın, evliyanın, bolca bulunduğu beldedir. Böyle bir beldeye hiç kimse, “filan insan haksızlık, yolsuzluk yapıyor” gerekçesiyle girip de bu mezarları çiğneyemez. “Canım öyle şey mi olur?” denilebilir. Ama bombayı attığın zaman, “bu İmam–ı Azam’ın kabridir, buna uğramayayım. Bu Abdülkadir–i Geylani’nin kabridir, buna uğramayayım. Bu, Ahmed er Rufai’nin kabridir, buna uğramayayım. Bu, Yunus Aleyhisselamın kabridir, buna uğramayayım” demiyor. Ki, ABD’nin savaşlarda kullandığı yöntem ciddi şekilde bombardımandır. Bilhassa hava bombardımanı yapıyor. Yok etme üzerinedir. Şimdi biz, böyle bir manzara ile karşı karşıyayız. Onun için gene tekrar ediyorum. Bu tezkereyi Meclis sınıfta bırakmış ise en büyük hayrı yapmıştır. * Hocam, zikrettiğiniz coğrafya gerçekten inananlar için çok değerli topraklar. İslam coğrafyasında yaşayan insanlar için bu tezkerenin Meclis’te reddedilmesi ne gibi anlamlar taşıyor? Prof. Dr. Haydar Baş– Bu değerler Saddam’a ait değerler değildir. “Bırakalım, bunları o korusun” demeye hakkımız yok. Biz, bu müşterek değerleri korumakla mükellef olduğumuz halde üzerimizden, bazılarına yol verir, şu veya bu gerekçeyle oraya gönderir, kabirleri çiğnetirsek, Allah da bizi affetmez. İşte bu sorumluluğu yüce Meclis gördü. Gerekeni yaptı. Kuzey Irak’la ilgili tavrımız ne olmalı? * Hocam, bu tezkereden sonra, Kuzey Irak’ta Kürdistan diye bir devletin kurulmasına bizim devlet olarak tavrımız ne olacaktır? Bir de bu konuda Amerika’nın müttefikimiz olmasına ihtiyacımız yok mudur? Prof. Dr. Haydar Baş– Burada, ABD’nin müttefikimiz olmasına ihtiyacımız yoktur. Zira, ABD, o coğrafyaya, rahmetli Özal döneminde Çekiç Güç adı altında girdiği zaman, delillerle mevsuktur ki her türlü yardımı yaparak, PKK’yı azılı bir düşmanımız haline getirmiştir. Bir insan için, “iyi mi kötü mü, aleyhimizde mi değil mi”, hükmünü verirken on tane delil gerekmez. Bu münasebetle, bizim o coğrafyada az evvel bahsi geçen insanlarla meselelerimizin hallinde üçüncü bir devlete ihtiyaç yoktur. Kuzey Irak’ta, bir aşiretin devlet haline geçebilme gayreti ne olabilir? Bence, fiilen de hukuken de hakkı olmayan bir tavırdır bu. Bir hakkın gaspıdır. Böyle bir hakkı gasp etmeye o coğrafyada bulunan insanlar hak sahibi değildir. Onun ilerisinde vatan emniyetimizin tehlikeye girmesini ve o bölgede bulunan insanlarımızın mağduriyetini getiren bir kompozisyon, bir harp sebebimizdir. Onun için burada oluşabilecek bir devleti Silahlı Kuvvetlerimiz savaş gerekçesi ilan etmiştir. Bu bir savaş gerekçesidir. Bu savaş için ne Ahmet’i dinlemeye, ne Mehmet’in aklını almaya hiç gerek yoktur. Kuzey Irak bölgesine, bizim huzurumuzu, vatan emniyetimizi, can, mal, namus, din ve vicdan emniyetimizi dikkate alarak girme hakkına zaten sahibiz. Bunun için bir tezkerenin çıkmasına da gerek yok. Senin evine bir adam giriyor. İki şamar atacaksın. Polisten mi müsaade alacaksın? Oradaki savaş bu şamar atmanın mukabilidir. Onun için bunu yapmak için de hiç bir tezkereye ihtiyaç yoktur. Zalimin zulmünü engellemek için bu da mükellef olduğumuz davranışlardan bir tanesi ve de en başta gelenidir. ABD’nin tepki çeken tavrı * Hocam, bu tezkerenin Meclis’te onay almamasında ABD yönetiminin tutum ve davranışlarının etkisi olmuş mudur? Prof. Dr. Haydar Baş– Ekonomi ve Hariciye Bakanı’nın Bush’u ziyaretlerinde, aralarında çok ciddi bir diyalog geçiyor. Sayın Bush, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda ABD’yi desteklemek mecburiyetinde olduğunu ifade ile “şayet bu tezkereyi geçirmezseniz biz de Kuzey Irak bölgesindeki Kürt gurupları ile bu işi hallederiz” diyor. Madem sen onlarla bu işi halledeceksin niye bana müracaat ediyorsun? İki, “IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü size sırtını döner. Ermeni soykırım tasarısı ABD’nin bütün eyaletlerinde gündem edilir” diyor. Yaşar Yakış Bey de BM’nin Irak konusunda vereceği hükmün geçerli olduğunu söylemekle beraber, “Biz, BM’yi yedine ele alacağız ve lağvedeceğiz” diyor. Böyle, hak ve hukuk tanımayan bir tavırla sayın Bush, içindeki düşünceyi yansıtıyor. Şimdi bütün bunlar dünya efkâr–ı umumiyesi, özellikle kamuoyumuz tarafından an be an takip edilen konular olmuştur. Hatırlarsanız kamuoyu ortaya çok ciddi bir tepki koydu. Bunun sebebi, ABD yönetiminin bu tarz davranışıdır. Bu münasebetle de “Yapacağın yardımı başına çal” dercesine halk, tepkisini ortaya koymuştur. Binlerce, onbinlerce, yüz binlerce vatandaşın sokaklara dökülmesinin sebebi daha ne olabilir? Tezkerenin reddinde, ABD yönetiminin menfi manada etkisinin olduğunu kabul etmemiz şarttır ve de esastır. Meclis milleti yansıttı * Halkın çok ciddi tepkisi oldu. Aleyhte çok ciddi bir kamuoyu oluştu. Siz bu halkın tepkisi açısından Meclis’in kararını nasıl buluyorsunuz? Prof. Dr. Haydar Baş– Meclis, demokratik davranışını gayet güzel bir şekilde ortaya koydu. Takip ettiğim TV programlarında, ABD yanlıları, bunu, sanki Meclis’in çok ciddi yanlışı imiş gibi lanse etmeye çalışıyorlar. Enteresan bir şey. Ama Meclis, sağduyusu ile beraber, temsil ettiği vatandaşa kulağını verdi. “Bana ne diyor?” diye onu dinledi. Adaletli bir şekilde değerlendirerek tezkereye geçerli oyu vermemiştir. O bakımdan kamuoyunun tamamen yansıması tarzındadır bu iş. Bu münasebetle hem demokratik bir iradenin ortaya çıkışı ve hem de kamuoyunun ciddi bir şekilde temsil edilme olayı olmuştur. Bana kalırsa Meclis de, şu ana kadar halkı bu derece yansıtmadı. Bazıları, “halkı, vekaletini aldıktan sonra dinlemek mükellefiyetinde değilsiniz” diyor. Bu, çok yanlıştır. Meclis’in halkı sonuna kadar dinlemesi şarttır, zaruridir. Zira siz orada tiyatro oynamıyorsunuz. Millet, asıldır. Siz millete vekilsiniz. Bu manadan hareketle Meclis, son derece onurlu bir tavır sergilemiştir. Kendilerini tebrik ediyorum. Aksi takdirde vebalini ömür boyu ödeyemeyecekleri bir suçu işleme manevi duygusunun altına gireceklerdi ki vicdanen rahat edeceklerini kesinlikle zannetmiyorum. * Hükümet gerçekten çok zor bir sınav verdi. 3,5 ayı geride bırakan hükümete bu neticeden dolayı “başarısız” değerlendirmesi yapılıyor. Sizin bu konuda düşünceleriniz nelerdir? Prof. Dr. Haydar Baş– Hükümete bu konudan dolayı “başarısızdır” diyenler, aslında tahrik ederek bu tezkereyi tekrar gündem etmesine ve de ABD’nin lehine bir hükmün çıkmasına vesile olsun diye bunu yapıyorlar. Olay budur. Yani burada, çok enteresandır, stratejiler çarpışıyor. Hükümet halktan müspet oy almıştır. Halkın desteğini kazanmıştır. Şayet bunun aksini yaparsa, itibar kaybettiği zaman telafisi de mümkün olamayacaktır. Doğru bir iş yapmıştır. Bunda ısrar etmesinde fayda var.

Kaynak: Yeni Mesaj Gazetesi