Hayat durdu!
Yazıklar olsun ki, gerçekleri tüm çıplaklığıyla gördüğü halde susan zalime, susan şeytana, susan medyaya...
Bir süre ara verdiğim köşemde ilk yazımda zorlandığımı itiraf etmek istiyorum…
Farklı muhabbetlere dalmak isterdim sanki…
Mesela; denizin-deniz suyunun insan sağlığına etkileri üzerine zırvalamak, denizi olmayan bir ülkede yaşamın ruhsuzluğundan bahsetmek isterdim. Gittiğim-geldiğim-gördüğüm-bol bol tefekkür ettiğim cennet köşelere yer vermek, ardından konuyu aşk’a getirmek isterdim…
Konuyu aşk’a-sevgi’ye getirmek isterdim çünkü; ben sevginin insanları yenilediğine, ruhlarını yücelttiğine, yaratıcıklarını güçlendirdiğine,vicdanlarını iyileştirdiğine, acıları körelttiğine, bize sonsuz güzellikler kattığına ve varoluşumuzu beslediğine inananlardanım.
Sevgisizlik büyük eksiklik.
Edebiyatçılara/şairlere de, yer vermek, sizlerle beraber bu konularda kendimi geliştirmek-eksiklerimi tamamlamak ve belki biraz da yalnızlıktan bahsetmek isterdim…
Yalnızlık, şiir ve felsefe…
Okuyucumla samimiyetimi arttırmak-derinleştirmek ve neden asırlardır Türkçe müzik dinlemeyi kendime yasakladığımı anlatıp sır perdesini aralamak isterdim…
Yakın zamanda serinlemek için gittiğim Zürih gölünde gördüğüm mülteci çocukların gözlerindeki umutsuzluğu-çaresizliği-acıyı-belirsizliği tarif etmek, gökten ilgi yağsa asla mutlu olmayacak bu çocukların dramını, yüreğim yanarak da olsa anlatmak isterdim…
…Ve tadı-tuzu olmayan bu canların korkusuzluklarına yer vermek isterdim…
Batının mülteciler konusunda, hem insani, hem de insanlık dışı iki yüzünü de ifşa etmek, Almanya’da mültecilere yönelik nefret eylemlerini Avrupa basınının lanetlediğini ama Merkel’in sesssiz kalışının nedenlerini irdelemek isterdim.
‘Yaşam amacı’’ nedir diye bir başlık açmak, ardından, şükretmenin, kabullenmenin, affetmenin, susarak konuşabilme sanatının inceliklerine dalmak isterdim…
Ve icabında nefretin-öfkenin-intikam hissinin de çok yüce, çok cazip, çok seksist, çok insani duygular içerdiğini ve bizi Tanrı’ya yani Tanrı’nın tokadına yaklaştırdığını, ona en yakın olduğumuz zamanların bu hislerle dolu olduğumuz anlar olduğunu kendimce ifade etmek isterdim…
Bazen esaslı hayal kırıklıklarının bizi nasıl kendimize getirdiğini, ‘bir musibet bin nasihatten iyidir’ atasözünü milyonuncu kez tecrübe etmenin dayanılmaz hafifliğini(!) işaret etmek isterdim…
Belki de, Avrupa’dan meclise giren bir Milletvekilinin kısa zamandaki büyük değişiminin altını çizmek, ardından ‘yazıklar olsun, yuuuuh’ diyerek öfkemi kusmak isterdim…
Avrupa’da uyuşturucu bağımlılarının daha da arttığını, en çok da tren istasyonlarında gördüğüm yüz mimiklerini kontrol edemeyen bu uyuşturucu müptelalarına bazen dakikalarca gözümü kırpmadan şuursuzca izlerken kendimi yakaladığımda hissettiklerimi de anlatmak isterdim mesela…
Çok depresif bir anımda yolda annesinin kucağında gördüğüm mavi gözlü bir meleğin içten gülüşlerini beni nasıl kendime getirdiğini, o gözlerden bana akan yaşam enerjsini tatlı tatlı anlatmak isterdim…
Size bir sır vermek-şaşırtmak ardından ‘’yok öyle bir şey hepsi kurgu’’ deyip sırra kadem basmak isterdim…
Gerçekten nefes aldığım ve almadığım zamanları efsunlu cümlelerle süsleyerek, farklı bir yolculuğa çıkmak isterdim…
Belki de İsviçre’nin Almanya sınırında, Ren nehrinin kenarında bulunan şirin kasaba ‘Stein am Rhein’dan söz etmek isterdim. Stein am Rhein, Avrupalılar için çok önemli bir yere sahip çünkü, Johann Rudolf Schmid (Kont Schmid) 1590’da Stein am Rhein Markplatz’da bugün hala kullanılan evin duvarında Schmid’in İstanbul’a gidişi resimlendi. Kasabaya gidenlerin ilk olarak ziyaret ettikleri yer bu evdir. Tarih kokan bu kasabayı adım adım anlatmak ve oradaki ruhu size damıtmak isterdim…
En mutlu insanların yaşadığı ülke olarak nam salan İsviçre’nin esasında yalnız yaşayanlar ülkesi olduğunu senede 900 erkek ve 400 kadının intihar ettiğini, erkeklerin intihara daha meyilli olduğunu, nedenlerini/niçinlerini bilgim ışığında sizinle paylaşmak isterdim.
Belki de, Dost kavramına dikkat çekmek ve okuyucuma sormak isterdim, ‘dostluk nedir’ ‘sınırları var mıdır?’ ‘Dostluğun içine hangi duygular sızarsa cızz olur?
Hep beraber dostluğun sevgisiyle bir yola çıkardık…
Ve belki de Türkiye’deki twitter kullanıcısına sormak isterdim; ‘neden twitter’da tanınmış kişilerin zevzek zevzek tweetlerini retweet ediyorsunuz? Neden bu adamlar ‘mö’ dese retweet yapıyorsunuz? Tamam lafı söyleyene bakalım ama kim ne söylemiş, içerik de mühim değil mi güzel kardeşlerim biraz akıllı olun-zeki olun demek isterdim…dedim.
İsterdim…
Hayatlarımıza yön veren baskın duyguları kaleme almak ve Tanrı’nın bize bahşettiği sonsuz güzellikleri içimdeki yaşama sevinciyle harmanlamak ve sizlere gümüş bir tepside sunmak isterdim.
Neden istemeyeyim ki!
Ama…
Hayat, şehit analarının yüreğinden çıkan kor aleve durdu.
Ama hayat Avrupa’da nefret eylemine maruz kalan çocukların-kadınların gözlerindeki çaresizlikte-korkuda durdu.
Hayat durdu.
Bir annenin daha evladını yitirmesi, bir çocuğun babasız kalması ve bir kadının dul…
Ve kardeşini kaybetmiş ağabeyin kulakları sağır eden feryatları…
Ve yine şehit olan bir astsubayın, ölmeden önce söylediği yanık türküde durdu hayat…
Her ölüm bizi hayattan uzaklaştırıyor.
Her ölüm bizi insanlıktan uzaklaştırıyor.
Sorarım size; oğlunu kaybetmiş bir ananın feryadını iliklerimize kadar hissederken, acıyı duyumsarken, ölümler yarıştırılırken, feryat eden bir ağabey için, ‘o zaten alevi’ açıklamasını pervasızca yapanlar alkışlanırken, ölülere dahi saygı duyulmazken, şehidin acılı kızkardeşine, ‘ağabeyin de bu mesleği seçmeseydi’ diyebilen bir zat-ı muhterem varken, bu memlekette hayat durmaz mı, yaşam durmaz mı..!
Yazıklar olsun ki, gerçekleri tüm çıplaklığıyla gördüğü halde susan zalime, susan şeytana, susan medyaya…
Ve hep varolsunlar, beş kuruş kazanmadıkları halde susmayan, aydın olma bilincinde dimdik yürüyen işsiz gazetecilere…
Son sözü Cemal Süreya söylesin;
Ya birlikte kardeş gibi yaşamayı öğreneceğiz ya da aptallar gibi hep beraber yok olacağız.