Havlu atmak ya da kaderden kaçmak
Eline yeni kalem almış bir insan değilim. Aklımın sürdüğü günden beri okuyorum ve beynime nakşettiğim bilgiler ışığında bir tefekkür ruhunu ayakta tutmaya çalışıyorum.
Eline yeni kalem almış bir insan değilim. Aklımın sürdüğü günden beri okuyorum ve beynime nakşettiğim bilgiler ışığında bir tefekkür ruhunu ayakta tutmaya çalışıyorum. Kendimi bildim bileli de kalemle barışığım…
18 yaşımda Harbiye’ye girdim ve yaklaşık 25 yıl üniforma taşıdıktan sonra yarbay rütbesinde iken kendi isteğimle emekli oldum. Harbiye’ye gitmeseydim, ODTÜ mezunu bir mühendis olarak cemiyet içinde yerimi alacak ve muhtemelen hayat koşulları itibariyle çok daha iyi şartlarda olacaktım. Harbiye tercihi ile başlayan askerlik hayatımdan, bazı aklı evvellerin sandığı gibi mecbur olduğum için veya bir şey beni mecbur ettiği için ayrılmış değilim. Yıllarca beynime akıttığım bilgiler Silahlı Kuvvetlerin kalıplarını zorladığı ve o kalıplar artık bana dar geldiği için emekli oldum. Altı yıllık sivil hayat tecrübesi üzerine diyebiliyorum ki, keşke ayrılmaz olaydım... Bu cemiyetin bu kadar sığ ve haram helal kavramlarını rafa kaldıracak derecede dibe vurmuş olduğunu bilseydim, değil ki ayrılmak, ölene dek kışladan dışarı çıkmazdım…
Hiç kimse, Şenol Özbek’in meslek hayatı boyunca zarara girmek pahasına dahi olsa astlarını veya üstlerini aldattığı, her hangi bir görevden kaçtığı ya da görevini iğreti yapıp bunu gösterişle örttüğü ve en önemlisi de her hangi bir görevin altında kaldığı yönünde tek bir örnek dahi veremez. Fazla doğrucu diye eleştirilen ve bazen bu özelliğini itaatsizlik noktasına dahi taşıdığı söylenen subaylar arasındaydım.
Yurt dışı görevinde aldığı dolgun maaşın haramla helal çizgisi arasında gidip geldiği zannına kapıldığı için, çoluk çocuğuna şaibeli rızık yedirmemek adına dilekçe vererek yurt dışı görevinden dönen belki birkaç subaydan da biriydim. O dilekçeyi verdiğim için, ya ben devletin kendisine verdiği görevi yapmamış veya yapamamış olmanın doğurduğu sonuçla sorguya çekilmeliydim ya da beni o dilekçeyi vermeye mecbur edenlere bunun hesabı sorulmalıydı ama ikisi de olmadı. Şaşırmadım, çünkü böyle bir devlet düzeninde normaldir…
Terörle mücadelenin içinde gönüllü olarak yer aldığımı bilenler biliyor. Bu işin sadece silahlı mücadele ile bitirilemeyeceğini, ideolojik boyutlarının mutlaka mercek altına yatırılması gerektiğini görevdeyken de açık ve net cümlelerle ve cümlelerinin altına imzasını atarak söyleyen subaylar arasındaydım.
Toplumdaki iman ve ahlak fikriyle sorunlu olan bir devletin sorun çözme melekesini yitireceğini ve hatta istikbalde ayakta kalamayacağını, Silahlı Kuvvetlerin böyle bir sorunun ana öznesi haline getirilmesinin ise ona kurulan en büyük tuzak olduğunu net ve açık şekliyle ifade eden cümlelerimiz ve o cümlelerin altında yer alan imzamız hala bizde saklıdır. Yani ve kısaca, bazılarının itham ettiği şekliyle, görevdeyken susup da emekli olunca konuşmaya başlayanlardan değiliz. Ancak, devletin kulakları sağırsa ya da devlet okuma yazma bilmiyorsa biz ne yapabiliriz?
Görevdeyken böyle konuşan ve bunları söyleyen biri olarak, emekli olup sivil elbiseyi giyindiğimde susacak değildim. Askerlik mesleğinin doğal formasyonu gereği komutanları incitmeden bir şeyleri ifade etmek adına o güne kadar sergilediğim üslubu da üzerimden atmış olarak altı yıldır konuşuyor ve yazıyorum…
Söylediğimiz şeyler aynı. İlk günden beridir diyoruz ki; bir sorunu çözemediği için memleket evlatlarını birbirine kırdıran ve milletin 300 milyar dolarını dağa taşa gömen devlet utanmalıdır… 30 yıldır teröre ve terörizme karşı organize olamamış devleti idare edenler utanmalıdır… Kendi vatandaşını başörtülü olduğu için üniversitenin önünde bekleten devlet utanmalıdır… Kendi vatandaşını Alevi veya Sünni olduğu için ayırıma tabi tutan ve diyanetini buna göre dizayn eden devlet utanmalıdır… Bu millet, özgürlük ve demokrasi fikrine layıktır… Devlet, millet iradesini hiçe sayan ve milleti aşağılamakla vakit geçiren oligarşinin tasallutundan kurtarılmalı ve ayağa kaldırılmalıdır… Cuntacılığın ve komitacılığın önü alınmazsa bu devlet yıkılacaktır… Dediğimiz şeyler, öz ve özet olarak bunlar...
Sen misin bunları diyen?
Altı yıldır işitmediğimiz laf kalmadı. Hepsini sıralayayım; Emperyalistlerin uşağı.. AK Partinin beslemesi.. Fethullah’ın (Fethullah hocayı kast ediyorlar) köpeği.. Kürdo yarbay (ben yani ülkücü gelenekten gelen, Türklüğünü mutluyum çığlığına borçlu olmayan ve anadan atadan Türk olan Şenol Özbek, Türk ordusuna sızmış bir Kürt oluyormuşum. Sanki bu orduda Kürt yok ve Kürtlerin orduya girmesi yasak).. Ekmeğini yediği kurumu satan hain (kurum dedikleri Silahlı Kuvvetler oluyor ve ben bu gariban milletinin değil de kurumun ekmeğini yemiş oluyorum).. Atatürk’ün mezun olduğu okuldan (yani Harbiye’den) mezun olan ama onun ruhunu kapamamış olan adam.. vs… vs…
Bunlar kimin için deniyor? Yukarıda tasvir ve tahlilini ortaya koyduğum Şenol Özbek için…
İnternet Haber’de yazmaya başladıktan sonra, bu suçlamalar daha da artarak soru ve itham şekline dönüştü. AK partinin beni kaça satın aldığını veya bana ne vaat ettiğini, niye yarbayken ayrılıp da albay olmayı beklemediğimi soranından tutun, orduda yediğim ekmekleri ve hatta emekli maaşımı dahi bana haram edenine varıncaya kadar bir sürü sorunlu adamı karşımda buldum.
Sayın Süleyman Özışık’a, yazılarıma gelen yorumları kendim onaylamak istediğimi söylemem ve onun da bunu kabul etmesi ve uygulamaya koymasından sonra daha da bir dehşete kapıldım. Meğer editörler “küfür ve hakaret içeren mesajlar yayınlanmamaktadır” notunu düşmekle yazarları büyük bir psikolojik felaketten koruyorlarmış.
Binlerce kitabın arasında üç ton beyin teri dökerek kaleme aldığınız cümlelerin karşılığı olarak fikir terazisinde üç gram dahi gelmeyecek sözler işitmek, insanı kalemine dahi yan bakar hale getiriyor. Bunların, fazlasıyla yoğun ve yorgun olduğumuz ve hatta gönül gözüyle ağladığımız bir döneme denk gelmesi de işin cabası ve bardağı taşıran kısmı…
Herkesin bilmesini istiyorum ki; ben ihale nedir, nasıl alınır bilmem.. Dost, ahbap, akraba nasıl işe yerleştirilir, bunun için kime başvurmak gerekir anlamam.. Bu işlerden nasıl menfaat temin edilir onu da bilmem.. Kalem oynatmayı gelir ve menfaat elde etme mesleği olarak hiç düşünmedim.. Kalemim için ihtiyaç duyduğum fikir mürekkebini de sürekli olarak çocuklarımın rızkından keserek temin ettim. Şu an kütüphanemde bulunan kitaplara ve arşiv bilgilerine yatırdığım parayı altına ya da dövize yatırmış olsaydım, zannediyorum beni satılmışlıkla itham edenleri satın alarak susturacak kadar bir sermayem olurdu. Bilgi ve zekâ sentezinin bu kadar hafife alındığı böyle bir cemiyette, zaman zaman bunu yapmamış olmaktan dolayı pişmanlık duyduğumu da söylemeden geçemeyeceğim...
Netice itibariyle, adına ister havlu atmak deyin isterse kaderden kaçmak ya da ne derseniz deyin, benden buraya kadar. Bir süre yazmayacağım ve konuşmayacağım. Bu cemiyet için hala bir şeyler yapılabileceği ve yapılması gerektiği konusunda umudumu yitirmeden, ben kendi kaderimi yaşamaya gidiyorum. Tekrar yazmaya ve konuşmaya karar verdiğimde, kalemim daha keskin olduğu halde geri döneceğim…