BBC muhabiri Fehime Hail'in Küba izlenimleri.
Abone olHavana çok şey görmüş geçirmiş bir kent. Korsan saldırılarına direnmiş, İspanyol, Fransız ve İngiliz sömürgesi olmuş, Amerikan egemenliğine ve Küba Devrimi'ne tanık olmuş bir yer.
Bugün ise ilk bakışta her yer yıkık, dökük duruyor.
Bir kapının üzerinde, "camcı" yazıyor ama camların hepsi kırık, dükkan da bomboş.
Havana'nın eski kent bölgesinde yaşayanlar, harap olmuş duvarların ardında nelerin yattığını pek saklamıyor.
Kapıları pencerelerdeki kepenkler ardına dek açık.
Uzun tahtadan merdivenler oturma odalarına ve pek tabi yaşamlarına uzanıyor.
Duvarlarda klasik "Çok yaşa Fidel Castro"dan "burada kimse teslim olmaz"a dek bir çok slogan göze çarpıyor. Etkilenmemek mümkün değil.
Bir çok yerde zaman durmuş gibi bir his oluşsa da Küba aslında bir çok değişimden, dönüşümden geçmekte.
Hükümet, devletin ekonomi üzerindeki rolünü azaltmaya, özel girişimcileri cesaretlendirmeye çalışıyor.
Yakınlarda iş kurmak isteyen 250 bin kişiye ruhsat verildi, her yerde bir biri ardında küçük işletmeler açılmaya başladı.
18'inci yüzyıldan kalma Katedral'in yakınlarındaki mahalleye varıyorum.
'Taksicilik doktorluktan iyi'
Burada eski Havana yepyeni bir Havana'ya dönüşüyor gibi görünüyor.
Dükkanlarda ve süpermarketlerde ünlü markalar var. Rafların dolu olmasına şaşırıyorum. Etrafta birçok bar ve kulüp var. Genç insanlar sokaklarda gülüp oynuyor, vitrinlere bakıyor, dondurma kuyruğunda bekliyor.
Otelime geri dönüyorum. İki arkadaşımla birlikte Kübalılar gibi başparmaklarımızı yukarı kaldırıyoruz. Yollarda mekik dokuyan eski arabalardan birine binmeyi bekliyoruz.
Sarı gömlekli bir genç duruyor ve bizi 15 peso'ya (yaklaşık 15 dolara) otele götürebileceğini söylüyor.
"Gerçekten turistleri taşıma izni var mı" diye soruyorum gülümseyerek "Evet, sorun yok" diyor.
Ama bizi yolda polis durduruyor. Sarı gömlekli gençten dışarı çıkmasını istiyor. Yeni polis memurları da gelmeye başlayınca biraz paniğe kapılıyorum.
Çıkmayı öneriyorum. Kapıyı açmaya çalışıyorum. Ama açamıyorum. Kapılar çoktan kilitlenmiş bile.
Paniğim artıyor. Bir ara arabanın camından cıkmayı bile kafamdan geçiriyorum. Geceyi demir parmaklıkların arasında geçirmekten endişe ediyorum.
Camı indirirken kolu elimde kalıyor. Soluma bakıyorum. Arkadaşımın camdan sarkıp, kapıyı dışarıdan açmayı başardığını görüyorum.
Hiçbirşey olmamış gibi arabadan uzaklaşmaya başlıyoruz. Bir polis memuruyla göz göze geliyoruz. Bize doğru geleceğine gözlerini kaçırıyor.
Sonra otele ruhsatlı bir taksiyle dönmeye karar veriyoruz ve şansımıza Parque Central'da biri duruyor. Çok güzel 1948 model bir Buick.
Taksici Alfredo bu arabasının babasından miras kaldığını söylüyor. Sahil boyunca otele doğru ilerlerken Alfredo bana doktor olduğunu ama taksicilikte daha fazla para kazandığını söylüyor.
Yumuşak koltuğa gömülüyorum. Yolculuk üç-buçuk dolara mal olan yolculuğun keyfini çıkarırken bu ülkenin ne kadar çelişkilerle dolu olduğunu düşünüyorum.