BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46

Hastane

Ne zaman bir şeyi ciddi bir şekilde yapmaya çalışsam; daha niyet aşamasında ne kadar ciddiyetsizlik varsa bana “merhaba,” diyor. Şans; zaten şanssızlık olarak yakamda rozet gibi hep sabit. Ne çıkarıp atabiliyorum, ne de gözümden saklayabiliyorum. Anlaşıla

Ne zaman bir şeyi ciddi bir şekilde yapmaya çalışsam; daha niyet aşamasında ne kadar ciddiyetsizlik varsa bana “merhaba,” diyor. Şans; zaten şanssızlık olarak yakamda rozet gibi hep sabit. Ne çıkarıp atabiliyorum, ne de gözümden saklayabiliyorum. Anlaşılan böyle geldi böyle de gidecek belli ki.

 

Efendim yaş elliyi geçeli epey olduğundan; artık yaş kemale erdi havası etrafımda dolanmaya başladı. Hal böyle olunca da hastane önü türküleri; tarafımdan eskiye göre daha çok dinleniyor. Anlayacağınız bu aralar hastane önündeyim.

 

Nedeni de birkaç haftadır eskiden seke seke çıktığım merdivenlerin şimdi benimle dalga geçmeye başlamalarıdır. Öyle ki ben çıktıkça basamak sayısı sanki artıyor gibi.

 

Evim ikinci katta ama bana sorsanız; akşamları eve ulaşmaya çalışırken gökdelene tırmanıyor gibi oluyorum. Hayır, akşam eve gittiğimde kapıyı açıp, o yorgun ve perişan halimi görüp bana bir omuzluk destek olacak da olmayınca; son basamağa geldiğimde birbirlerini görüp de kavuşamayan sevgililer gibi kapı bana ben kapıya bakar oluyoruz. 

 

Siz benim kapıya bakıyorum dediğime bakmayın, o görüntü de öyle, yoksa o anda benim gözümde evin kapısı; apartmandaki diğer kapıları yanına çağırmış ve hep beraber halay çekiyorlar halinde oluyor. Ki zaten anahtarı deliğe sokmam; gerçek kapıyı yakalamaya uğraşmam nedeniyle neredeyse yarım saatimi falan alıyor. Hayır, bir gören olsa ve beni alkolik veya deli etiketi ile âleme pazarlasa olur yani…

 

Benim kapı ile ilişkimin görüntüleri ise yeminle yayınlansa izlenme rekorlarını alt üst eder. O derece…

 

Kapı kendince benimle dalgasını geçmeyi bitirip eve girmeme müsaade edince şükür namazı şart oluyor. Artık siz eve girebilmenin benim için kıymetini ve o anki halimi düşünün.

 

Hal böyle olunca; doğal olarak hayat standardı denilen ama benim nedense ara ara kaybettiğim (laf aramızda bu ara ara; benim için sık sık demek oluyor) yaşam kalitem iyice yerlere düşünce; mecburen ver elini hastane dedik.

 

Ama tecrübeli olduğumuz için hastaneye işin düştüğünde ya doktor tanıdığın olacak, ya hastabakıcı lafını iyi biliriz. Hasta bakıcı tanıyacak kadar engin tecrübe ve imkânımız olmadığı için, doktorla yetinmek zorunda kalmayı şans sayıp, kalp damar cerrahı olan bir arkadaşımızı aradık. Böylece dizimizi gösterirken o arada kalbimizi de gösteririz diye de düşündük.

 

Aramızda kalsın arkadaşımızın o gün psikolojisi iyi ise; arada gözleri, dişleri ve bilumum sakatat sayılabilecek parçalarımızı da kontrol ettiririz diye düşünmedik değil. Sonuçta doktor değil mi üç aşağı beş yukarı bilir diye biliriz çünkü.

 

Sağ olsun arkadaşım; biz daha bedenimizde ne var ne yok anlatmaya geçemeden portakal suyu satışı yapanların cirolarına ciddi bir katkı sağlamayı gerektirircesine benden seksen sekiz tüp kan tahlili istedi. Üstüne muayene sırasında doğduğumdan beri erkek eli değmeyen bacaklarımı iyice bir elledikten sonra “damarlar sağlam, dizler için bir MR çektirelim,” diyerek beni görüntüleme merkezi adı verilmiş ama hastanede bir görenin bir daha görmediği bir yere salladı.

 

Hiç abartmıyorum orayı bulmak için harcadığım eforu benim diyen sporcu antrenmanında harcamıyordur.

 

Diyetisyenler; öyle şunu ye bunu yeme diye hem kendilerini hem de onlardan zayıflamak için yardım isteyenleri kasmalarına falan hiç gerek yok. Hastalarından bu hastanedeki görüntüleme merkezini haftada bir ziyaret etmelerini istesinler yeter. Vallahi de tallahi de memleketteki hatunlar; bir deri bir kemik, onlarda işsiz kalırlar.

 

Kaç kat indim, kaç kat çıktım, bir indiğim ya da bir çıktığım kata bilmem kaçıncı kez inip çıktığımı bilemez hale gelince; o beni hiç tanımayan şans; karşıma hastanenin yer hizmetleri görevlisini çıkardı.

 

O an anladım ki geçim dünyası için bu yeni bir sektör. Bilmeyenlere kamu hizmeti olsun diye anlatıyorum. Bu arkadaşlar; hastane yönetiminden ya da devletten herhangi bir ücret almayan ama sadece bahşiş alarak bana göre zenginlik ve sefahat içinde yaşayan yaratıklar. Kendileri benim gibi seçmece adamları bir bakışta tanıyacak kadar da uyanıklar.

 

Ben “Allah benim belamı versin,” diye kendime saymaya başlamak üzereyken karşıma çıkacak kadar da zamanlamaları süper. 

 

Anlayacağınız bu arkadaşlar, ne istediğimi daha doğrusu nereyi bulmayı istediğimi öğrenip, oraya beni götürmenin karşılığında; onlara göre minik bir ücret talep eden yardım melekleri…

 

“Minik,” dedim diye yanlış falan anlaşılmasın; İstanbul’da yağmurda Avrupa yakasından Anadolu yakasına gitmek için taksiye binsem; ödeyeceğim para burada benden istenene ancak denk düşer sanki. Üstelik aynı yağmurda arandığında bulunamayan taksi şoförleri gibi burunlarından da kıl aldırmıyorlar. O kadar da yoğunlar.

 

Siz hastanenin halini, daha doğrusu hastanenin içinde önce deli dana sonra tek ayaklı kaplumbağa misali hayatından bezmiş bir şekilde dolaşanların halini gözünüzün önüne getirin. Ben mesela aynı hastalarla koridorlarda ellinci kez karşılaşıp, selamlaştığımı çok net hatırlıyorum. Hatta o arama tarama sırasında yorgunluktan bitap yere yığılıp, daha önce yığılanlarla tanışmışlığım da çok oldu.

 

Hatta biz yığıldığımız yerde nefeslenirken; koridor çaycılarından çay alıp içtiğim, bir sonrakinde kahve içmeye anlaşıp, sarılarak ayrıldıklarım bile oldu. Gerisini hiç anlatmayayım. Uzun lafın kısası; hastaneler ücretsiz falan diye söylenenlere hiç inanmayın.

 

Görülemeyen görüntüleme merkezine malum şekilde yardım alarak ulaştıktan sonra doktor tanıdığı olmanın faydasını iki gün sonraya verilen randevu ile gördüm.

 

İki gün sonra MR çektirmeye geldiğimde seksen sekiz tüp kan vermenin aslında iki yetmişlik rakı içmeye eş değer olduğunu; bana MR randevusu verirken âşık olduğum sekreteri görünce anladım. Allah günah yazmasın diye o konuya hiç girmiyorum. Gerisini varın siz hayal edin, üstüne eş dost hayalini de ekleyin; ne çıkarsa emin olun daha iyidir ve de kabulümdür. 

 

MR’ımı çekecek olan kadının “sadece çamaşır kaldıktan sonra giyinin,” diyerek elime tutuşturduğu bez parçasını görünce yıllar önce yine MR çektirdiğim zamanki anılarım beni ziyaret etti. Zaten o anda da ben niye buradayım demeye başladım. Ama yıllar geçtiği için bez parçasında da ilerleme kaydedilmiştir umuduyla birlikte yine isteksizce daldım soyunma odasına.

 

Ama ne yazık ki kadının elime verdiği bez parçası otuz sene önce MR’a girerken bana verilen bez parçası ile birebir aynıydı. Hatta bir süre acaba o mu diye de inceledim. Yani ben yaşlandım, bozuldum o hala aynıydı. O zamanda cırtcırt denilen ve birbirlerine yapışabilen şeyler yapışabildiklerini bilmiyorlardı, şimdi de…

 

Hayır, birde hangi akla hizmet yaptılarsa bu bez parçasında sadece tek kolunuzu geçirebileceğiniz bir yer var; gerisi sizin hayal gücünüze ve yeteneğinize bağlı. Bir seferinde o bezi giyip çıkan varsa yetenek sizsiniz adlı yarışmada finale çıkması bence garantidir.

 

Ben ise o bez parçası daha elime tutuşturulduğu anda ciddi strese girdim. Çünkü hem o bezi tanıyorum hem de kendimi biliyorum.

 

Kendileri yirmi beş bin parçalı yapboz gibi bir şey; tek kolu geçirince kalıyorsun. Cırtcırtlar zaten cırtcırt değil, giymeye çalışmaya başladıktan iki dakika sonra da zaten sen sen değilsin.

O derece yani.

 

Ama “başa gelen çekilir,” diyerek sadece bir insanın sığabileceği, kapısında soyunma kabini yazan yere girdim. Herhangi şişman bir kişinin kapıdan dahi giremeyeceği soyunma kabini denen yere; bizim evde vestiyer niyetine kullandığımız askının iki misli büyüklüğünde bir askının da sokulduğunu düşünürseniz; içerisini daha iyi anlarsınız. Ki zaten bence o soyunma odası; o askı oraya konulduktan sonra yapılmıştır. Çünkü bir ara canlımı diye bile düşündüğüm askının kafama doğru uzayan uzantıları kabinin duvarlarına dayanmış sonrada bir sarmaşık gibi duvarda uzayıp gitmişti. Benim diyen gece kulübünün vestiyerine koyun sağlam iş yapar cinsten yani. Bir anlamda ortasında ağaç olan bir soyunma kabinini gözünüzün önüne getirin.

Çevreci bir soyunma kabinindeydim yani…

 

Ama kafamın sağından ve solundan uzanan dalların arasında soyunma becerisini gösterince doğal olarak kendime güvenim geri geldi. Bu gazla bez parçasını da hallederiz diye giymeye başladım ama yeminle iki dakika sonra benim sol kol bana fazla geldi. Hayır, imkân olsa onu askıya asıp, kendimi dışarı atacağım. Ama yok kol inat etti çıkmadı yerinden.

Denedim yani…

 

Neyse efendim anlayacağınız; ben o soyunma kabini denen ve içinde geçirdiğim her dakika; hamamın ilk icadına neden olan yer olduğunu düşündüğüm soyunma kabininden çıkarken sadece donlaydım, bez de kol yerinden boynuma geçmiş haldeydi. Görüntümü benim diyen modacıya gösterseniz en seksi erkek ödülünü kapmam işten bile değil gibiydi. Hadi biraz abarttım evet. Ama en azından o osuruktan bez parçası; en seksi kıyafet ödülüne aday olurdu.

 

MR’ı çekecek kadının üstün çabası ile ben örtündükten sonra bacaklarım MR denilen deliğe girdi. Geçen seferki MR çekiminde beni ziyaret eden ve sayemde literatüre küfür kazanılmasına neden olan sinek; bu sefer yoktu. Ve ben onu merak etmedim desem yalan olur. Ölmüş olacağı düşüncesi ile kendisini yine eskiden olduğu gibi ve literatüre yeni bir katkım ile birlikte saygı ile andım.

 

Çekim sonrası artık çekimi yapan kadıncağız ile yarı çıplak muhabbete bayağı kaptırdığımız için giyinme işini kabin yerine doğrudan MR cihazının yanında gerçekleştirdim. Ne demişler tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır.

 

Sonuçta bu çekimin birde sonuçları var; onu da iki gün sonra aldık. Çıkan rapora göre meğer ben futbolcuymuşum ve yemediğim tekme kalmamış.  Dizimde menüsküs ve yırtık varmış. Hayır, eskiden bir ağrıyan dizim rapor sonrası tamamen teslim bayrağı çekerek on ağrımaya başladı. Ve o andan itibaren dizlerim ayaklarımı yok saydı. Anlayacağınız rapor öncesi ayrı, rapor sonrası ayrı bir şeklim oldu. Dizimden yukarısı farklı, ayaklarım ise dizimden tamamen farklı hareket etmeye başladılar.

Eğlence arayan kadınlara duyurulur; tam seyredilecek adam oldum. Kirala beni, yürüt beni, seyret beni o misal.

 

Bu arada raporu yazan doktor; benim dizlerin MR raporunu yazarken artık ne ile meşgul ise iki dizime tek raporu uygun görmüş. Hayır, ameliyatlık bir durum olsa gitti bacağın birisi.

 

Anlayacağınız yanlış bir yerimizi kesip, alsalar lafımız olmaz; rapor öyle yazıyor çünkü…

 

Şans işte ben de şanssızım diye dolanır dururum.

 

 

Diğer yazılarım için

 

İletişim için;

 

Facebook kişisel sayfam