Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, "Önümüzdeki 6 ay içerisinde önemli ve somut gelişmeler olacağını düşünüyorum. Ancak bizim için daha büyük bir tehlike var, o da iklim krizi. İklim krizi corona virüsü mumla aratabilir" diye konuştu.
Abone olProf. Dr. Gökhan Hotamışlıgil'in çalışmalarını tüm dünya yakından takip ediyor. Harvard Üniversitesi profesörü, genetik ve metabolizma uzmanı. Aynı zamanda Harvard Üniversitesi Sabri Ülker Metabolik Araştırma Merkezi’nin direktörü.
Hürriyet gazetesinden Elif Ergu, Prof. Hotamışlıgil ile yaptığı röportajı sayfasına taşıdı. İşte o sohbetten ona çıkanlar...
Salgın her ülkede atakta. Bizi daha kötü bir tablo mu bekliyor?
Dünyada birkaç ülke dışında salgın maalesef kontrol edilememiş durumda. Haziran sonrası açılmalar ile tekrar yükselişler başladı ve son dönemde birçok ülkede salgın kontrolden çıkmış durumda. Amerika’da da birçok eyalette hastalık artıyor. Can kaybının 5’te birinden fazlası Amerika’da. Kış aylarının geldiği bölgelerde bu daha da ciddi bir tabloya dönüşebilir.
Aşı 8 milyar kişiye ulaşabilecek mi?
Aşının ne zaman elde olacağı sorusunu kimin için ne zaman elde olacak diye düşünmek lazım. Bir Kuzey Avrupa ülkesinde veya Amerika’da, yüksek risk grubunda sağlık hizmetine kolay erişen ve sosyo-ekonomik düzeyi yüksek gruptaysanız bu aşı size daha hızlı ulaşacak. Düşük gelirli bir ülkedeyseniz ve düşük ekonomik dilimde iseniz o aşı size daha geç gelecek. Birinci grupta insana 2021 yılında diğer gruplara 2023 yılında ulaşabilir. Bu eşitsizliği önlemek için de çalışılıyor ve pek çok organizasyon ortak çalışmalar ile alışılmışın dışında çözümler üretme çabasında.
Olumlu bir şeyler söyleyebilmek mümkün mü?
Olumlu gelişmeler de var. Birincisi hem virüs hem de hastalık tablosu ile ilgili çok önemli bilgi ve deneyim birikimi gerçekleşmiş durumda. İkincisi bu virüsün pek çok karakteristiği şimdiye dek görülmemiş bir hızda çözüldü ve çözülüyor. Akıl almaz bir çalışma yoğunluğu var ve her gün yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Ben bu alanda önümüzdeki 6 ay içerisinde önemli ve somut gelişmeler olacağını düşünüyorum. Üçüncüsü, çok sayıda aşı programı dünyanın pek çok yerinde hızla ilerliyor ve insan testleri son aşamalarında.
İklim krizi tehdidi var. Bunu engelleyecek son kuşağız. Şu salgında ‘politik’ kararlar alanlar iklim krizi için önlem alabilecek mi?
İklim değişikliğinin şu an mücadele ettiğimiz salgını mumla aratacak boyutta sorunlar ile geldiğini düşünürsek, bu konulardaki tavrın belki daha öncelik haline geleceğini düşleyebiliriz. Bilim bize bir bilgi veriyor ve bu bilgiyi kullanmalıyız. Biraz önce sıralıyordum, üçüncü konu bilim ve yetkinlik. Bilimsel verilerin kullanıldığı ve yetkinliğe dayalı sistemlerle kullanılmadığı sistemler arasında büyük fark var. Gelecekte bu fark daha da büyüyecek. Ben ilaç dünyasının da önümüzdeki 10-15 sene içerisinde tamamen dönüşüme uğrayacağını düşünüyorum. Hem ilaç geliştirme yöntemleri hem de ihtiyaç sahiplerine ulaşımı açısından. Yepyeni yaklaşım biçimleri var. Burada bilimsel değişim ve gelişmeler ile büyük kas gücüne sahip şirketlerle yaratıcı küçük şirketler arasındaki dinamikler değişecek. Uluslararası etkileşim ve bilimsel işbirlikleri çok ön planlara gelecek ve paradigma değişecek. Ben bu rüzgarın bizim ülkemiz içinde önemli fırsatlar taşıdığına inanıyorum. Benim görüşüm, hem bugünün ‘yeni normal’ olması hem de yarının ‘eski normale dönüş’ olması çok olumsuz ve sürdürülemez çıkarımlar.
Sürü bağışıklığını savunanlar var. Sizin düşünceniz ne?
Ben buna hem bir hekim hem de bilim insanı olarak olumlu bakamıyorum. Bu hem insani açıdan kabulü mümkün olmadığından hem de bilimsel açıdan başarılı olma olasılığı çok zayıf olduğundan. Dolayısı ile bu tedbirlere mümkün olduğu kadar devam etmemiz, biraz daha fedakarlığa katlanmamız gerekiyor. Aksi halde daha ağır önlemlere geri dönmek ve dolayısı ile daha ağır ekonomik problemler ile karşılaşmamız söz konusu. Dünya ekonomik hacminin önemli bir miktarı kaybedildi, bunun da daha fazla devamı ve zorlanması çok güç. Dolayısıyla bunun bir sınırı var.
Bazı kesimler komplo teorilerine inanıyor...
Bu dönemde tüm devletlerin, bilim dünyasının ve sağlık çalışanlarının üzerinde inanılmaz bir baskı var. Halk haklı olarak çare ve çözüm bekliyor. Ben hayatımda ilk defa klinik çalışma süreçlerinin ortasında sonuçların açıklandığına ve hemen promosyonuna başlandığına şahit oldum. Bu da bilimle yönetim arasında çatışmaya yol açıyor. Hata yapılma ihtimali artıyor. Beklentileri yanlış yönlendirebiliyor. Güveni sarsıyor. Bugün Amerika’daki nüfusun büyük bir bölümü onay sürecine politik müdahale olduğunu düşünerek güvenmiyor, bu ilaçları ve aşıları kullanmakta tereddütlü olduklarını söylüyorlar. Okulumuzun eski dekanı olan çok kıymetli bir immünoloji profesörü Barry Bloom, “Bir aşının en önemli içeriği güvendir” diyerek bunu çok güzel ifade eden bir tanım kullanmıştı.
‘Pandemiler Çağı’ yorumları yapılıyor. Daha zor günlerin geleceğiyle ilgili düşünceniz nedir?
Doğru. Ne bu son salgın ne de başka bir küresel problem olacak. Bu dönem bizi bu duruma düşüren sistem arızalarını görmemize vesile oldu. Dolayısı ile değişimin geleceğini ve buna yeni normal derken buradan eski normale dönmeyeceğimizi umuyorum. Dönmemeliyiz. Birkaç nokta üzerinde durabiliriz. Birincisi eşitsizlik sorunu. Dünyada etkilenen ve ağır olarak bu salgından tahribat gören kesimler sosyo-ekonomik olarak düşük kesimler, ayrımcılığa maruz kalan kesimler. Bu gelir ve fırsat eşitsizliği sisteminde önemli reformlara talep olacağını düşünüyorum. İkincisi şu anda başımızda olmayan ama geleceğini bildiğimiz sorunlara hazırlık.
Birçok ülkede ülke başkanları, yönetim bilim insanlarını dinlemedi.
Bilim ve siyaset ilişkisinin bir parçası olarak düşünülebilir. Bilimsel yetkinlik ile siyasi sistem arasında oluşan uçurum ve polarize olmuş durumda. Bunun en dramatik örneği Amerika’da karşımıza çıktı ve şu andaki kötü tablonun oluşmasında önemli etken oldu. Örneğin bana çok çarpıcı gelen “New England Journal of Medicine” isminde, merkezide Boston’da laboratuvarımızın hemen yanında olan, 1800’lede kurulmuş, dünyanın en saygın klinik bilim dergisinin tarihinde ilk kez “Liderlik yokluğunda ölüm” başlıklı politik bir yayın yapması oldu. Bunu Lancet, Science, Nature gibi bilimsel dergiler takip etti ve bilimden uzaklaşmanın nasıl bir tehlikeye yol açtığını anlattılar ve endişelerini paylaşmak durumunda kaldılar. Meselelere hep bilimin gözlüğüyle ve verilere dayalı olarak bakılması gerektiğini düşünüyorum.
Salgın sizi nasıl etkiledi?
Birinci aşamada kişisel olarak bizim de hayatımız alt üst oldu. Laboratuvarımızın çalışmaları sekteye uğradı. Boston’da ilk dönemde biz çok şiddetli bir durumla karşılaştık. Süper yayılma denilen bir noktadaydık. Massachusetts içinde 70’den fazla üniversite barındıran biyoteknoloji açışından çok zengin bir bölge. İlk dalga çok büyüktü ama büyük bir hasar olmadan kontrol altına alındı. Laboratuvarımız 25 yıllık. Salgın başında ilk kez kapılarını kapattı. Daha sonra hızla tedbirlerinizi alıp çalışmaya devam ettik. Ancak hala tam kapasitemize dönebilmiş değiliz.
Salgın bilim insanlarına ne öğretiyor?
Karmaşık bir tablo olduğunu söyleyebilirim. Heyecan verici olan bilimin koronavirüse yönelik çalışmalarının çok büyük bir yoğunluk kazanması. Çalışmalar dünyanın her yerindeki bilim insanları ve kurumlar arası işbirlikleri ve dayanışmalarla devam ediyor. Birçok ilaç şirketi, kamu kurumları ve akademi ilk defa bu hacimde bir araya geldi. Aşı çıkarsa ilk kez dünya tarihinde bu kadar hızlı bir aşı hayata geçecek. Koronavirüse hem endüstriden, hem devletlerden, hem de vakıf ve kişilerden muazzam bir kaynak akışı gerçekleşti. Bunlar olumlu. Ancak bu kadar büyük finansman gücü zihin gücü ve yoğun faaliyet salgına kayınca bunun istenmeyen bazı sonuçları da var. Koronavirüs dışı çalışmaların icraatı ve finansmanı, hatta neşriyatı bile zorlaştı. Özetle, bilim ‘covidize’ oldu. İkinci konu salgın daha önce karşılaştığımız sağlık sorunlarından çok farklı bir boyutta ve ileri derecede ‘politize’ oldu.