Refik Hariri'nin öldürülmesinin ardından başlayan tartışmalar devam ediyor. Ortadoğu uzmanı Dr. Hüsnü Mahalli, Hariri'nin öldürülmesini Amerika ve İsrail ile ilişkilendirdi
Abone olRefik Hariri'nin öldürülmesinin Ortadoğu politikaları açısından büyük bir dönüm noktası olduğunu belirten Yenişafak gazetesi yazarı Hüsnü Mahalli, Hariri'yi kim öldürdü? başlıklı yazısında eski başbakanın öldürülmesini Amerika ve İsrail ile ilişkilendiriyor.
Rahmetli Rafik Hariri'yi 1994 yılından bu yana tanırım. 1992-1997 yılları arasında Hariri'nin sahibi olduğu ve Paris'ten yayın yapan Radio Orient'ın Türkiye muhabiri olarak çalıştım. Şu anda yine Hariri'in sahibi olduğu Lübnan El-Mustakbal gazetesinin Türkiye muhabiriyim.
Hariri Türkiye'yi hep yakından izlerdi ve arada bir beni arayarak Türkiye ile ilgi bilgiler alırdı. Bir işadamı olarak, Rahmetli Özal'ı ve iktisatçı olan Tansu Çiller'i yakından izlerdi. AK Parti'nin iktidara gelişi ile yeniden Türkiye ile ilgilenmeye başlamıştı.
Geçen yıl Beyrut'ta evinde uzun uzun Türkiye'yi konuştuk. Abdullah Gül'ü kendisine benzeterek, AK Partililerle iyi anlaşabileceğini söylerdi. Bu nedenle mayıs ayındaki Türkiye ziyaretini çok önemsemişti.
Peki Hariri'yi kim öldürdü?
Bana kalırsa bölgede en son öldürülmesi gereken insan Hariri'dir. Hariri Lübnan içinde ve dışında herkesle iyi geçinen siyasi bir lider. Rahat, samimi, dürüst, diyaloğa açık, şiddet ve terörü rededen, dinine ve geleneklere bağlı bir insan. Ama en önemlisi Hariri Lübnan gibi çok karmaşık bir ülkede çok önemli bir denge unsuru idi.
Hariri; Suriye, Mısır, S.Arabistan, Körfez ülkeleri, Fransa ve daha birçok ülke lideri ile yakın ilişkisi ve dostlukları vardı. Hariri, Lübnan ve Ortadoğu'da belki de en çok ve herkes tarafından sevilen ve saygı gösterilen bir liderdi. Bu nedenle dostları Hariri'yi hem Lübnan hem de bölge için bir denge unsuru olarak görürdü. Hariri normalde en son öldürülmesi düşünülen bir liderdi. Hariri'nin öldürülmesi bu nedenle önemli.
Lübnan ve bölgeyi karıştırmak isteyenler Haririr'yi öldürenlerdir. Şimdi gelin birlikte yüksek sesle düşünelim ve bildiklerimi paylaşalım. Hariri yıllardır Suriye dostu idi. Hatta Suriyelilerin destek ve onayı ile bir kaç kez başbakanlığa seçildi.
Suriye, 15 yıl süren iç savaşı durdurabilmek için 1980'li yılların ortasında Arap ülkelerinin de onayı ile Lübnan'a müdahale etti. Bu onay ve Lübnan hükümeti ile yapılan anlaşma gereği Suriye bu ülkede asker bulundurdu.
Suriye'nin desteği ile Lübnanlılar İsrail'in 18 yıl süren güney Lübnan işgaline son verebildi. Beşar Esad'ın Şam'da yönetime gelmesiyle Suriye askerlerini aşamalı olarak Lübnan'dan çekmeye başladı. Bunu fırast bilen batı (Amerika ve İsrail) destekli Hıristiyanlar Suriye'yi sıkıştırmaya başladı. ABD ise Suriye aleyhine BM'de karar çıkartarak Lübnan'dan çekilmesini ve Lübnan'daki tüm gurupların (Lübnanlı Hizbullah ve Filistinli değişik gruplar) silahsızlandırılmasını istedi.
ABD giderek Lübnan'ın içişlerine karışmaya başlamıştı. Tam bu sırada geçen ekim ayında Cumhurbaşkanı Emil Lahhud'un süresi parlamento tarafından iki yıl uzatıldı. Cumhubaşkanı Lahhud ile arası iyi olmayan Hariri başbakanlıktan istifa etti.
Bunu fırasat bilen Amerika, Hariri'nin kişisel dostu Chirac'ı yanına alarak Suriye'ye karşı yoğun bir kampanya başlattı. İşte 1559 sayılı BM Kararı bu şekilde Güvenlik Konseyi'nden çıkartıldı. Ama Hariri ile Beşşar Esad arasında yine de bir sorun olmamıştı. Hariri her zaman olduğu gibi sakin bir şekilde herkesle iyi ilişkilerini sürdürüyordu. Ama Lübnan'da durum giderek karışıyordu .
Suriye karşıtı Hıristiyanlara bu kez Dürzi lider Valid Canbulat katılmıştı. Canbulat, İsrail ile işbirliği yaparak Lübnan'ı iç savaşa sürükleyen Falanjist faşist Hıristiyanlarla işbirliği yapmaya başlamıştı. Bu işbirliği İsrail, Amerika ve son dönemlerde bu iki ülkeye aniden ve ilginç bir şekilde yanaşan Fransa tarafından desteklendi. Çünkü Lübnan'ı karıştırmak, Suriye'yi sıkıştırmak demekti. Lübnan'ı karıştırmak İran'ı buradaki tehlikelere bulaştırmak demektir. Çünkü İran Lübnan'daki Şii Hizbullah ile ilgilidir.
Irak'ta ise Şiiler yönetimi kontrol ettiklerine göre, Irak'takiler de Lübnan'daki durumla ilgili olacaklardır. ABD ise keyfine göre bazen Suriye bazen de İran'ı tehdit ediyor. Bunu da yalnızca İsrail için yapıyor.
İsrail ise Lübnan'ın Şabaa, Suriye'nin Golan bölgelerini işgal etmeyi sürdürüyor. İsrail, Türkiye dahil Suriye ve Lübnan ile her türlü arabuluculğu reddediyor. Suriye lideri Esad ve mayısta Ankara'ya gelen Hariri Türkiye'ye mutlak güvendiklerini söyleyerek İsrail ile barışa hazır olduklarını söylediler. İsrail, Abdullah Gül'ün bu yöndeki girişmine 'hayır' dedi. İsrail ve Amerika ne Lübnan'da ne Irak'ta ne de bölgede barış ve istikrar istemez.
İşte bu nedenle Lübnan'ın kargaşaya sürüklenmsesinden yarar sağlayacak tek güç bu iki ülke ve bölgedeki yandaşlarıdır. Lübnan'daki Filistinlilerin ve Hizbullah'ın bir iç kargaşa ile meşgul edilmesi, bu kargaşadan dolayı Suriye'nin sıkıştırılması ve İran'ın yan tartışmalara çekilmesi yalnızca İsrail ve Amerika'nın işine yarar.
Filistinlileri her türlü dış destekten yoksun bırakmak isteyen İsrail ve Amerika böylece kendi istedikleri barış modelini zorla Mahmut Abbas'a kabul ettireceklerdir.
Çünkü şu anda Filistin davasına ve Filistin halkının kendi haklarını elde etme mücadelesine sahip çıkan ve tam anlamıyla destek veren tek Arap ülkesi Suriye'dir. Hariri ise bu desteği en samimi bir şekilde veren Arap liderlerin başındaydı.
Toprağı 38 yıldır işgal altında olan Suriye, bölgesel barışla doğrudan olarak ilgilidir. Beşşar Esat, Suriye'nin barışa hazır olduğunu herkese ve özellikle Başbakan Erdoğan'a söylemiştir. Suriye'nin istediği barış gerçek, adil ve kalıcı barıştır. İsrail ve Amerika'nın istediği barış ise, yalnızca kendilerinin bölgesel ve stratejik çıkarlarına hizmet edecek göreceli barıştır. Hariri'nin öldürülmesine bu veriler içinde bakılırsa daha sağlıklı ve doğru yorum yapabiliriz.
Hariri'nin öldürülmesini bahane ederek Lübnan'a müdahale etmeyi planlayan ABD, Fransa ve İngiltere'ye yine Suriye'nin bu bahaneyi sunması ne kadar anlamsız ise, 'Hariri'yi Suriye öldürdü' demek de o kadar anlamsız ve aptalcadır.
Unutmamak gerekir ki; Lübnan büyük ölçüde Irak'a benzer. Etnik, dinsel ve mezhepsel yapısı itibariyle.
Bu nedenle işgal için Irak'ı seçenler şimdi bölgeyi kargaşaya sürüklemek için Lübnan'ı seçiyor.
Savaş sonrasında Irak'ın geleceğinden endişe edenler hep şunu söylerdi:
'Irak, Lübnanlaştırılacak'.
Hariri'nin öldürülmesi ile belki de şimdi birileri Lübnan'ı Iraklaştırmak istiyor!