BIST 9.550
DOLAR 34,53
EURO 36,15
ALTIN 2.964,95
HABER /  GÜNCEL

Hangi yazar gözaltıları muhteşem buldu?

Generaller gözaltına alındı kamuoyu şaşkın. Peki son operasyona köşe yazarları nasıl bir tepki gösterdi?

Abone ol

İNTERNETHABER- Generaller gözaltına alındı, herkes şok ve şaşkınlık içinde.. Düzenle hesaplaşma mı yoksa değişimin sancıları mı? Köşe yazarları Balyoz operasyonunu değerlendirdi.

Yaşananları kırılma olarak gören Ahmet Altan, "Muhteşem bir dönüşüm bu. Yeni bir ülke, yeni bir devlet, yeni bir cumhuriyet şekilleniyor" derken karşı cephede yer alan Ruhat Mengi ise operasyonlara tepkisini "Aklınıza sahip çıkın, ülkeye çok gerekecek!" sözleriyle dile getiriyor.

Emre Aköz ise konuya başka bir açıdan baktı. Ergenekon davasıyla birlikte devletin zirvesindeki kısmi uzlaşmanın çöktüğüne işaret ederek, "Kavganın sonu nakavt" diye yazdı..

Oktay Ekşi ise karamsar bir tablo çizdi ve iktidar karşıtlarını büyük bir tehlikenin beklediğini savundu. İşte kamuoyunu sarsan son gözaltılara köşe yazarlarının bakışı:

Ruhat Mengi (Vatan): Aklınıza sahip çıkın, ülkeye çok gerekecek!

Olayların çıldırdığı anda insan kendisi de çıldırmamak için “Aklıma mukayyet ol Yarabbi” der ya, tam o durumdayız. Aman aklınıza siz de sahip çıkın, şu sıralarda “kaçması” çok kolay zira...

Son zamanlarda tüm dikkatleri çekecek şekilde ya “üstü örtülüp beklemeye alınacak” olaylar olduğunda, örneğin; açılım diye başlanan girişim sonunda PKK’nın lideri Öcalan’ın devletin muhatabı haline gelmesi, şehirlerin savaş alanına çevrilmesi, devlete PKK tarafından olmayacak taleplerin dayatılması gerçekleşince ve halkın tepkileri artınca ortaya Balyoz plânı, askerin cami bombalaması, kendi uçağını düşürmesi gibi dehşet verici iddialar çıkıyor. Ya bir suikast iddiası ortaya atılıyor...

Tam Deniz Kuvvetleri Komutanı “Bana suikast yapacağı iddia edilen albaylar, bir tehlike anında göğsünü bana siper edecek arkadaşlarımdır” derken, Genelkurmay Başkanı “Bu ne rezilliktir, bizim de elimizde belgeler var açıklarız” derken gündem bir gün içinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı’nın tutuklanması ile başka bir noktaya taşınıyor, hukuk tartışmaları öne çıkarak, TSK’nın (ve aynı tepkileri taşıyan halkın) isyanı geri plâna itiliyor.

Bu kez Başsavcının tutuklanmasının cemaatlere ait soruşturma nedeniyle olduğu ve bu soruşturmanın içinde önemli bazı isimlerin yer aldığı, tutuklamanın ise Savcı Osman Şanal’ın yetki aşımıyla (yasa dışı olarak) yapıldığı, hükümetin de yargıyı baskıyla yönlendirdiği ortaya çıkıyor ve hoop ertesi gün 17 emekli general, 4 muvazzaf amiral, 27 subay ve astsubayın bulunduğu 49 kişi gözaltına alınıyor. Tesadüfün böylesine az rastlanır... Yani “aslında bütün bu olayların kararı o günlere denk gelecekti ve tesadüfen diğer olaylar da ortada bulunuyordu”ya inanacak saflıkta kaç kişi vardır bilemem ama -haydi bazı işgüzar ve de küstahlar yine “inanmayanlar işbirlikçidir” desin, ben de onlara “inananlar geri zekâlıdır” diyeyim- bütün bunlar inanılır gibi değil. Mesela; “2003 yılında orduda darbe heveslisi gruplar veya kişiler var idiyse elbette soruşturulur ama eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in (bu plânlardan söz eden) günlükleri kaç yıldır biliniyordu, gözaltı için neden bugün beklendi” diye sorulmayacak mı?

HEPSİ KAÇACAKMIŞ GİBİ...

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün “bu konuyu iyi bildiği”, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman tarafından söylendi. Hilmi Özkök bütün bu gelişmelere, gözaltılara, TSK’nın toptan suçlanmasına aylarca sustu... Aytaç Yalman’ın sözleri açıklanınca konuşması kaçınılmaz oldu, bu kez de “Sorumlu, dolayısıyla konuşması gereken kişi Aytaç Yalman’dır” dedi. Org. Yalman “Evet, Kara Kuvvetleri Komutanı olarak sorumluluk bende ama Genelkurmay’ın kendi içinde yaptığı araştırmayı bekliyorum” cevabını verdi. Aradan uzun zaman geçti, hâlâ hiçbir araştırmanın sonucunu da duymadık, “Bu olayları 4 orgeneral bilir” açıklamasının gereği de yapılmadı.

Gerçekleşmemiş bir “darbe hazırlığı” için sanki generaller, amiraller sorgudan kaçacaklarmış gibi gözaltına alınırken (Başsavcı Cihaner de sanki koskoca Cumhuriyet Başsavcısı kaçacak kadar onursuzmuş gibi tutuklandı) açıkça 27 Nisan e-muhtırasını yazan Org. Büyükanıt’a ise hâlâ bugün sözü edilen ve gelecekte de edilecek olan bu muhtıranın soruşturması yapılmadı. Onun yerine zırhlı araç verildi...

Bu arada tabii Deniz Feneri gibi Almanya’da “yüzyılın en büyük yolsuzluğu” denilen ve “asıl fail”lerin listesi Alman yargısı tarafından gönderilen, suçluları da tek tek belli olan kişilerin hiçbirinin gözaltına alınmaması, nazik nazik Adliye’ye bir kez ifadeye çağrılmaları ve delillerin bu uzun sürede tümüyle karartılması başarıyla hasıraltı edildi. Hukuktaki çifte standardı görme açısından önemli ve unutulmayacak bir örnektir.

ÇİÇEK BAŞSAVCIYI ARAYAMAZ

Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı’nı soruşturduğu cemaatle ilgili olarak arayan ve “Böyle bir ortamda bize çok zarar verir” diyerek bir anlamda soruşturmadan vazgeçmesini öneren (o sırada) Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in bu davranışı açıkça yürütmenin (hükümetin) yargıya baskısı demektir. Adalet Bakanı ayrıca “HSYK’nın başı” olduğu için daha da dikkat çekicidir.

Şimdi Çiçek “Ben gözaltındaki çocuklar için aradım” diyor. Oysa o soruşturmada söz edilen; yasa dışı eğitim kurumlarına götürüldüğü söylenen çocuklar okul öncesi yaşta... Yani 0-5 yaş arasında ve bu çocukların gözaltına alınamayacağı belli... Gözaltına alınanların yaşları da (hepsi 40’ın üstünde) soruşturma raporunda belli.

Peki eski Adalet Bakanı millete ne anlatıyor o zaman? Cemil Çiçek’in bu konuda millete bir açıklama daha borcu var.

Eğer ordunun toplu şekilde gözaltına alınması dikkatleri dağıtmazsa gerçek anlaşılacaktır herhalde!

Emre Aköz'ün yorumu sonraki sayfada

[PAGE]

Emre Aköz (Sabah): Uzlaşma eşiği aşıldı: Kavganın sonu nakavt

Ergenekon soruşturmasındaki yeni dalganın anlamı nedir? Bilgilerimiz kısıtlı olduğu için şimdilik ancak tahminde bulunabiliriz.
Benim gördüğüm şudur:
Yüksek Yargı, Ergenekon soruşturmasının Erzurum ayağının önünü kesmek için bir hamle yaptı.
Hem de öyle bir hamle ki adeta şöyle diyordu: "Yasa diye kendi başına bir değer yoktur. Yasa, benim yorumumdur."
Yani Fransa Kralı'nın "Devlet benim" sözü gibi, Yüksek Yargı da "Yasa benim" diyordu.
Ve daha önemlisi: Ergenekon Davası'nı sade suya tirit hale getireceğinin sinyallerini veriyordu. (Nasılını sonra anlatırım.)
İşte bunun üzerine, bir süreliğine dondurulan karşı hamle devreye girdi.
Artık atılan yumrukları izleyemez hale geldik. Yani sayıyla galibiyet yok. Taraflardan biri nakavt olmadan, bu kavga bitmez. Uzlaşma eşiği aşıldı.

Ahmet Altan'ın yorumu sonraki sayfada

[PAGE]

Ahmet Altan (Taraf): Kırılma


Bu cumhuriyet "tek adam ve tek parti" düzenine göre biçimlendirilmiş bir cumhuriyet.
"Tek adam ve tek parti" düzeni demek, diktatörlük demek.
On beş milyonluk köylü bir nüfusu yönetmek üzere şekillenen bir diktatörlüğün, yetmiş milyonluk bir sanayi toplumunu yönetmesi mümkün değildi.
Bu toplumun içindeki Kürtlerin, Sünnilerin, Alevilerin, solcuların, emekçilerin, liberallerin taleplerini, bir diktatörlük düzeninin baskısıyla susturmaya çalışmak bu ülkeye çok pahalıya patladı.
Ama askerî ve hukuki baskılar artık sonuna geldi.
Bu halkın değişik istekleri var.
Bu insanları susturamazsınız.
Silah yetmez buna.
Hukuka aykırı "hukuki" uygulamalar yetmez.
Aklın ve mantığın gereği yerine getirilerek, "diktatörlük" olarak dizayn edilmiş bir cumhuriyetten "demokratik" bir cumhuriyete belli bir yumuşaklık ve esneklik içinde geçmeye "ordu, yargı" işbirliğiyle direnmek, sonunda bu değişimin "kırılmalarla" gerçekleşmesine yol açtı.
Şimdi sistem kırılarak değişiyor.
Ben bu yazıyı yazarken aralarında muvazzafların da bulunduğu çok sayıda general "darbecilik" suçundan poliste ifade veriyor.
İşte "kırılma" budur.
Aklı inkâr etmenin, mantığı küçümsemenin, şartların değiştiğini bir türlü algılamamanın sonucudur bu.
Üretimi, ihracatı, yeryüzüyle ilişkisi artmış, ekonomisi dünyanın on altıncı ekonomisi olmuş bir ülkeyi generallerle yargıçlar yönetemez, ne bilgileri yeter buna, ne zamanları yeter.
Toplumun içinden gelen tepki, toplumu baskı altında tutmaya çalışan gücü kırar sonunda.
Devleti yeniden biçimlendirir.
Siz bir devlet düşünün ki Kürt olanı, Cuma namazına gideni, cemevinde ayine katılanı, Marks'ı okuyanı kendi bünyesine kabul etmesin, kendisini, halkın bütününü oluşturan bütün bu kesimlerin dışında ve üstünde görsün.
Böyle bir devlet, kimin devleti olacak?
Kürdü, muhafazakârı, Aleviyi, solcuyu dışlayan bir devletle, bu halk kendini nasıl özdeşleştirecek, bu devleti nasıl kendi devleti olarak görecek?
Bu halkın neredeyse yarısının oyunu almış bir başbakanı, askerleri gece vakti "adi başbakan" diye bağırtarak aşağılamaya çalışan bir ordu, bu halkla uyum içinde olabilir mi?
Bu ordu, halkının ordusu olmayacaksa, o halkın saygısını ve sevgisini nasıl kazanacak?
Halkın saygısını kazanmayan bir ordu ve yargı, görevini nasıl sürdürecek?
Halkın sevgisini ve saygısını kaybedersen, o halka kendini kabul ettirebilmenin tek yolu baskı ve silah olur sonunda.
Kalkar, camileri patlatmak, kendi uçaklarını düşürmek, müzelerde çocukları öldürmek gibi canavarca planlar yapmak zorunda kalırsın.
Kaostan ve karmaşadan medet umarsın.
Kendi ülkesini karıştırmaya, kendi ülkesini kanlı bir karmaşaya sürüklemeye çalışan birilerini halk kendinden kabul eder mi?
Onları dost olarak görür mü?
Bütün bu anlamsız ve düşmanca planlar, bir "diktatörlüğü" sürdürebilmek, yanlış kurulmuş bir cumhuriyetin çağdaşlaşmasına izin vermemek için yapılmıştı.
Şimdi cumhuriyet değişiyor.
"Diktatörlük" dönemi bitiyor.
Darbeciler gözaltına alınıyor, adaletin önüne çıkarılıyor.
Bu, halk iradesinin güçlenmesi, bir dönemi sona erdirme arzusunun hayata geçirilmesidir.
Türkiye'yi, bu ülkede yaşayan insanların seçtiği siyasetçiler yönetecek, halkın talepleri siyasete yansıyacak.
Kürtlere eşit haklar verilecek, kızların türbanına karışılmayacak, Alevilerin haklı istekleri kabul görecek, solculara düşmanlık edilmeyecek.
Ordunun ve yargının belirlediği "tek tip insanı" yaratma çabaları bitecek, insanlar ne olmak istiyorlarsa o olacaklar, ırklarına, dinlerine, inançlarına, fikirlerine, taleplerine müdahale edilmeyecek.
Demokratik bir cumhuriyet olacağız.
Yaşananlar, bu büyük kırılmanın ve değişimin sarsıntıları.
Hayatın değişimine çok sert bir şekilde direndikleri için, değişimin gerektirdiği değişimin kırılmaları da sert oluyor.
Bir zaman sonra herkes değişime alışacak, ülke normalleşecek, askerler asker, yargıçlar yargıç olacak, halkı bir "dikta" altında yaşatmaya kalkışılmayacak.
Muhteşem bir dönüşüm bu.
Yeni bir ülke, yeni bir devlet, yeni bir cumhuriyet şekilleniyor.
Halkının ezilmediği, horlanmadığı, öldürülmediği bir cumhuriyet olacak burası.

Oral Çalışlar'ın yorumu sonraki sayfada

[PAGE]

Oral Çalışlar (Radikal): Koca generalleri gözaltına almak kolay mı...

Sabah yeni sürprizlerle uyandık. Ergenekon soruşturması tepelere tırmanmıştı. Eski kuvvet komutanları gözaltına alınmışlardı.
İki yıl öncesine gittim... İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’ın babasının cenazesindeyken (22 Ocak 2008) Veli Küçük’ün gözaltına alındığını öğrenmiştik. Hrant Dink öldürüleli tam bir yıl olmuştu.
Hrant Dink, hakkında açılan davaların duruşmaları sırasında mahkeme koridorlarında saldırıya uğramıştı. Onu en çok korkutan Veli Küçük’ü mahkeme kapısında görünmesi olmuştu. Korktuğu başına geldi, onu öldürdüler. Veli Küçük o yıllarda yanına yaklaşılmaya korkulan bir emekli komutandı. Emekli olmadan önce ünü dört bir yana yayılmıştı. Kocaeli’nde jandarma komutanıyken Susurluk sanıklarıyla yüzlerce cep
telefonu görüşmesi yaptığı kayıtlara yansımıştı.
Susurluk sanıklarıyla olan ilişkisi, ondan hesap sorulmasını sağlamaya yetmedi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Susurluk Araştırma Komisyonu’na ifade vermeye de gitmedi. İki yıl önce gözaltına alındığında, bu da bir sürpriz gibi göründü. ‘Ona kim dokunabilir ki’ diye düşünülüyordu ama dokunuldu. İlk haberi duyduğumuzda ‘karamsar’ arkadaşlarım, ‘birazdan bırakırlar’ yorumunu yaptılar. Ama kendisi tutuklandı ve iki yıldır cezaevinde.
Ergenekon soruşturması kapsamında Veli Küçük’ten daha üst rütbeli emekli generaller de gözaltına alındılar, tutuklandılar. Bu tutuklamalar da şaşırtıcı olarak algılandılar. Şimdi ise kuvvet komutanı düzeyinde gözaltına alınmalar yaşanıyor.
Bunun tarihimizde ilk olduğunu söyleyebiliriz.
***
Hızlı ve köklü bir değişim dönemindeyiz...
Hayal sınırlarımızı zorlayan değişimler yaşıyoruz.
Son 50 yılımıza damgasını vuran en önemli güç hiç şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetleri. Üç askeri darbeye değişik askeri müdahalelere, askeri bildirilere muhatap olduk. Her askeri müdahale ordunun siyaset ve toplum üzerindeki hâkim rolünü daha da güçlendirdi.
Siyaset, tam anlamıyla askerin gölgesinde yapılır hale geldi. Bu durum, askeri her alanda etkin ve yetkin bir güç durumuna getirdi. Onlara kimse dokunamazdı ama onlar herkese dokunabilirdi.
50 yılda bu hegemonyaya hepimiz alıştığımız için askerlerin yasadışı faaliyet iddiasıyla gözaltına alınması, tutuklanması bize şaşırtıcı, gelmişti, geliyor...
Veli Küçük’ün bile tutuklanmasını zor olduğu günlerden, en üst düzey kuvvet komutlarının tutuklanabildiği
günlere geçmiş durumdayız.
***
AK Parti hükümetini, Türk Silahlı Kuvvetleri de, yargı kurumları da, İstanbul büyük burjuvazisi, medya içindeki bazı güçler de içlerine sindiremediler.
Hatta AK Parti’nin hükümet kurmuş olduğuna inanmak bile istemediler. Gerçekleri görmeyip kendi illüzyonlarında yaşamayı tercih ettiler.
Bu psikolojinin sınıfsal nedenleri olduğu gibi sosyolojik nedenleri de var. Bir kısmı imam hatip okullarından mezun olmuş, muhafazakâr, yoksul ailelerinin çocukları olan, eşlerinin bir kısmının örtündüğü bilinen bir kısım siyasetçinin AKP adını verdikleri partileriyle ve seçim yoluyla tek başlarına iktidara gelmiş olmaları, ‘Türkiye’yi yönetmeye kalkışmaları’, kabul edilemeyecek bir durum olarak algılandı. Türkiye elitleri mutsuzlardı. Bu yeni partinin arkasına yeni büyüyüp gelişen bir genç burjuvaziyi almış olması, elitlerdeki rahatsızlığı pekiştirdi.
Bir şeyler yapmak gerektiği düşünülüyordu. Aslında Türkiye devlet eliti bu alanda oldukça tecrübeliydi. Değişik oyunlarla hükümeti köşeye sıkıştırabilirlerdi. Yaşadığımız yakın tarih bu açıdan ‘etkili’ örneklerle doluydu.
Çeşitli denemeler yapıldı, hala da yapılıyor. Yargı (her ihtiyaç durumunda olduğu gibi) sürece dahil edildi ama ondan da sonuç alınamadı. Uluslararası koşullar da iç koşullar da uygun değil. ABD ve Batı, askeri müdahaleye umulan yeşil ışığı yakmadı, yakmıyor. Hükümet aleyhine askeri bildiri yayımlanmasının ardından yapılan seçimlerde halk darbecilere karşı AK Parti’yi destekledi.
Ama iç ve dış koşulların olumsuzluğu, darbecilerin cesaretini kırmadı, kırmıyor... Darbecilerin ‘girişimci ruhları’ bir türlü ölmüyor...
2009 yılında bile askeri darbe planlarının yapıldığı ortaya çıkıyor. Yargının ‘cesaret’i de bir türlü kırılmıyor. Koşulların elverişsizliğine rağmen hâlâ AK Parti hakkında kapatma davası açılabileceğinden söz ediliyor. 2007’deki büyük seçim zaferinin hemen ardından Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti’yi kapatma girişiminde bulunmuş olması da, yargının ataklığının boyutlarına işaret eden çarpıcı bir örnek.
Gözaltına alınanlar, tutuklananlar darbeye ne kadar karıştılar, neler yaptılar bu konuda tek tek bir değerlendirme yapabilecek durumda değiliz. Ama genel tabloyu değerlendirmek o kadar zor değil.
Komutanlar gözaltına alınmaya devam ediyor. Herhalde bu bir oyun değil. Ortaya çıkan bilgi ve belgeler çok korkutucu. Umarız Türkiye, giderek askeri vesayeti aşabilecek olgunluğu gösterir, demokrasi gerçek temellerine oturacak yolda ilerler

Oktay Ekşi'nin yorumu sonraki sayfada

[PAGE]



Oktay Ekşi (Hürriyet): Görünen köy

KAÇ emekli orgeneral gözaltına alınmış, kaç amiral sorguya çekilmiş, kaç albay tutuklanmış izleyemez olduk. O nedenle dün gözaltına alındığı bilinen eski Hava Kuvvetleri Komutanı E. Org. İbrahim Fırtına sabah kendisini “tutuklu” bulursa şaşırmayın. Fırtına’ya kaç general, kaç amiral eklendiğini de birlikte öğreniriz.

Soruşturma gizli olduğuna ve biz savcılara yol gösteren, hangi tutuklama dalgasında kimin içeri alınacağını veya alınması gerektiğini söyleyen Ergenekon Andıççılarından olmadığımıza göre, sebebi elbet bilmiyoruz.
Dahası... Yasaları çiğneyip kalem eşkıyalığı yapmaya kalksak, bizi kurtarmak üzere yasa tasarısı hazırlanmasını emredecek bir Başbakanımız da yok.
Ama resme dışarıdan bakınca bu işin şirazesinden çıktığını görüyor ve söylüyoruz.
Örneğin, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in Adalet Bakanı iken Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’e -kendisi de itiraf etti- telefon edip “İsmailağa cemaati” hakkındaki soruşturmanın gidişatını sorduğu ortaya çıkıyor. Sadece o değil bir de Ceza İşleri Genel Müdürvekili telefon ediyor.
Kısaca siyasi iktidar yargıyı alenen baskı altına alıyor.
O arada Erzincan’daki İsmailağa cemaati soruşturmasında sanki 12 yaşından küçük çocuklar gözaltına alınmış da, bakan ona engel olmak için telefon etmiş gibi bir de yalan söyleniyor.
Oysa Erzincan’da böyle bir olay yaşanmış değil.
Bu gerçekler sırıtırken Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç önceki gün, İstanbul’da herkesin gözünün içine baka baka:
“Biz yürütme olarak hiçbir zaman yargının görevine müdahale etmeyi düşünmeyiz. Bu Anayasal bir suçtur” diyebiliyor.
Anımsarsanız, hemen hemen aynı şeyleri son zamanlarda Başbakan Tayyip Erdoğan da sık sık söylüyor.
Lakin “yargıya saygı, yargının bağımsızlığı gibi tarafsızlığının da önemli olduğu” gibi kulağa hoş gelen sözler onlar tarafından söylenirken bakıyorsunuz iktidar partisinin gayriresmi sözcüsü geçinen Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan ağzından baklayı çıkarıyor ve kendi iktidarlarının bir “intikam süreci” içinde olduğunu söylüyor.
O nedenle yaşadıklarımızı, bu gözaltına alma, tutuklama, yargılama daha doğrusu Atatürkçü kesimdeki herkese gözdağı verme sürecini ne “normalleşme” saymak, ne de “hukuk düzeninin işlemesinin” göstergesi gibi görmek mümkün.
Erzurum’daki marifetli savcının -dışarıdan anlaşıldığına göre- Adalet Bakanlığı ile paslaşarak Erzincan Başsavcısı hakkındaki dosyayı “Ergenekon” davasıyla birleştirmeye kalkışması da, bilelim ki aynı resmin öteki parçasıdır.
Tüm bunlara bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Danıştay’ı “ideolojik kararlar vermekle” suçlayan, Anayasa Mahkemesi’ne ateş püsküren, Yargıtay’dan söz ederken “Ciğerimiz yanıyor” diyen ve ülkeyi kendi keyfine göre yönetmesine engel olan hukuku hiçe sayan zihniyetini eklerseniz, bugünkü iktidarın uşağı olmayı kabul etmeyen herkesi önümüzdeki günlerde ne büyük bir tehlikenin beklediğini görürsünüz.

Can Ataklı'nın yorumu sonraki sayfada

[PAGE]




Can Ataklı (Vatan): Bunlar nasıl general?

Lafı uzatmanın, orasından burasından dolanmanın hiç gereği yok. Türk Silahlı Kuvvetleri asla darbe yapmaya kalkmamalı. Bunu düşünce olarak bile içinde barındırmamalı. Siyasete asla bulaşmamalı ve belirleyici olmaya çalışmamalı. Kendisini ülkenin gerçek ve tek sahibi zannetmemeli. Bütün gücünü ülke savunmasına ve teknolojilere yöneltmeli. Batı ülkelerinde olduğu gibi hiyerarşik olarak Savunma Bakanı’na bağlı olmalı, Genelkurmay Başkanı’nın protokolün en önünde olmasına son verilmeli. Ve hatta Milli Güvenlik Kurulu da kaldırılmalı.

Bütün bunları yıllardır yazıyorum ve bu konudaki görüşlerimin değişmesine olanak olmadığını da açıkça söylüyorum.

Ancak bu saydıklarım Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çirkin ve aşağılık saldırılara uğramasına, ısrarla darbeci olduğunun söylenmesine, ordu mensuplarının savcılıklarda, hapishane kapılarında itilip kakılarak rezil edilmeye çalışılmasına da neden olamaz.

Bunu dile getirmek, karşı çıkmak ve Türkiye’nin dönüştürülme çabalarında Ordu’nun meze gibi kullanılmaya çalışıldığını anlatmak da darbecilik, demokrasiye karşı çıkmak, hukuk ilkelerini ayaklar altına almak değildir.

Bunu öncelikle herkesin bilmesi gerek.

Diğer yandan; Türk Silahlı Kuvvetleri de artık kendisine bir çekidüzen vermeli. Ordu’nun şerefini korumalı, makamların gereğini yerine getirmelidir.

Örneğin, şüpheli olarak nitelenen bir ordu komutanı savcıya gitmemek için çırpınmaz, GATA’ya koşup rapor almalara kalkmaz. Ne yapar? Gider Genelkurmay’a “Eğer ordu komutanı olarak terörist şüphelisiysem derhal görevden alın beni, bana bunu söyleyenlerle adalet karşısında hesaplaşayım” der.

Haydi ordu komutanının aklına bu gelmedi. Ya Genelkurmay Başkanı? Hiç mi aklına bu durumu Cumhurbaşkanı ile Başbakan ile konuşmak, belgeleri inceleyip eğer gerçekten ciddi bir suçlama varsa orgenerali açığa almak gelmez?

Yine bir koramiral savcının karşısında 7.5 saat oturmaz. İfade vermek için 8 saat adliye koridorunda tahta sıra üzerinde beklemez. Kendisine sorulan özel hayat sorularına cevap vermez.

Bir Genelkurmay Başkanı “Benim de bildiklerim var” demez. Demek zorunda kalırsa bunları açıklar. Açıklamazsa da Türk Ordusu’nu yerle bir etmek isteyenler tarafından dinlenir, kayda alınır ve deşifre edilir.

Bir Genelkurmay Başkanı görevi aldıktan sonra irticadan, laiklikten, Atatürk’ten söz etmediği için demokrasiye ve hukuka bağlı ilan edilmez.

Bir dönem kuvvet komutanlığı yapan orgeneral hafızasını yitirmez, bir başka orgeneral karaciğeri yüzünden tahliye istemez, bir başkasının etini bakteriler yemez.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir subayı suç işlemiş olsa bile ezilip bükülüp kendisini kurtarmaya çalışmaz. Amerika’daki “Yarbay North” gibi çıkar “Bunları ülkemin esenliği için yaptım, suçsa cezamı verin” der.

Hiçbir emekli Genelkurmay Başkanı dönem arkadaşlarının darbe yapmaya kalktıkları yönünde şüphe yaratmaz, biliyorsa açıklar, yoksa da onları şerefiyle savunur.

Kısacası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onurunu bizzat kendi komutanları korur. Korumazlarsa işte bugünkü gibi asimetrik masimetrik her türlü saldırıyla karşı karşıya kalır.

Genelkurmay biliyordur

Aslında dünkü gözaltılar (tutuklamaya dönüşmesi muhtemeldir) çok da garip değil. Ergenekon adı verilen örgüt dün gözaltına alınan komutanların “darbe hazırlığı yapması” iddiaları üzerine ortaya çıkmıştı. Birçok gazeteci, akademisyen, bilim adamı, aydın ve emekli-muvazzaf subay bu nedenle tutuklandı.

Bu kadar kişi içeride tutulurken, dayanak yapılan isimlere hiç dokunulmaması zaten dikkat çekiyordu. Şu anda yapılan operasyon budur.

Bu da büyük ihtimalle Genelkurmay’ın bilgi ve onayı çerçevesinde devam ediyor. Birkaç gün önce yapılan MGK toplantısında konunun konuşulmaması ve karara bağlanmamış olması düşünülemez bile.

Genelkurmay ya “Bakalım daha neler olacak, bir görelim” sabrı ile sesini çıkarmıyor ya da iddialar gerçekten çok ciddi, bu nedenle ağzını bile açamıyor.

Ama bütün bu olanlardan sanki Genelkurmay’ın bilgisi ve onayı yokmuş gibi davranılırsa yanlış olur. Tabii bir de madem bir dönem komutanlarının üzerine gidiliyor, o günlerin Genelkurmay Başkanı bunun dışında tutulabilir mi? Burada hukuk bilgim yetersiz kalıyor.


*****


Başbakan için, tanesi 12 bin dolarlık kurşun geçirmez gömlek sipariş edilmiş. Vergilerin nereye gittiğini gördükçe Ecevit mavisine özlem artıyor! (Gani Yıldız)


*****


Ordu’nun yeni imajı

Lafa gelince hemen herkes “Ordumuz göz bebeğimizdir” der. Güya laf söyletmek istemez. Şimdi yine bu değişmez gerçeği yaşıyoruz. Silahlı Kuvvetler’e yönelik operasyonları neredeyse “zil takıp oynayarak” karşılayanlar “Biz ordumuzu seviyoruz. Ama arada çürükler var, onların temizlenmesi gerek” diyorlar.

Elbette orduda da çürük olanlar vardır da, manzaraya baktığınızda çürüklerin ayıklanmadığını, tüm ordunun zan altında bırakıldığını görüyoruz. “Cunta” diyorlar örneğin ama, ortaya atılan iddiaların tamamı emir komuta içinde gerçekleşmiş. Bu durumda ordunun tamamı “cunta” sayılıyor.

Özellikle 12 Eylül neslinin zihninde oluşturulmaya çalışılan “ordu” tanımı bana göre şöyle:

1- Türk Ordusu kendisini ülkenin sahibi zanneder.

2- Ordu’nun en önemli işi darbe yaparak ülkeyi yönetmektir.

3- Türk Ordusu Ermenileri katletmiştir.

4- Türk Ordusu Kürtleri yok etmek için katliamlar yapmıştır.

5- Jandarma kendi halkını öldürmüş sonra üzerine asit döküp gömmüştür.

6- Türk ordusunun ahlaki yapısı çökmüştür. Subaylar birbirlerinin eşleriyle ilişkidedir.

7- En üst komutanlar bile bir demet maydanoza tamah eder.

8- Türk Ordusu demokrasiye karşıdır.

9- Türk Ordusu Avrupa Birliği’ne girmek istemiyor.

Maddeleri çoğaltmak mümkün tabii. Ama gördüğüm kadarıyla esas olan ortalama Türk halkının zihnine bunların kazınmasıdır. Ordu’ya olan güven ve inancın sıfırlanmasıdır.

Bunlar sağlandığında, artık açıkça dile getirdikleri gibi “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin lağvedilmesi, yerine yeni ve iktidarın zihniyetine uygun yeni bir ordu kurulması, bu ordunun da yeni kurulacak rejimin koruyucusu olması” aşamasına geçilecektir.

Melih Aşık'ın yorumu sonraki sayfada

[PAGE]


Melih Aşık (Milliyet): Genç bakış...


Dünya ölçeğinde sömürgeciliğin sloganlarına bakınız:
Amerikan yerlileri ‘uygarlaştırmak, Hıristiyan yapmak’ adına katledilmiş, toprakları yağmalanmıştır.
Afrika, ‘uygarlaştırmak, Hıristiyanlığı yaymak’ adına yağmalanmıştır.
Asya, ‘özgürleştirmek, uygarlaştırmak’ adına yağmalanmıştır.
Şimdi Irak, ‘demokrasi getirmek, uygarlaştırmak’ adına yağmalanmaktadır.
Irak’ta bir milyon kişi öldürülmüş, bütün tarihi hazineler yağmalanmıştır.
Afganistan işgal edilmiştir.
Türkiye bu programın içindedir.
Hükümetle yargının çatışması,
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik asimetrik saldırı, basının her yolla baskı altına alınması, üniversitelerin merkezi kontrol altına alınması, ülkenin iç çatışması gibi görünse de asıl amaç dışardan kontrol edilebilmesidir.
Dış amaçlar ile AKP tarafından yürütülen asıl program örtüştüğü için şaşırtıcı bir güç kullanılarak program yürütülmektedir.
Türkiye küresel güçlerin denetimine sokulmaktadır.
Günümüzde yaşanan ve kaos gibi görünen karmaşanın aslı budur.
Yaşanan bir kaos değildir.
Yaşanan, Türkiye’nin küresel emperyal güçlerin kontrolüne, bir daha çıkmamak üzere sokulması programının uygulanmasıdır.
Durumun asıl tehlikesi de budur.”

Hasan Cemal'in yorumu sonraki sayfada

[PAGE]




Hasan Cemal (Milliyet): Sancılı ve sıkıntılı bir süreç ama bir normalleşme süreci...

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç dün CNN Türk’te Tecrübe Konuşuyor’un konuğuydu.
Cengiz Çandar’la birlikte Başbakan Erdoğan’ın Beşiktaş’daki çalışma ofisinde kendisini beklerken, gözümüz ve kulağımız sürekli olarak televizyon erkanlarında dakika başı değişen son dakika haberlerindeydi.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in evi aranıyor.
Örnek Paşa gözaltına alındı.
Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına’nın evi aranıyor.
Fırtına Paşa gözaltına alındı, sağlık kontrolünden geçirildi, İstanbul’a getiriliyor.
Eski Birinci Ordu Komutanı ve Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Ergin Saygun gözaltına alındı.
Eski Birinci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan‘ın evi aranıyor; Doğan Paşa’nın gözaltına alınması bekleniyor.
Fırtına,Örnek ve Saygun Paşalar İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde...
17 emekli general, 4 muvazzaf amiral, 27 subay ve 1 astsubay olmak üzere 49 kişi gözaltında...
Peki, kabarmakta olan bu müthiş dalganın dibinde ne yatıyordu?
Bu sorunun yanıtı da son dakika haberlerinde:
Balyoz soruşturması!
Son dakika haberleri gözümüzün önünden böyle akıp giderken Tecrübe Konuşuyor başladı ve Başbakan Yardımcısı Arınç’a ilk sorumuz şu oldu:
“Siyaset meydanı gördüğünüz gibi bir kez daha toz duman olmuş durumda. Bu bir normalleşme süreci mi, demokrasi ve hukuk devleti yolunda?..”
Bülent Arınç duraksamadı:
“Evet,bir normalleşme sürecidir!”
Cengiz Çandar ekledi:
“Türkiye, sancılı ve sıkıntılı da olsa, bir normalleşme süreci yaşıyor, demokrasi ve hukuk yolunda...”
Yaşananları farklı değerlendirmek, farklı yerlere çekmek isteyenler elbette var.
Onlar, Ergenekon sürecinin başından beri olan bitenin özünde, bir demokrasi ve hukukun üstünlüğü kavgası olduğunu görmek istemiyorlar.
Anlamak istemiyorlar.
Kimileri, bazı hukuki hatalara takılıp özü gözden kaçırmaya devam etti.
Kimileri de bunu özellikle yaptı, meselenin özünü örtbas etmek ya da Ergenekon’u sulandırmak için...
Bu da olabilir, hiç şaşırtıcı değil.
Ama yaşananlar öyle ki, öylesine dayanaklarla sahne alıyorlar ki, minareyi kılıfına uydurmak her geçen gün olanaksızlaşıyor.
Kaç kez yazdım.
Son defa 28 Şubat’la başladı bu süreç. Postmodern darbe ile Erbakan hükümeti devrildi, partisi kapatıldı, Tayyip Erdoğan hapse atıldı.
Ama istedikleri yine olmadı. Çünkü birkaç yıl sonra, 2002 yılı Kasım ayı başında Erdoğan’ın partisi tek başına sandıktan çıktı, hükümet oldu.
İnanamadılar, allak bullak oldular.
Çok büyük tepki duydular.
28 Şubat’ın en önemli oyuncularından, EMASYA’nın da mimarı olan Orgeneral Çetin Doğan bu kez İstanbul’da, Birinci Ordu’da düğmeye bastı.
12 Eylül darbesinin Bayrak Harekatı’nı örnek alan Balyoz Harekat Planı hazırlandı 2002’nin Aralık ayında.
Bu çalışmanın içinde, o tarihte Harp Akademileri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına’yla Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek de rol aldılar.
2003’ün Mart ayı başında, Selimiye Kışlası’nda Balyoz Harekat Planı’nın ilk tatbikatı yapıldı. Bununla ilgili olarak, zamanın MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilcisi Mustafa Balbay’a şöyle diyordu:
“Birinci Ordu’ya bakın, orada ihtilal hazır!”
Bu tehlikeli gelişmeler, anlaşılan, zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök tarafından etkisiz kılındı.
Fakat, askerin içinde Erdoğan hükümetine yönelik tepki dalgası durulmadı. 2003’ün Ağustos ayında İbrahim Fırtına ve Özden Örnek Paşalar Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanı oldular, Ankara’ya gittiler.
Böylece, 2002 yılında Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun, Hilmi Özkök Paşa’nın altını oymak için Kara Kuvvetleri’yla Jandarma Genel Komutanlığı’na getirdiği Orgeneral Aytaç Yalman’la Orgeneral Şener Eruygur ikilisinin yanına Fırtına ve Örnek Paşalar gelmiş oldu.
Bu dörtlü güçlendi!
2003 ve 2004 yıllarında Sarıkız ve Ayışığı isimlerini taşıyan ve baş rolü Şener Eruygur Paşa’nın,(Eski Ege ve Birinci Ordu Komutanı Hurşit Tolon Paşa’yla birlikte Ergenekon sanığı) oynadığı darbe tertiplerinin içinde yer aldılar. Bunların bütün ayrıntıları, birbiriyle örtüşen iki günlükte gün ışığına çıktı:
Özden Örnek günlükleri...
Mustafa Balbay günlükleri...
Bu günlüklerin ilki, Nokta dergisinde 2007’nin Mart ayında yayınlandı. İkincisi, Ergenekon davası sürecinde iddianameyle birlikte açıklandı.
Geçen yılın Aralık ayında ise darbe tertipleri zincirinin ilk halkalarından biri olan, dehşet verici ayrıntılarıyla birlikte beş bin sayfayı bulan Balyoz Harekat Planı, yine böyle birçok dosya gibi Taraf gazetesenin manşetlerinde patladı.
Şimdi bir yerde başa dönüldü:
Balyoz soruşturması...
Evet, fena halde sancılı ve sıkıntılı bir süreç, ama Bülent Arınç’ın dediği gibi, bir normalleşme süreci, demokrasi ve hukukun üstünlüğü yolunda normalleşme...
İnşallah daha fazla sancı çekilmez!


Ali Bayramoğlu'nun yorumu sonraki sayfada

[PAGE]

Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak): Askere yargı önünde kol hizası...

Çıta her geçen gün yükseliyor. Emekli iki kuvvet komutanı, emekli Genelkurmay İkinci Başkanı ve emekli Özel Kuvvetler Komutanı'nın darbe girişimleriyle ilgili olarak gözaltına alınması, her ülke için, olağandışı ve sert gelişmelerdendir. Ancak söz konusu ülkenin ruhuna askeri vesayet rejimi sinmişse, o ülke bu tür gelişmelere, değil siyasi hayatında, tahayyüllünde bile yer vermez.

Deniz Kuvvetleri eski komutanı emekli Ora. Özden Örnek, Hava Kuvvetleri eski komutanı emekli Org. İbrahim Fırtına, Genelkurmay eski İkinci Başkanı emekli Org. Ersin Saygun'un gözaltına alınması, sabah saatlerinden itibaren merkez medyada, Ankara gazetecilerinde tedirginlik yarattı, bu hukuki adımların silahlı kuvvetlere yönelik yıpratma girişimi olduğu vurgulandı.

Bu tedirginlik ve askercil refleksler de şaşırtıcı değildir.

Zira sadece bir askeri vesayet rejimi değil, bir askeri vesayet toplumudur Türkiye...

Yaşanan gelişmeler Taraf gazetesinin ortaya çıkardığı 2003 tarihli Balyoz Planı'na ilişkin soruşturmanın etrafında dönüyor. Tüm 1. Ordu, Donanma ve ilgili Hava Kuvvetleri birimlerinin yekvücut olarak geliştirdiği bu planın sorgulanması, sorgulanıyor olabilmesi Türk siyaseti, Türk demokrasisi için son derece değerlidir ve önemlidir.

Şöyle söyleyelim:

Gözaltılar Ergenekon sürecinin bir parçası olarak karşımızda...

Süreç sözü boşuna değil...

Birden çok iddianame, birçok dava, birden çok soruşturma paralel olarak aynı anda sürüyor. Paralel olarak sürmenin de ötesinde hepsi aynı çerçeveye gönderme yapıyor.

Bu çerçevede devlet içinde ve siyasi iktidarı devirmeye yönelik gizli yapılanma, askerin siyasete müdahale, darbe girişimleri takip ediliyor ve hukuki sorguya çekiliyor.

Bunun adını koyduğunuz zaman, olup biteni kavramamanız mümkün değildir.

Adı açıktır:

"Sivilleşme, ya da daha doğru bir ifadeyle, demilitarizyon süreci..."

Tüm diğer demilitarizyon süreçlerinden daha keskin, daha sert değil bizim yaşadıklarımız.

İspanya, Yunanistan, Portekiz ve Latin Amerika ülkelerinde ne olduysa bizde de onlar oluyor.

Tam olarak sivilleşememiş medyatik ve siyasi aktörlerin olanı anlamaması, sindirememesi, askerden gelebilecek karşı hamleleri bekliyor olması, bu gerçeği değiştirmiyor.

Hukuki sorgu konusuna geri dönelim şimdi...

İlk bakışta parça parça davalar, sorgular var ortada...

Oysa bunlar sanıldığının tersine bir bütünü kuruyor, bağlarını yerine oturtuyorlar...

28 Şubat'ı Balyoz Planı'yla 2003'e bağlıyorlar, 2003'ü Ayışığı ve Sarıkız Darbe Planları'yla 2004 ve 2005'e bağlıyorlar, 2005'i Cumhuriyet mitingleriyle 2007'ye ve en nihayet 2008-2009'a Kafes Planı'na bağlıyorlar.

Ortada bir süreklilik var...

Askeri vesayet düzenine, eylemler bazında yakalayarak suçüstü yapıyor.

Bunları görmek istememenin yarattığı güncel körlüğün pek anlamı yok...

Bunlar yarın tarih kitaplarında iki paragrafla geçilecektir...

28 Şubat'tan 13 yıl sonra sert bir geri dönüş ve temizlik, sivilleşme ve demokratikleşme süreci olarak anılacaktır...

Demokratik bir ülke olmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz?

Soru budur...

İşin güç ilişkileri kısmı var...

Asker içinden tepki gelebilir mi?

Hükümete yönelik kıstırma politikası başka türlü nasıl yol alabilir?

Kapatma davası ve benzerlerine el atabilir mi direnç cephesi?

Hükümetin politik takvimi nasıl şekilleniyor?

Sivilleşme süreci daha ne kadar taşıyıcı olmayı sürdürecek?

Bu sorular önemli, yanıt bekliyor...

Gün be gün bunları izlemeye devam etmek gerek... Devam edeceğiz...

Murat Yetkin'in yorumu sonraki sayfada

[PAGE]



Murat Yetkin (Radikal): Generaller operasyonu

Dün sabah aralarında eski kuvvet komutanlarının bulunduğu emekli general ve amiraller polis tarafından evlerinden birer birer gözaltına alınmaya başladığı sırada, Ergenekon davasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan önemli bir bilgi verildi.
Osman Şanal’ın özel yetkileri Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından elinden alınmadan az önce, tutuklattığı Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in İstanbul’a gönderdiği dosyası hakkında ‘yetkisizlik’ kararı verildi.
İstanbul savcıları, Cihaner’in birinci sınıf hâkim olması dolayısıyla dosyasına Adalet Bakanlığı müfettişlerinin ve HSYK’nın bakmasının doğru olduğunu düşünmüşlerdi. Böylelikle bir kriz daha atlatıldı; aksi halde HSYK’dan Ergenekon davasına bakan savcılar aleyhine bir karar çıkma ihtimali doğacaktı.
Generaller operasyonuna gelince...
Haber merkezlerine gelen ilk isimlerin Ergin Saygun, Engin Alan gibi isimler olması, ilk anda onları en bilinen görevleriyle anılmasına ve yanlış algılara yol açtı. Saygun, kamuoyunca yaygın olarak Genelkurmay İkinci Başkanlığı, Engin Alan da Şemdin Sakık ve Abdullah Öcalan’ın yakalandığı dönemdeki Özel Kuvvetler Komutanı olarak biliniyordu.
Ardından 2003-2005 döneminde Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapan İbrahim Fırtına ve aynı dönem Deniz Kuvvetleri Komutanı olup, ‘günlükleri’ olduğu iddia edilen metinler sayesinde Ergenekon operasyonun başladığı Özden Örnek de gözaltına alınınca, herkesin aklına bunun Ergenekon soruşturmasının son halkası olduğu geldi.
Ortak noktaları Birinci OrduCumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’ın Silivri duruşmalarında hâkime söylediği ‘Neden asıl suçlanmak istenenler dışarıdayken, ben içerideyim’ mealindeki yakınması hatırlandı; acaba o aşamaya mı gelinmişti?
Ancak gözaltına alınan isimler çoğaldıkça ve öğrenildikçe iş başka türlü anlaşılmaya başlandı.
Gözaltına alınan general ve amirallerin tamamı, Taraf gazetesince ‘Balyoz’ planı adı altında duyurulan 2003 Mart ayında İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda yapılan Plan Semineri esnasında Birinci Ordu sorumluluk alanında, Marmara bölgesinde yetki sahibi olmuş komutanlardı.
Bu, Balyoz Planı operasyonuydu. İstanbul Özel Yetkili Savcılığı tarafından bildirilen şüphe, hükümet darbesi amacıyla tertip içinde olmak şüphesiydi.
Bu soruşturma, iddia edilen Ergenekon örgütü davasıyla birleşir mi? Genel algılama öyle olsa da, tıpkı amirallere suikast iddiası soruşturması, ya da Poyrazköy silahları soruşturması gibi, bu soruşturmanın da henüz Ergenekon ile birleştirileceği yolunda somut bilgi yok.
Şimdiye dek Türkiye’de bu kadar üst düzey askerin bir anda gözaltına alınması gibi bir durumla karşılaşılmamıştı.
Bir açıdan baktığınızda, kanunun elinin herkese ulaşması açısından bir örnek teşkil ettiği söylenebilir.

Genelkurmay’da derin sessizlik
Başka açıdan baktığınızda, ifadeye çağırılınca muhtemelen bundan kaçmayacak kişilerin doğrudan polis marifetiyle gözaltına alınmasında kamuoyu oluşturmaya yönelik bir amaç olup olmadığı da sorgulanabilir.
Ne de olsa, daha birkaç hafta öncesine dek ‘Türkiye 2010’da erken seçime gidebilir’ diyenleri neredeyse vatana ihanetle suçlayan hükümetin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, önceki gün ‘ben olsam hemen giderim’ demeye başladı.
Geçen hafta bir AK Parti yetkilisinin Radikal’e ismini açıklamadan söylediği ‘Kapatma davası açılırsa hemen seçime gideriz’ sözünü dün Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ismiyle söyledi.
Demek ki mevcut ortamın ve atılan adımların yalnızca hukuki değil siyasi sonuçları da olacak.
İspanya’da olan Başbakan Tayyip Erdoğan’a gözaltılar sorulunca, beklenen cevabı verdi; yargının işiydi.
Ama operasyonun idari sonuçları olmaya başladı bile.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ sıkıntıda. Dün sabaha zaten Taraf gazetesinin
Erdek deniz üssünde Başbakan’a hakaret içeren bir parola belirlediği haberiyle uyanmış, kısa sürede
Deniz Kuvvetleri’nin soruşturma başlattığı açıklamasını yaptırmıştı.
Gözaltı haberleri gelince, ilk iş olarak Mısır’a yapacağı planlı geziyi erteledi. Sonra da kurmaylarıyla birlikte kapandı. Bu kapanmadan ne çıkacağını muhtemelen bugün göreceğiz.