Halkın teveccühü mü, kibir mi?
Dünyanın neresinde yaşıyor olursak olalım insan olmamız münasebetiyle güzel şeylerden haz alır, kötülükler karşısında elem duyarız.
İnsanız ya; acılara karşı verdiğimiz tepki de aynı olur, sevinince duyduğumuz mutluluk da.
Ağlarız bazen.
Bazen güleriz.
Başarıdır çoğunlukla hedefimiz. Kimimiz hedefine ulaşır, kimimiz ulaşamaz.
Gıptayla bakar, parmakla gösteririz her gördüğümüz başarıyı.
Yeter ki kibir olmasın!
Hayallerimizi güncelleriz, her seferinde bir kısmını eleyerek.
Kuşların bile yuva yaptığını görüp, başımızı sokabileceğimiz sıcak bir yuvanın özlemini çekeriz ömrümüzün neredeyse yarısında.
Ev hayaline kavuşabilecek kadar şanslıysak, çocuk sayısında indirime gitmek zorunda kalırız.
“Boy boy çocuklar” hayali bir tek çocuğa iner. İkincisi cehaletin neferi olacak kaygısı iledir bu tenzilat!
Hem zaten birden fazlasına ne gelirimiz elverir ne de geleceğe dair belirsizlikler.
Cehaletin kol gezdiği bir ülkede yaşıyorsanız, hayat size birden fazla çocuk yapmanın cinayet olacağını öğretir. Zira sadece aç susuz, açıkta bırakmamak yetmiyor çocuk büyütmek için!
Adam gibi adam yetiştirmektir mühim olan.
Birey olabilmesi için de sağlıklı toplum içinde sosyalleşmesi gerekir. Yetmez; istihdam edilebileceği iş bulabilmesi gerekir emeğinin karşılığını tam olarak alabileceği.
Bunların hangisine sahibiz ki?
Oysa “en az üç çocuk” demekte devleti yönetenler!
Ne için üç çocuk?
Hangi gelirimizle üç masumu adam gibi adam olarak yetiştireceğiz vatana?
“Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” ile adam mı yetişir?
“Allah rızkını verir” umuduyla mı üç çocuk?
Rızık hayatı idame için yeter belki ancak cehaletten kurtulmaya yetmez!
Bizlerden toplanan vergilerle Diyanet İşleri Başkanlığı’na neredeyse yedi bakanlığın bütçesi kadar ödenek ayrılıyor.
Bir tek mezhebe hizmet eden, diğerlerinin ibadetini ve hatta ibadet yerini dahi yok sayan bir kurum faaliyetine devam ederken birden fazla çocuk nasıl yapılır?
18-30 yaş arası gençlerimiz düşük ücretle ya güvenlik görevlisi olarak ya da kasiyer olarak kapitalizmin emrinde çalışsın diye mi üç çocuk yapalım?
Yoksa terörle mücadele ediyoruz diyerek terörü azdıranların gizli hesapları uğruna şehit düşüp al-beyazlı bayrağımıza sarılı tabutuyla ailesine teslim edilsin diye mi?
Ne için üç çocuk?
Ülkeyi yönetenler halktan öylesine uzaklaşmışlar ki herkesin kendileri gibi zenginlik ve sefahat içinde yaşadıklarını sanıyorlar.
Kibirlerinden yanlarına yaklaşılmıyor!
4+4+4 Eğitim sisteminin hayata geçmesiyle birlikte 66 aylık çocuklara başbakanın birer portresi dağıtılmış.
Önceleri Ak Parti’li belediye başkanlarının bilboardlarda sergilenen devasa resimlerini gördüğümde merak etmiştim;
Belediyeler özel kurumlar mıdır ki, kişisel resimler belediyenin reklamı adıyla dört bir yana asılmakta?
Merakımı cezbeden bir husus da; bu resimlerin bütçesi belediye başkanlarının kişisel hesaplarından mı karşılanıyor yoksa halkın vergisiyle oluşan belediye bütçesinden mi?
Son derece kaliteli, ithal kâğıda baılmış kitap efsafında dergilerden bahsetmeyeceğim bile...
Öylesine bonkörce basılıyor ki çöp konteynırlarının yanısıra kaldırım kenarlarında dahi görmek mümkün olabiliyor!
Bu tür uygulamalar demokrasinin beşiği diye bize yutturulan diğer ülkelerde de var mı?
Sayın başbakanın portresine dönecek olursak;
Mesela ABD okullarında dağıtacağı kitapların arasına resim koyacaksa bu resim George Washington’un resmi mi olur yoksa Obama’nın resmi mi?
Türkiye'de gücü ele geçiren borusunu öttürüyor!
Oysa biliriz ki bu tür uygulamalar halkın teveccühü ile ve kendiliğinden olur. Bir minnet duygusunun ifadesidir liderine.
Görev başındaki bir devlet adamının ismi ne okullara ne cadde sokaklara, ne stadyumlara verilmez.
Halk teveccüh gösterse dahi kibir algısı yaratacağından muhatabı tarafından kabul görmez.
Bir ülkenin kurucusu varken geçici yetki ile iktidar olanların resimleri sabilere dağıtılmaz, dağıtılmamalıdır.
Basından öğrendiğimize göre; yeni yönetmelikte ders kitaplarının hangi usullere göre hazırlanacağına ilişkin hükümden,
“Ders kitapları, Atatürk inklap ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek’ hükmüne ve Türk milli eğitiminin temel ilkelerine uygun olarak hazırlanır” ifadesi çıkarılmış!
Bunun gerekçesi neydi?
Yerine daha doğru ne koyacaklar?
Vatan kavramı çağın gerisinde kalmış bir kavram mıdır?
Türk milletinin; milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerinin korunması ve yüceltilmesinden daha ulvi ne var ki koyacakları?