Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Bazı kesimlerin ilgi duyduğu, ya da siyasi düşünce ortaklığının doğal sonucu olarak yakın dostların ...
Abone olAnayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Bazı kesimlerin ilgi duyduğu, ya da siyasi düşünce ortaklığının doğal sonucu olarak yakın dostların yargılandığı davalarda, demokratik tepki ve destek verilmesi anlayışla karşılanmalıdır. Bu konuda verilmiş anayasal haklar sonuna kadar kullanılabilir. Ancak, hakların kullanılması yargıya meydan okumayı, onu tehdit etmeyi ve şiddete başvurma hakkını kimseye vermez. İşgal ettiği makam, mevki, unvan ne olursa olsun kimsenin suç işleme imtiyazı olamaz” dedi.
Anayasa Mahkemesi’nin 51. kuruluş yıldönümü töreninde konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, dünyada kurulu Anayasa Mahkemeleri’nin asli ve ortak görevlerinin ırk, renk, din ve inancı ne olursa olsun, insan olma ortak paydasına sahip olan herkesin doğuştan varlığına inandığını ‘insanlık onurunu’ korumak ve gözetmek olduğunu söyledi. Bu değeri korumanın yasama ve yürütme organlarının birinci görevi olduğunu, yargının son tahlilde varsa bir ihlal bunu ortadan kaldıran güç olduğunu dile getiren Kılıç, “Biz, insanlık onurunun güçlü bir kaynak olduğuna inananlardanız. Bu kaynak, insanlık tarihinin en başından bugüne kadar siyaseti, ekonomiyi, sosyal hayatı ve kültürleri derinden etkilemiştir. Temel hak ve özgürlüklerle, adalet duygusunu içinde barındıran insanlık onuru, yaratıcıdan iz ve işaretler taşıması nedeniyle de ilahi dinler başta olmak üzere tüm inanç sistemlerinin ve medeniyetlerin de koruması altına alınmış en yüce değerdir. Dünyadaki yazılı anayasa metinleri incelendiğinde doğrudan ya da dolaylı olarak daha ilk maddelerinde insanlık onurunun korunması ve kollanması teminat altına alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında devletin kimlik bilgisi kapsamında yerini alan Cumhuriyetin temel niteliklerinden demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkeleri de bütünüyle ‘insanlık onurunu’ yüceltmek amacına hizmet etmesi gereken temel değerlerimizdir. Belirtilen ilkeleri evrensel tanımlarından koparmadan yorumlamak bu korumanın başarı şansını yükseltecektir “diye konuştu.
“ADİL OLMAYAN BİR YARGI ZÜLMEDİYORDUR”
Kimliği, kişiliği, unvanı ne olursa olsun, hak ve özgürlüğü ihlal edilen her bireyin insanlık onurunun yara aldığı anlamına geldiğini sözlerine ekleyen Kılıç, bu ihlali giderme görevinin son noktada yargıya emanet edildiğini dile getirdi. Kılıç, “Yargı bu görevini yerine getirirken belli bir ideolojiye mensup olanların hayat tarzlarını güvenceye almak için, ötekilerden özgürlükleri kaçırmaya çalışırsa ayakta kalma şansı yoktur. Adil olmayan bir yargı zülmediyordur. Selçuklu imparatorluğunun büyük devlet adamı Nizamül-mülk ‘devletler küfürle devam edebilir, ancak zulümle payidar olamaz’ derken adil olamayan her davranışı zulüm olarak tanımlamıştır. Adil olmak herkes için gereklidir ancak, yargı mensupları için olmazsa olmaz gerekliliktir” dedi.
“İNSANLIK ONURU ANCAK ADALETLE YÜCELTİLEBİLİR”
Hakimin vicdanına emanet edilen insanlık onurunu ancak adaletle yüceltebileceklerini belirten Kılıç, dünyadaki yargı kuruluşlarının belirtilen amacı gerçekleştirmek üzere güç birliği yaptığını kaydetti. Hak ihlallerinin doğurduğu olumsuzlukların, küreselleşen dünyada sınırları aşarak uluslararası kurumların doğmasını ve ortak bir vicdan denetiminin varlığını zorunlu kıldığını belirten Kılıç, “Bu kapsamda Asya Anayasa Mahkemeleri Birliğinin de ortak paydamız olan insan onurunun yüceltilmesinde önemli katkılar sunacağına olan inancımı belirtmek istiyorum” diye konuştu.
“DEVRİM NİTELİĞİNDE YAPILAN DÜZENLEMEDİR”
2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’ne görev olarak verilmiş olan “Bireysel Başvuru Yolu”nun 23 Ağustos 2012 günü itibariyle uygulanmaya başlandığını hatırlatan Kılıç, konuşmasına şöyle devam etti:
“Avrupa Konseyi ile yaptığımız projeler kapsamında mahkeme üye ve raportörlerimiz çok yoğun bir hazırlık dönemi geçirmiş, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Anayasamızda belirlenen hak ve özgürlüklerin uyumlaştırılması konusunda, bir yılı aşkın süre içinde teorik ve uygulamalı çalışmalar yapılmıştır. Ocak 2013 tarihinde üyelerimizle birlikte yaptığımız ziyaret sonucunda Avrupa Mahkemesi ile güçlü bir diyalog kurulmuş, Türk Anayasa Mahkemesinin etkin bir denetim yapma konusundaki iradesi ortaya konularak, hak ihlallerinde yaşanan sorunların çözümü için gerekli projeler üzerinde görüşülmüştür. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu ve Barolar Birliği ile yapılan ortaklaşa çalışmalarla hakim, savcı ve avukatlarımızın bireysel başvuru konusunda bilgilendirilmeleri için bölgesel toplantılara devam edilmektedir. Halkımızın da görsel ve yazılı basın aracılığıyla bilgilendirilmesi süreci yoğun bir şekilde sürmektedir. 2004 yılında Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasına eklenen cümle ile temel haklarla ilgili uluslararası antlaşmalarla ulusal yasalar arasında aynı konuda çıkan uyuşmazlıklarda, uluslararası antlaşmaların esas alınacağına ilişkin değişiklik ve 2010 yılında Anayasanın 148. maddesinde öngörülen bireysel başvuru yolu, aynı amacı gerçekleştirmeye dönük devrim niteliğinde yapılan düzenlemelerdir.”
“ANAYASA MAHKEMESİNE YAPILAN BAŞVURU SAYISI 4 BİN 42’DİR”
Yasama organının, hak ihlallerinin önlenmesi kapsamında ortaya koyduğu güçlü iradenin, yargı kuruluşlarınca yapılacak uygulamalarla desteklenmesi gerektiği açık olduğunu ifade eden Kılıç, her iki düzenlemenin birbirini tamamlamakta ve bireysel başvuru yolunun 90. maddenin hayata geçirilmesi konusunda denetleyici bir fonksiyon üstlendiğini aktardı. Bireysel başvurunun başladığı 23 Eylül 2012 tarihinden bugüne kadar, Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru sayısı 4 bin 42 olduğunu açıklayan Kılıç, “Konularına göre bir ayrım yapıldığında açılan davaların yüzde 75’ini adil yargılama konusundaki ihlâl iddiaları, kalan yüzde 25’lik bölümü ise, mülkiyet hakkı başta olmak üzere diğer haklara ilişkin şikayetler oluşturmaktadır. Bu sonuçlara bakıldığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan şikayetlerdeki çeşitlilik ile Anayasa Mahkemesine yapılan şikayet konuları arasında tam bir paralellik mevcuttur. Denilebilir ki, Anayasa Mahkemesine yapılan şikayetler sonucunda hak ihlaline ilişkin verilecek kararların en çok adil yargılanma konusunda gerçekleşeceğinin tahminini yapmak zor değildir. Bireysel başvuru konusunda beklentilerin yüksek olduğunun farkındayız. Özellikle yargı teşkilatının yapısal sorunlarından kaynaklanan hak ihlallerinin, bireysel başvuru yoluyla kısa vadede ortadan kaldırılacağını düşünmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Son yıllarda yargı reformları kapsamında yapılan değişikliklerin, sorunların çözümü konusundaki olumlu etkilerini önemsiyoruz. Yıllarca biriken sorunların giderilmesi için yasamanın, yürütmenin ve yargı organlarının gösterdikleri samimi gayretler görmezlikten gelinemez. Ancak, Avrupa Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesine yapılan başvurularda adil yargılanma konusundaki şikayetlerin ilk sırada yer alması, yargı sistemindeki yapısal sorunların çözümüne yönelik köklü değişikliklerin acilen yapılmasını zorunlu kılmaktadır” dedi.
“ANAYASALARIN UZUN ÖMÜRLÜ OLMASININ ÜÇ TEMEL DEĞER ÜZERİNE OTURTULMASI GEREKİR”
Anayasaların dayanıklı ve uzun ömürlü olmasının üç temel değerin üzerine oturması koşuluyla gerçekleşebileceğini belirten Kılıç, “Bunlardan birincisi, anayasanın temel dinamiklerinin, felsefesinin ve ruhunun merkezine ‘insanlık onuru’nun yerleştirilmesidir. Bu mutlak varlığın esas alınması, bütün anayasal ilkelerin yorumlanmasında, devletin temel amaç ve görevlerinin belirlenmesinde ölçü olacak böylece, özgür birey ve demokratik devlet kavramlarının somutlaştırılması kolaylaşacaktır. İnsanlığın bu ortak değeri, anayasanın meşruiyet sorununu çözebileceği gibi, değişimler karşısında kolay üretilecek çözüm yollarına da sağlam bir kaynak olacaktır” diye konuştu.
“KIRMIZI ÇİZGİ ‘İNSANLIK ONURU’ OLMASI GEREKİR”
Anayasa yapım sürecinde rol alan sosyal ve siyasal kurumların, değişmemesi gereken tek kırmızı çizgilerinin “insanlık onuru” olması ve bunu anayasaya yansıtarak gelecek kuşaklara değerli bir miras bırakmaları beklendiğini dile getiren Kılıç, konuşmasına şöyle devam etti:
“Anayasal düzenlemelerde ikinci temel değer, insan hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasıdır. Anayasaların yapılmasındaki asıl amaç da bunu gerçekleştirmektir. Devletin var olmadığı dönemlerde de insanların hak ve özgürlükleri mevcuttu. Bunu korumak için devletin varlığına ihtiyaç duyan toplum, bu kez devlet gücüne karşı da özgürlüğünü teminatlı bir konuma getirmek istemiştir. Bu ihtiyaç, devletin gücünü kullanan yasama, yürütme ve yargı organlarının hukuk dışına çıkarak bu değerlerin zedelenmesine ya da ortadan kaldırılmasına engel olma düşüncesinden doğmuştur. İnsanın varoluş nedeni olan hak ve özgürlükleri böylece, koruma altına alınmış olmaktadır. Hak ve özgürlüklerin tarihine bakıldığında büyük çatışmaların, bireyle - devlet arasındaki sınırlarda cereyan ettiği görülmektedir. Bu çatışmaların yaşanmaması için çağdaş her ülkenin anayasasında var olan hak ve özgürlüklerin ve bunların sınırlandırılma sebeplerinin açık, net, anlaşılır biçimde anayasada düzenlenmesi gerekiyor. Geçmişte anayasa yargısının sicilinde kayıtlı olan bilgiler, insan haklarına ilişkin sınırların açıkça çizilmesi gerektiğini maalesef zorunlu kılıyor. Özellikle insan onuru ile doğrudan ilgisi bulunan yaşama hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, dini inanç ve kanaat özgürlüğü ile mülkiyet hakkının sınırları yaşamsal öneme haizdir. Özgürlük ve güvenlik dengesinde bu sınırların netliği ve açıklığı, sorun yaratılmamasını önleyici niteliği ile oldukça değerlidir. Devletten korkmama özgürlüğünün teminatı da bu sınırların varlığına bağlıdır.”
“ANAYASAL DEĞİŞİKLİKLER YAPILMASI ZORUNLULUĞU DOĞMUŞTUR”
Anayasaların üçüncü temel değerinin ise kuvvetler ayrılığı ilkesinin amacına uygun şekilde tanımlanarak, güçler arası yetki çatışmasına engel olmak olduğunu belirten Kılıç, yasama organını yürütme organının doğal parçası haline getiren bugünkü uygulamanın çağdaş anlamda gerekli olan kontrol ve denge sistemini etkin şekilde uygulamaya imkan vermediği söyledi. Kılıç, “Yargı ile yasama ve yürütme arasındaki diyalog, iş bölümüne dayalı bir anlayış yerine, yargının yerindelik denetimi yapması nedeniyle çatışmacı bir ilişkiye dönüşmüş, toplumda derin izler bırakan bu durumun düzeltilmesi için, anayasal değişiklikler yapılması zorunluluğu doğmuştur. Bu çatışmaları tekrar yaşamamak için anayasada özellikle yüksek yargı kuruluşlarının tarafsızlığını ve bağımsızlığını sağlayacak demokratik seçim yöntemleri öngörülmeli ve yargı yetkisinin sınırları da açıkça belirtilmelidir” dedi.
“MUHTEMEL BİR YETKİ ÇATIŞMASININ OLABİLECEĞİ DÜŞÜNCELERİ İLERİ SÜRÜLMEKTEDİR”
Yasama ve yürütme organları arasında oluşan vesayet sorunu anayasal düzeyde çözülmese bile, Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarında yapılacak değişikliklerle daha demokratik bir temele oturtulabileceklerini ifade eden Kılıç, öte yandan, geçmişte yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin büyük sorunlar doğurduğunu, hatta seçim süreçlerinin askeri ve yargısal müdahalelere konu olduğunu herkesin bildiğini söyledi. Bu ve benzer sorunların ortadan kaldırmak için, 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı seçimi doğrudan halkın iradesine bırakılarak, daha sorunsuz bir yapıya kavuşturulmak istendiğini sözlerine ekleyen Kılıç, bu yöntemle yapılacak seçimlerin sonunda, güçlü bir destekle seçilen Cumhurbaşkanı ile yürütme organı arasında, muhtemel bir yetki çatışmasının olabileceği düşünceleri ileri sürüldüğünü kaydetti.
“Yaşanabilecek olumsuz gelişmelerin yeni seçim sistemi ile bir ilgisinin bulunmadığı düşünülmektedir” diyen Kılıç, “Geçmişte Parlamento tarafından seçilen Cumhurbaşkanları ile yürütme organı arasında yaşanan sorunlar ileri sürülen sakıncaları doğrulamamaktadır. Konu demokratik yönetim anlayışı ile öznel düşünce ve inançlarla doğrudan ilgilidir” diye konuştu.
“YARGININ İÇ HESAPLAŞMAYA ALET EDİLMESİ HUKUK DEVLETİNİN SONUNU GETİRİR”
Yeni anayasa ile ulaşılmak istenen çağdaş hukuk devleti anlayışına tarafsız ve bağımsız bir yargı sistemi ile ulaşılabileceği gerçeğinin göz ardı edilemeyeceğini belirten Kılıç, insan onurunu merkeze alan bir anayasanın hayata geçirilebilmesi, yargı mensuplarının din, dil, ırk, mezhep ve ideolojik farklılık gözetmeksizin tüm insanlığa karşı adil davranması ile mümkün olabileceğini söyledi. Yargı mensuplarının, insanlık onurunun son tahlilde vicdanına emanet edildiğinin bilinci içinde olması gerektiğinin altını çizen Kılıç, konuşmasına şöyle devam etti:
“Bu emaneti incitmeden korumak yargının da onuru ve görevidir. Adaletin kestiği parmak acıdığı anda ya hukuk kurallarında ya da hakimin liyakat ve tarafsızlığında sorun var demektir. Hakim, verdiği kararlarıyla mağdurun ve toplum vicdanının acısını dindirdiği gibi, sanığın da vicdanını adaletle teskin etmek zorundadır. Yargının iç hesaplaşmaya, intikam almaya, yada keyfiliğe yol açacak uygulamalara alet edilmesi hukuk devletinin, demokrasinin ve özgürlüklerin sonunu getirir. Yasaların uygulanması aşamasında gösterilen özensizlikler insan onurunda onarılması güç etkiler bırakmaktadır. Avrupa Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi’ne yapılan şikayetlerin büyük bölümünün, yargısal işlemlerin sebep olduğu hak ihlallerine ilişkin olduğunu belirtmiştik. Kusursuz anayasa yazılması ya da mükemmel yasa çıkartılması, uygulamanın sebep olduğu sorunları ortadan kaldırmaya maalesef yetmiyor. Anayasa’nın 90. maddesi, bireysel başvuru yolu ve son dönemlerde yargıyla ilgili yapılan yasal düzenlemeler birlikte düşünüldüğünde, uygulamadan doğan sorunların çözümü için umutlar artmaktadır.”
“SİLİVRİ’DEKİ OLAYLARA ÜSTÜ KAPALI GÖNDERME”
Son zamanlarda mahkemelerde devam etmekte olan bazı davalardaki hak ihlalleri gerekçe gösterilerek insaf ölçülerini aşan tepkiler ortaya konduğunu dile getiren Kılıç, bazı kesimlerin ilgi duyduğu, ya da siyasi düşünce ortaklığının doğal sonucu olarak yakın dostların yargılandığı davalarda, demokratik tepki ve destek verilmesi anlayışla karşılanması gerektiğini kaydetti. Kılıç, “Bu konuda verilmiş anayasal haklar sonuna kadar kullanılabilir. Ancak, hakların kullanılması yargıya meydan okumayı, onu tehdit etmeyi ve şiddete başvurma hakkını kimseye vermez. İşgal ettiği makam, mevki, unvan ne olursa olsun kimsenin suç işleme imtiyazı olamaz. Makul ve ölçülü olmak, bu sınırlar içinde demokratik hakları kullanmak, herkesin yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülüktür. Kaldı ki anayasal hakların bu şekilde kullanılması haklı tepkileri haksız ve sevimsiz duruma düşüreceği izahtan varestedir. Yargının bugün olduğu gibi, geçmişte de sebep olduğu yanlışlıklar ve hak ihlalleri olagelmiştir. Bunları gidermek için yasal yollara başvurma dışında hiç kimse, şiddet ve tehdit yolunu tercih etmemiştir. Bu tür davranışların üzüntü ve kaygı verici olduğunu belirtmek istiyorum” diye konuştu.
“HALKIMIZIN BU OLGUNLUĞU DAHA FAZLA ZORLANMAMALIDIR”
Kaynağı ne olursa olsun insan onuruyla bağdaşmayan hak ihlalleri nefret söylemini de beraberinde getirdiğini vurgulayan Kılıç, bu söylemlerin toplum kesimlerinde doğal olan farklılıkların keskinleşmesine ve derinleşmesine yol açtığını, diyalog kurma ve uzlaşma şartlarını da ağırlaştırdığını söyledi. Toplumsal tansiyon artsa da, halkın olaylar karşısındaki sabrı ve olgunluğunu, demokratik değerlere olan bağlılığın, gelecekle ilgili kaygıları azalttığını belirten Kılıç, şunları kaydetti:
“Ancak, halkımızın bu olgunluğu daha fazla zorlanmamalıdır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü, toplumu ayrıştıran nefret söylemlerinin kaynağı olamaz. Hakaret, baskı ve şiddet içerikli ifadelerle ırkçı yaklaşımların ifade özgürlüğünün korumasından faydalanması mümkün değildir. Bu olumsuzlukların önlenmesi için yapılmış olan yasal düzenlemelerin yetersizliği karşısında, demokratik bir ortamda gelişecek olan sevgi ve hoşgörü kültürünün lojistik desteğine ihtiyacımız vardır. Bu kültürün gelişmesinde siyaset kurumları başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin ve yargının katkısı ile desteğinin önemi tartışılmaz bir gerçektir. İnsanların taşıdığı kalp ve gönül, kin ve nefretin evi olarak yaratılmamıştır. Doğal olan ve yakışan sevginin, saygının, hoşgörünün, sabrın ve merhamet duygularının buraları yurt edinmesidir. İnsan onurunun da beslendiği bu duyguların gücünden ve enerjisinden faydalanmalıyız. Barış düzenine yazılı metinlerle değil, tıkanmış olan kalp ve gönül yollarının açılmasıyla daha kolay ulaşabiliriz. Bunu sağlayabilecek yüzyıllardır biriktirdiğimiz çok köklü bir kültüre sahibiz. Zira, bütün dinler ve inançlarda savaşı değil, barışı fetih olarak tanımlayan ortak kurallar vardır. Farklılıkları ya da farklı olma hakkını ancak, bu kültürle güvence altına alabiliriz.”
(İHA)