Ahmet Hakan Emin Çölaşan olmak istemiyor. Peki bunun için ne yapıyor?
Abone olStar gazetesi'nden Murat Menteş Ahmet Hakan'la söyleşi yapmış. İşte Hakan'ın dilinden dökülenler.
TÜRKİYE'DE HER ŞEY TEKRARLANIYOR
Memleketimizde olup biten siyasi gelişmeler beni ne heyecanlandırıyor ne de öfkelendiriyor. Ben yakın tarihle ilgili anılar okuyorum. Gördüğüm şey şu: Türkiye’de her şey tekrarlanıyor. Tarih de, siyaset de, magazin de tekerrür ediyor. Bir türlü çözümlenemeyen meseleler durmadan yineleniyor. Bu da bir deja vu duygusu yaratıyor. Hiçbir şekilde ciddiye alınmaması gereken, mizahla geçiştirilmesi gereken olaylar...
TÜM KONUŞMALAR ESKİDEN YAPILMIŞ
Anı kitapları okurken ‘bizim anılarımızı yazmışlar’ duygusuna kapılıyorum. Mesela, 27 Mayıs İhtilali’ni yapan Cemal Gürsel ile Ali Fuat Başgil arasında, din ve laiklik konusunda bir konuşma geçiyor. O konuşma bugün Recep Tayyip Erdoğan’la Deniz Baykal arasında geçen laiklik konuşmasının tıpkısı!
Sahne aynı, dekor aynı, replikler aynı, oyuncular farklı.
EMİN ÇÖLAŞAN YA DA FEHMİ KORU OLMAK İSTEMİYORUM
Siyasete, gündeme yabancılaşıyorum. Emin Çölaşan ya da Fehmi Koru olmak istemiyorum.
Beni yarın işten atsalar, büyük bir tepki oluşacağını sanmıyorum. Telefonlar yağmayacak. Bir odağa yaslansam, cemaatim hemen örgütlenip harekete geçebilir ama öyle bir topluluk yok. Kimse ‘Ahmet Hakan’ı işten atmışlar! Yuuuh!’ diye gösteri yapmaz. Herhangi bir siyasi parti liderinin bu konuyu meclis gündemine taşıyacağını sanmıyorum.
DEĞİŞTİM
Ben doğal olarak olaylara, dünyaya, insanlara bundan 10, 15, 25 sene önce baktığım şekilde bakmıyorum. 15 sene önce İslam’ın bir devlet düzeni öngördüğünü düşünüyordum. Benim değişimim kişisel bir olaydır. 10 sene önce kitlelere bir şey söyledim de, şimdi tersini mi söylüyorum?
HER KÖŞE YAZARI HER GÜN İYİ YAZMAZ
Yazarlardan ziyade, yazılar üzerinden konuşmayı daha uygun buluyorum. Bugün Ertuğrul Özkök, İbrahim Karagül ya da Mehmet Barlas iyi bir yazı yazmış demek daha doğru. Çünkü köşe yazarları her zaman aynı performansı gösteremezler. Hiçbiri. Ben dahil. Bir köşe yazarı her gün harikalar yaratamaz.
EN DİNCİ GÜNLERİMDE DE NİŞANTAŞI'NDAYDIM
Ben bu Nişantaşı denilen tuhaf semte 10 sene önce tanıştım. Yani, Kanal 7’de çalışırken, 28 Şubat’ta aslanlar gibi bir direniş sergilerken bir Nişantaşı çocuğuydum aslında. Ne zaman ki Hürriyet gazetesine geçtim, benim burada oturuyor oluşum, bazılarının dikkatini çekti. Şöyle bir hava oluştu: Ben Hürriyet’e geçmişim, Sultanbeyli’deki gecekondumu terk edip Nişantaşı’na taşınmışım! Hiç de bile. ‘Ey insanlar ben en karanlık, en ‘dinci’ günlerimde de zaten burada oturuyordum’ demedim. ‘Evet, buraya yeni taşındım, Sultanbeyli’deki kulübeyi demin terk ettim, ne olmuş yani?’ diyerek kafa buldum. En aşırı solcusunun bile zihninin arkasında ‘herkesin sınıfsal konumuna göre davranması gerektiği’ fikrinin yattığını deşifre etmek istedim.
Kesinlikle başarısız oldum. Çünkü bizde mizah duygusu gelişmediği, yazılanların sadece lafzına bakıldığı, mecazdan çakılmadığı için, sanki gerçekten buraya yeni gelmişim gibi bir hava oluştu ve bu üzerime yapıştı kaldı.
ÜZERİME YAPIŞTI
‘Erbakan’ın kızını istedi’ şeklinde bir iftira vardı mesela, hálá gerçek sanılıyor. O da yapıştı.