Hürriyet Gazetesi'nde yazmaya başlayan Ahmet Hakan'ı okura kabul ettirme çabası başladı. Bu duruma Akşam yazarlarından Oray Eğin tepki gösterdi.
Abone olOray EĞİN, başlıklı yazısında Ahmet Hakan'ın Hürriyet'e geçmesini eleştirdi. Eğin'e göre Hürriyet okuruyla pazarlık yapıyor.
Ben Ahmet Hakan okurum. Pek çok sebebi var; beğenmek beğenmemekten öte Fatih Altaylı'yı nasıl okuyorsam, onu da okuyorum işte. Ama mesela hayatımda hiç Taha Akyol okumadım; neyse. Kafayı ne zamandır Ahmet Hakan'ın Hürriyet'te yazılarına başladığında yapılan sunuşa taktım. Nedir o yazarı okurlara kabul ettirme çabası, 'burası her sese açıktır' nidaları, süslü kelimelerle girişilen birtakım okur oyunları. Hem de iki taraflı: Biri kabul ettirmek, diğeri kabul edilmek için yoğun çaba harcıyor. Bunun adı 'asimilasyon' değil de, nedir? Şimdi Ahmet Hakan'ı İslamcı yazar kontenjanından sayarak, Hürriyet'in, ya da herhangi bir büyük gazetenin demokratlığını mı takdir edeceğiz? Hangi 'İslamcı yazar', ne 'demokratik medya'sı...
Önümüzdeki yıllarda, gazetelerin yıllardır pek övündükleri bu 'süpermarket çeşitliliği' inadından vazgeçmesi için birtakım ortamların hazırlanacağını düşünüyorum. Biraz da göz açılmasıyla beraber, okurun da, patronun da gazete sayfalarında öncelikle emekli asker, bankacı, bürokrat tayfasından kıymeti kendinden menkul birtakım isimleri kolay kolay kabullenmeyeceğini tahmin ediyorum. En azından şundan: Gazetelere yazı yazmanın bu kadar ucuz, bu kadar basit olmadığını anlayacaklar herhalde. O zaman da sorulabilir, ama şimdi de sormakta sakınca yok: Madem bu kadar değerliydi bu isimler, asıl görevleri süresinde bu parıltılarını neden hiç göstermediler, şimdi gazete köşelerindeki derin fikirleriyle mucize mi yaratacaklar?
'Her sese platform olma' misyonunu taşıdığını iddia eden süpermarket gazetelerinin daha ciddi bir inandırıcılık sorunu ayrıca. Doku, kan uyuşmazlığının bu kadarını bünye eninde sonunda reddedecek çünkü. 'Yelpaze', 'mozaik' gibi kelimelere aldanmaz, mide bile çok yemek, çok içki karıştırdığında kusuverir.
Gün gelecek okur da tercih yapacak: Radikal'de Mehmet Ali Kışlalı'yı istememe hakkı olacak en basitinden. Medya kurumlarının birtakım iç dengeleri, yöneticilerin 'vefa borcu' ya da 'arkadaşlık' adına ona buna kapılarını açmaları daha ciddi sorgulanmaya başlandığında, hele bu koroya bir de okur da katıldığında, sorunca hesabı, medya darağaçlarının da önüne geçilemeyecek. Eskisi gibi önüne ne konarsa yiyecek okura yer yok.
Neyse, bütün bunların Ahmet Hakan'la da pek ilgisi yok aslında. Thomas Crown Affair'de dediği gibi: 'It's me and the system.' Sisteme kafayı takmışlığım var işte...
Dün de Hürriyet'te Bild'in yayın yönetmeni Kai Deikmann'ın sözlerini okuyunca bir kez daha irkildim: Pek çok şeyle beraber Deikmann provokasyon yapmayı, duygusal başlıklar atmayı, okuru eğlendirmeyi de önermiş. Bild, bunları da yaparak, fiyatını arttırmasına rağmen para kazanmış. Ertuğrul Özkök de Le Figaro, Le Monde gibi entelektüel gazetelerin büyük zorluklarla karşılaştığını eklemiş.
Oysa eminim ki Özkök'e sorsalar, o Le Monde'da yazmayı bin kere tercih ederdi. Bu durumda başarı ölçüsü paraya indirgemek niye?
Pek çok basın krizinin ardından, tarih son kertede 'kendi kalabilen' gazetelerin, Le Monde gibi, uzun vadede başarıya ulaşacağını kanıtlamıştır zira. Sonuçta, önemli olan yazıdır, iyi yazı da hep kazanır.
İşte bu yüzden de Ahmet Hakan'ı Hürriyet'in 'çok okunma potansiyeli olan' veya 'iyi bir yeni köşe yazarı' olarak değil de, salt bir 'ticari meta'ya indirgeyerek sunması, bunu da göstere göstere yapması biraz endişe verici geldi. Daha da kötüsü, 'ürünün' buna hazırlıklığı, dünden razı oluşu çok canımı acıttı. Aklım almıyor işte, o anonslardan, günlerdir Hürriyet'te satır aralarından devam eden mesajlardan ('Bizde Emin Çölaşan da var, Hadi Uluengin de') sonra nasıl kabullenilir, nasıl razı olunur?
Hürriyet'in gücü de bu olsa gerek.
YAZI:Oray EĞİN