Hakan Şükür hakkındaki bütün eleştirilere yanıt verdi. Dini yaşantısı niye eleştiriliyor? Neden Şaban dediler? Basın nasıl kullandı? Yanal neden dışladı? İşte ilginç cevaplar
Abone ol
RAMAZANDA GOL ATAMAZ MIYIM Çok arkadaşım oruç tutuyor. Bir futbolcu profesyonelse, işini engelleyecek bir şey yapmaz. Yaşayacağınız cinsel ilişkiden tutun, yiyeceği yemeğe kadar. Şimdi oruç tutmayan çok arkadaşım da var, geziyor tozuyor, bu da bir yorgunluk, bünyeye zarar. Bardaktaki suya nasıl baktığınıza bağlı. Benim performansım hep golle değerlendirilir. Rezil bir oyun çıkarırım ama gol atarım harika derler. Bazen inanılmaz iyi oynarım, gol atmamışsam, rezil oyuncu olurum. Onlar bir şey söyledi, biz cevap verdik, medyanın da işine gelen bir şey tartışma, biz kullanıldık...
DİNİN ÖCÜ GİBİ SUNULMASINDA AŞIRI DİNCİLERİN PAYI DA VAR İbadetimi işim elverdiğince yapmaya çalışıyorum ama öncelikle insani değerler geliyor, çevreme yeterince yardım etmek, temiz olmak, dürüst olmak, kendine bakıp sağlıklı olmak... Dinin açılımını yaptığınızda içinde temizlik, dürüstlük, sağlık, yardımlaşma var. Ben bunu yapıyorum, ama din insanların önüne öcü gibi sunuluyor. Aşırı dincilerin de payı var bunda.
BANA NEDEN ŞABAN DİYORLAR Bir insana tuttuğu takıma göre hakaret ediliyor. Karmaşık bir medya yapımız var. Adam benim iyi olduğuma inansa bile kötü diyebiliyor. Tabii ki bozuluyorum, bazen çok ağır şeyler yaşıyorum. Beni sevmeyen insanların bana imparator demesini beklemem ama kişisel hakaretler rencide ediyor. Bir dönem psikolojik olarak eziktim, ama şimdi daha iyiyim. Kimin neyi neden yaptığını anlıyorum. Beni tanıyan tanıyor. Diğerleri tanımadan konuşuyor, bu yüzden çok helallik aldım. Kötü şeyler söyleyip, yakından tanıdıktan sonra çok özür dileyen oldu.
TÜRK FİLMİNDEKİ ÖLÜMCÜL HASTA Sadece benden bahsedilince soyunma odasına kafamı önüme eğerek girdiğim çok oldu. Hani Türk filmlerinde vardır; iki aşıktan biri ölümcül hastadır. Sevdiği insana bunu söylemez, kendinden nefret ettirmeye çalışır. Bunu yaptığımı söylemiyorum da böyle bir denge kurmak istiyorum. Bu yüzden istemeden gazeteci arkadaşları kırdığım oluyor. Hep bir savaşın içinde olunca insan savunmaya geçiyor ve hata yapıyor. En büyük hataları savunmaya geçtiğim zamanlar yaptım.
MİLLİ TAKIM’DAN NEDEN DIŞLANDIM Hocam bana teknik nedenle almadım dedi, buna katılmıyorum ama gerçek nedeni bilmediğim için hocanın söylediğine inanmak durumundayım. Basına Milli Takım’ı bırakacağım açıklaması yapmadım, ama üzüntülü olduğum dönemlerde bunu düşündüm. Güzellikleriyle birlikte bu kadar eziyet çekerken hep konuşulmak, her gün gazeteyi açtığında bir haber okumak, insanı eziyor. Ortada bir denge olmadı hiç. Sıradan bir futbolcuyum, oynadığım takım içinde elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ama görüyorum ki başarılarınız size düşman kazandırıyor.
CEVAP VERMEK İÇİN OYNAMIYORUM ‘Birilerine cevap vermek için futbol oynamıyorum, sevdiğim için oynuyorum’ diyen Hakan Şükür, "Eğer işinizden alacağınız zevk, ondan kazandığınız parayı harcarken alacağınız zevkten fazlaysa, doğru bir iş yapıyorsunuz!" ifadelerini kullanıyor.
PAPANIN HİKAYESİ GİBİ Avrupa’dayken, bir kamp sırasında bir kamyon şoförü bana bir kutu verdi, içinden bir seccade ve kebap çıktı. Bu Papa’nın yaşadığı gibi bir şey oldu. (Hani Papa uçaktan inerken gazeteciler etrafını sarar, ‘Burada geneleve gidecek misiniz?’ diye sorar. Papa da ‘Burada genelev mi var?’ der. Ertesi gün gazetelerin manşeti şudur: Papa uçaktan iner inmez genelevleri sordu!) Çok acımasız. Ben istetmiş olsam, kendi seccademi taşıyamaz mıyım, ayrıca zaten açıkça söylüyorum inançlarımı.
İŞTE HAKAN'IN YAŞADIKLARI.... Milli Takım formasıyla en çok gol atan futbolcu, Dünya Kupası tarihinin en hızlı golcüsü unvanları, kırılması kolay olmayan rekorlar olarak duruyor. Avrupa Kupaları’nda Galatasaray için attığı 33 golle de bu konudaki liderliğini sürdürüyor. Ama galiba önemli bir rekoru da Türk futbol tarihinin en tartışmalı futbolcusu olmasıyla elinde tutuyor. Üstelik öyle bir tartışma ki, arada kocaman, aşılmaz bir uçurum var; kimisi dünya klasmanında ilk beşe girecek bir futbolcu olarak görüyor onu, kimisi ‘top toplayıcı bile olamaz’ diyor. Galatasaray’dan Avrupa’ya gitmesi olaydı, Dünya Kupası’na gitsin mi, gitmesin mi kavgalarıyla gitti, yuvaya dönüşü de bir o kadar tartışıldı. Sonra kimilerine ‘intikam soğuk yenen bir yemektir, Hakan geri döndü, Galatasaray’da üçüncü baharını yaşıyor’ dedirtecek günler yaşarken, şimdi de Milli Takım’a alınmamasıyla konuşuluyor. İnsanın bazen, şu yukarıdaki skorlara bakıp, herkes bu çocuktan ne istiyor, diye sorası geliyor. 29 Temmuz 1971 günü, Adapazarı Çıracılar Caddesi’ndeki Bostan Sokak’ta açar dünyaya gözlerini. Doğum tarihi nüfus kağıdına, bir ay sonra, 1 Eylül olarak kaydedilecektir; çünkü futbol fanatiği bir futbolcu olan babası o sırada kamptadır. 1950’lerin başlarında, içinde Ali Şen’in de olduğu bir trenle Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç eden babası Sermet Şükür, Adapazarı’nda bir mobilya atölyesi açarak hayata atılır, yolda gördüğü ve yine kendisi gibi Yugoslavya göçmeni olan Nermin Hanım’la evlenir, ancak o zamanlardan bu güne hayata en çok tutunduğu alan futbol olacak, oğlu Hakan’ın kaderi de biraz değil tamamen, babasının bu tutkusuyla çizilecektir. Sakarya’nın en eski takımlarından Yıldırımspor’da kaptan ve daha sonra yönetici olan Sermet Bey, Sakaryaspor’dayken dizlerindeki rahatsızlık yüzünden futbolu bırakmak zorunda kalır. Ama oynayamaması futboldan kopması anlamına gelmez; başta Hakan olmak üzere mahallenin tüm çocuklarını çalıştırır yıllarca. Ama en çok Hakan’ı, ilk pasları daha o yürüteçteyken vermeye başlayarak...
ŞEFKATLİ BABA, ACIMASIZ KOÇ Bu arada Bostan Sokak’tan Pabuççular Mahallesi’ne taşınan Şükür Ailesi, oradaki mahalleliyle birleşip Sapanca kıyısındaki Esentepe’de büyük bir arsa alır, yine hep birlikte kooperatife girerek üzerine evler yaptırırlar. Kışın tüm mahalle Adapazarı’nda, yazın toplu şekilde Esentepe’dedir. Dolayısıyla Hakan’ın ilk futbol anıları; yani tekmeler, kavgalar, atılan goller, sonra sandal sefaları, hepsi oradadır. Sadece Sermet Bey ve oğulları değil, tüm mahalle futbolla yatıp kalkar. Evlerin aşağısındaki minyatür sahada, Sakaryaspor, Esentepe köy takımı, Bağkurspor, Eşmespor’un futbolcularıyla birlikte, mahallenin küçükler, yıldızlar, büyükler, hatta kız takımı bile antrenman yapar. Ama komşularınca bazen deli diye anılan babasının futbol fanatizmi ve disiplini yüzünden, Hakan’ın futbolla ilişkisi hepsinden farklıdır. Çünkü Sermet Bey kendini, Sakaryaspor’un altyapısına soktuğu Hakan’ın menajeri ilan etmiş; zaman zaman şefkatli bir baba, çoğunlukla acımasız bir koç olarak çalıştırmaya başlamıştır. Komşuların ‘öldürecek misin çocuğu’ eleştirilerine, eşi Nermin Hanım’ın merhamet dilenen bakışlarına aldırmadan, karda, kışta, sabahın köründe kaldırıp koşturmaktadır. Evde karşısında bacağını uzatamadığı babası, sahanın kenarında da kartal gözleri ve sonradan ünlü olacak ıslığıyla izlemektedir Hakan’ı. Faulden korkup bacağını mı çekti; sahaya fırlayıp onu tekmelemeye başlar, ‘Bundan mı korktun, bak hayatın boyunca oynadığın maçlarda hiçbir tekme bundan daha fazla acıtmayacak!’ diye bağırır. Gol mü kaçırdı; evde esip köpürerek onu bekler. Bazen kötü maçlardan sonra, dayak var diye eve gitmekten korkar Hakan; saatlerce göl kenarında oturur, taa ki annesi gelip onu bulana kadar... İlk ve ortaokulda basketbolu daha çok sever Hakan. Çamurlu toprak sahalardansa temiz salonları tercih eder, ayrıca basketbolda da pek çok şampiyonluk alacak kadar başarılıdır. Hatta basketbol ve futbol takımlarını çalıştıran beden hocaları sık sık ‘benim maçıma çıkacak’ diye kavga eder. Ama Sermet Şükür, oğlunun hiçbir basketbol maçına gitmez, Hakan basketbolu sessizce bırakır. Hele babası evde ‘bacağını uzat oğlum, dinlensin’ demeye başlayınca, doğru işi yaptığına karar verir! Profesyonel olduktan sonra bile uzun zaman sahada ‘babam izliyor’ korkusunu hisseder; ıslığı duyar. Hatta, bir Trabzon maçında, babasının gece gelip şeref tribününe yerleştiğinden habersiz oynarken, ne yapacağına karar veremediği bir pozisyonda duyar o ıslığı, babasının geldiğini anlar, bir kafa vurur ve gol! Çıktığında ‘Bu gol senindi baba’ diyeceği kadar, Hakan’ın futbolunun içindedir Sermet Bey. Sonra sonra geçecektir korkusu ama babası, 33 yaşındaki oğlunun tüm Türkiye önünde oynadığı maçlardan sonra bile hálá telefon açıp, ağır şekilde eleştirmekten geri durmaz. Yine de eskisi kadar değildir galiba, ‘başkaları’ daha çok eleştirmeye başlamıştır çünkü! Zorla bitirdiği liseden sonra üniversite sınavlarına girme gereği bile hissetmez. Sakaryaspor’da bir yıllık profesyonelken ilk ‘otele kaçırılılıp’ Bursaspor’la anlaşma imzaladığında, 18 yaşındadır. Babası da yanındadır elbette. O, Sakarya’da, kendi mahallesinde oynamasının zor olduğuna karar vermiş, Sakaryaspor da onu satarak borcunu kapatmak istemiştir. Kimse, ailesinden uzağa gitmek isteyip istemediğini sormaz, yolda döktüğü gözyaşlarına aldırmaz. Ama Bursa’da gözyaşlarından bir göl oluşunca, ‘aile meclisi’ toplanır; küçük kardeş Gökhan’ın lise kaydı Bursa’ya alınır, bir ev tutulur. Annesi Nermin Hanım, Sapanca-Bursa arasında mekik dokumaya başlar. Hem kendi, hem de -tamamı mı bilinmez ama- babasının hayalleri gerçek olur; Hakan 1992 yılında Galatasaray’a transfer olur. 2000 yılına kadar formasını giydiği Galatasaray’da 342 lig maçında oynar, 194 gol atar. 60 kez A Milli Takım forması giyer, bu maçlardaki gol sayısı da 29’dur. Ayrıca 52 kez Avrupa Kupaları’nda oynar, 27 gole imza atar, üç kez gol kralı olur. Galatasaray’da altı lig, üç Cumhurbaşkanlığı, dört Türkiye, dört TSYD ve en önemlisi bir UEFA Kupası sevinci yaşar.
BOĞAZ’IN BOĞASI’NA NE OLDU Avrupalılar’ın ona ‘Boğaz’ın Boğası’ adını taktığı, kariyerinin bu en önemli yıllarının sonlarına doğru başlar etrafındaki tartışmalar; birbirine taban tabana zıt yorumlar. Yaptığı işle ne ilgisi varsa, ne Fethullahçılığı kalır, ne duygusallığı, ne antipatikliği... Birileri onu çok tutar, birileri istemez. Sonuçta, yine Sakarya’dan Bursaspor’a gidişi gibi, ağlayarak gidecektir İtalya’nın Torino, İnter ve Parma, daha sonra İngiltere’nin Blackburn takımlarına... Bu kez sadece aile değil, vatan hasreti de çekecektir. Torino’ya giderken babası Sermet Bey, ‘başarılı filan değil, ilah olacak’ der ama pek öyle olmaz. Kötü oynadığından değil aslında, fazla forma şansı verilmediğinden. Bu yüzden bocalar; 2002’de, gitmeden önce, katılsın mı, katılmasın mı tartışmalarının yapıldığı Dünya Kupası’nın, en hızlı golünü atarak (10.8 saniye) tarihe geçmesine rağmen, uzun süre futbol oynayamaz. Geçen yıl üçüncü kez Galatasaray’a döner. Döner de, tartışmalarını da Avrupa’ya götürdüğü gibi, Türkiye’ye geri getirir. Bu onun kaderi midir? Kaynak: Hürriyet Gazetesi