Anlatan Beytüşşebap Kaymakamı... Hani önceki akşam 10 şehit verdiğimiz Beytüşşebap'ın... Ancak yenisi değil eskisi... Tablo ise 20 yıl sonra yine aynı.
Abone olİNTERNETHABER - 10 şehit verdiğimiz Beytüşşebap'la ilgili ne biliyorsunuz? Yolu nasıldır, nasıl gidilir, kamu görevlisiyseniz nasıl barınırsınız?
PKK'nın bölgedeki hakimiyeti nedir?
Devletin takati tükenmiş midir?
Kısacası Beytüşşebap'ta ya da Şırnak'ta ya da Hakkari'de neler oluyor diye düşünüyorsanız bu yazıya zaman ayırmanızı öneriyoruz.
Anlatan Beytüşşebap Kaymakamı...
Ancak şu anki kaymakamı değil.
Okuyacaklarınız, 1993-95 arasında Beytüşşebap Kaymakamı olan Mesut Taner Genç’in, 2008’de piyasaya çıkardığı “Ateş Hattında-Beytüşşebap Kaymakamı’nın PKK ile Mücadele Günlüğü” isimli kitabından!
Buyrun işte Yılmaz Özdil'in taşıdığı o Beytüşşebap;
"Beytüşşebap’a atandım... Önce Diyarbakır’a geldim. Şırnak’a gidebilmem için Cizre’ye, oradan başka bir araçla Şırnak’a gitmem gerektiğini öğrendim. Karayoluyla gitmekten vazgeçtim. Diyarbakır kolordu’da üç-dört gün helikopter bekledim. Sonunda Sikorsky’yle hareket ettim.
*
1.5 saat uçup, tümen’in pistine indim. Valilik binasına gittim. Vali beni kabul etti. Asla normal kaymakam gibi davranmamam gerektiğini, köy ziyaretleri yapmamamı, çünkü, devletin kırsalı tamamen terk ettiğini, il ve ilçe merkezinde tutunulmaya çalışıldığını söyledi. Kısacası, dost bilinen aşiretlerin dışındaki köyler, yollar PKK’nın hâkimiyetine bırakılmıştı.
*
Beytüşşebap’a giden helikoptere bindim. 50 dakikalık uçuştan sonra, yüksek dağlarla çevrili askeri birliğe indim. Komutan beni karşıladı, çay kahve ikramından sonra, bugünlerde ilçeye baskın yapılacağını, duyum aldıklarını söyledi. Merak ediyorsam, dürbünle görebileceğimi anlattı. Gerçekten de, baktım, karşımızdaki dağlarda hareketli insan grupları görülüyordu. Komutan da, Vali gibi, ilçe’den kesinlikle ayrılmamamı, köylere gitmememi salık verdi.
*
Şırnak’tan gelirken, Besta denilen bölgeyi geçip, 30 kilometre sonra hayli bozuk asfalttan Uludere’ye varılır, asfalt biter, ham toprak yol başlar. Beytüşşebap’a kadar 60 kilometrenin bir tarafı sarp ve dik yamaçlı, öbür tarafı derin uçurumdur. Sürekli mayın döşeniyor. Aslında, bu yolu en az birkaç noktada her gün kesip, kimlik kontrolü yapıyorlar. Bu durum bilindiği için, hiçbir kamu görevlisi karayolunu kullanmıyor. Erzak kamyonları talan ediliyor.
*
Terör örgütü, korku salmış, halkın nazarında itibar kazanmış... Tanıştığım insanlar, aman kaymakam bey sakın şurdan aşağı inme, şurayı geçeyim deme gibi uyarılarda bulunuyor. Bunların bir kısmı samimi, bir kısmı kamu görevlilerinde korku, yılgınlık yaratmak için söyleniyor.
*
Buralarda ticaret yapmak isteyen, örgütten icazet almak zorunda... Vergi adı altında para toplanıyor. Eylemler, vatandaşa bire beş katılarak anlatıyor. Örgütün, istemediği adamı derhal görevden aldıracağına, istediği adamı vali, hatta bakan bile yapabileceğine, psikolojik olarak inandırılıyor.
*
İlçede, asaleten atanmış neredeyse bir memur bile yok. Buraya atananların hepsi, ya kurumları tarafından cezalandırılmak maksadıyla gönderilmiş ya da torpilleri olmayan sahipsiz insanlar... Kırgınlık, küskünlük, bezginliklerinden ötürü, yöre halkına verebilecekleri hiçbir şey yok. Bazı kamu görevlileri ise buralara hiç uğramazlar, onlar imtiyazlıdır.
*
Geçici köy korucularının mücadeleye büyük katkısı var. Ancak, devlet istemeden de olsa, feodal sistemi, aşiretleri güçlendirdi. Korucular, kendi meslekleri olan hayvancılığı tamamen bırakmış vaziyette... Unvanlarının önündeki ‘geçici’ kelimesinden rahatsız oluyorlar, durumumuz, geleceğimiz belirsiz diyorlar. Korucu yapılanların özenle seçilmesi gerekiyor.
*
PKK, küçük çocukları kaçırarak veya ikna ederek, intikam duygusu aşılayan, araziyi avucunun içi gibi bilen kişilerden oluşuyor. Örgüte katılan, çaresiz bırakılıyor, ne aile, ne arkadaş ilişkisi kalıyor, geri dönüş yolları kapatılıyor. Dağdaki ağır şartlarda yıllarca yaşamaktansa, çılgınca emirlere itaat edip, ölümün kurtuluş olduğunun farkındalar.
*
Bizimkiler ise sivil yaşamlarında iş veya meslek sahibiyken, zorunlu olarak askere alınan 18-20 yaşındaki gençler... Henüz askere alınmadan önce, televizyondaki şehit haberleriyle psikolojileri sarsılan, üstelik, ailelerinin endişelerini hisseden gencecik delikanlılar.
*
PKK, yıllardır aynı noktalarda üsleniyor. Operasyon yapacağımız zaman, birliklerimizde hareketlilik yaşanıyor, korucular toplanıyor. Sağır sultan bile duyuyor! Zirvelerden seyrediyorlar. Bizimkiler hedef bölgeye vardığında, orda kimse kalmıyor. Bizimkiler geri dönüp, daha birliğin kapısından bile girmeden, onlar eski mevzilerine yerleşiyor.
*
Bir seferinde, ele geçirilen örgüt mensubunun üstünden çıkan not defterinde okumuştum. Karakolumuz bir ay boyunca, 24 saat izlenmiş, giren çıkan araçların plakası, nöbetçi-devriye saatleri en ince ayrıntılarına kadar yazılmış, ne yaptığımızı, ne yapacağımızı ezbere biliyorlar.
*
Halbuki, PKK’nın dağ kadrosu 3 bini geçmez, farz edelim 4 bin olsun, 11 bölgeye dağılmış durumdalar, kabaca her şehre 350 terörist düşer... Bunlara karşı, 22-25 yaşında, 5 bin veya 7 bin kişilik özel birlik oluşturulmalıdır. Gerilla harbi’yle eğitilmelidir. Eşlerine her türlü ekonomik güvence, çocuklarına en üst seviyede eğitim sağlanmalıdır. Operasyon yetkisine sahip, tek bir komutana bağlanmalıdır. Emirlerinde, helikopter, uçak olmalıdır. Her mangada doktor bulunmalıdır. Asla sabit durmayıp, gece gündüz hareket halinde olmalıdır. Ne zaman, nerede oldukları asla bilinmemelidir...
Av durumundan çıkıp, avcı konumuna geçmelidir.
*
Şehit cenazelerinde atılan nutukların, kanları yerde kalmayacak türünden anlamsız lafların, herhangi bi etkisi yok artık... Ne şehit sayısında azalma var, ne atılan nutuklarda!
*
Derken...
*
Saat 21 sularında, yoğun silah sesleriyle irkildim. Eşimi ve kızımı arka odalardan birine, mermi isabet etmeyecek şekilde yatırdım. Kapım çalındı... Elinde fener tutan polis, ilçeye saldırıldığını, en alt kattaki kalorifer dairesine inmemiz gerektiğini söyledi. Eşim sığınakta bulunanları teskin etmeye çalışırken, şahsıma verilen Kalaşnikof’la dışarı çıktım.
*
Lojman duvarında siper almış polislerin yanına gittim. Gecenin karanlığında kimin kime ateş ettiği belli değildi. Ben dahil herkes, bilinçsizce, içgüdüyle hareket ediyordu. Her insan korkar. İnsani duygudur. Ancak, yüreğimde hissettiğim korku değildi, derin bir sızıydı... Taa Çin sınırlarından Avrupa’nın içlerine ilerleyen millet, çapulcu karşısında acze mi düşmüştü?