BIST 10.852
DOLAR 32,66
EURO 35,44
ALTIN 2.511,53
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Güneşli Kütüphane

Bu yaz, çocuklar ve gençler, yaz mevsimini okuyarak geçirecek...

Abone ol

Sıcak yaz günlerinde, kumlara şöyle uzanıp, okumak, kim bilir ne keyifli olur. Yani, dalgalar kumdan kalelerinizle oynarken oyalanmanız için söylüyorum, yanlış anlamayın… Ya da sokaktan eve, çürümüş dizlerle geldikten hemen sonra, yatağınıza uzanıp dinlenirken, kimsenin sizden özet istemediği kitaplara gömülmek… Keşifler, maceralar, seyahatler, birbirinden renkli resimler odanıza gelebilir!

Biliyoruz ki siz çocukları okumak da büyütecek. Kolay kolay beğenmeyen, düşünmeden kabullenmeyen, soran araştıran bir birey olmanın yolu kitaplardan geçiyor. Hatta düzenli kitap okumak, lise ve üniversite seçim sınavlarındaki başarısını %30 oranında arttırabiliyor… Size kılavuz olmak için bu ay çocuk ve gençlik yazınına dört sayfa ayırdık. Sizin yaz tatiliniz, güneşli kütüphanenizin bayramı olsun istedik…

Ocak ayından bu yana çıkan pek çok kitabı olumlu / olumsuz yönleriyle inceledik; “Kesinlikle Ben, Clarice Bean”, “Keleş Osman”, “Emekli Vagon”, “Kırmızı Elma”, “Sit Nine’nin Masalları”, “Gülben’den Masallar”, “Olmayan Ülke”, “Ah Dilim”,“Küçük Sinemacılar”,“Evvel Zaman İçinde”, “Grimm Masalları”,“Az Gittik Uz Gittik, Dere Tepe Düz Gittik”, “Erkek Çocuklarına Resimli Öyküler”, “Kız Çocuklarına Resimli Öyküler”…

Nisan'da İtalya'da gerçekleştirilen Uluslararası Bolonya Çocuk Kitapları Fuarı'ndan, çocuk yazını adına yapmamız gereken çok şey olduğunun bilinciyle döndük. Fuar'ın bize kazandırdığı yeni fikirler sayesinde umutla çalışmaya başladık. Son birkaç yıl gösteriyor ki Türkiye'de çocuk yazını gelişip büyümekte. Ocak ayından beri gelen onca kitap gösteriyor ki, bu yaz, çocuklar ve gençler, yaz mevsimini okuyarak geçirecek...

“Bazen olaylara yanlamasına bakmalısın, böylece daha belirgin bir resim elde edersin.”

Bu kitap kesinlikle eğlenceli ve kesinlikle komik! Sıkı durun, bu kitap aynı zamanda öğretmenlerin dokunulmazlığını kaldırıyor! Öğretmenlerin de hata yapabileceğini öyküleyen kitap, önyargılara ve peşin hükümlere dikkat çekiyor. Sınıfın en yaramazı, her zaman her şeyden sorumlu tutulabilir mi? Yaramazların hakları ne olacak?  Eğer adınız dokuza çıkmışsa bu kitabı okuyun ya da okutun. Sekize inmesi an meselesi.

Kitapkurdu ve dört kardeşin üçüncüsü Clarice Bean’in ağzından ve tam da o yaşta bir kız çocuğunun iç sesi ve gözüyle, hayata gerçekçi ve dürüst yaklaşan kitap, İngiltere’de çok satanlar arasında. Yirmiden fazla dile çevrilen ve çocukların bakış hizasında bir ufuk yakalayan ödüllü yazar Lauren Child, aslında bir çizer. Sanatçının Charlie ve Lola adlı 5-8 yaş aralığı için resimli kitapları da, özgün çizgisi, dalgalı ve hareketli yazı biçimiyle epey ilgi görüyor. Üç kitaplık serinin ilk kitabı “Kesinlikle Ben, Clarice Bean”.  Gökçe Ateş Aytuğ’un başarılı çevirisiyle kaçırılmaması gereken bir kitap. Hiç şüphesiz, Lauren Child’ın rahat ve kıvrak dili çocuklara okumayı sevdirecek ve fark ettirmeden yaydığı öğretisi ise kolayca benimsenecek. Ağır fantastik romanların arasında, tıpkı naneli şeker gibi içimizi açacak, nefes aldıracak. Kitabın cesareti ise naneli şekerin ilk anda hissedilen acılığı gibi… Ama sonunda mutlaka ikna oluyorsunuz.

Kitabı özetlemek haksızlık olur çünkü yazarın karmaşık olay örgülerinden çok gündelik hayata dair yazmayı amaçladığı apaçık.

Yine de söylemeliyim; Clarice’nın okuduğu romandan alıntılar, bu romanın kahramanı Ruby Redfort’a öykünmesi, bir roman içinde roman zenginliği veriyor. Clarice’nın annesinin yaşlılar evinde bir dans hocası olması, ağabeyi Kurt’un peynir kokan odası, ablasının durmadan telefonla konuşması, kesinlikle gereksiz kardeşi Minal’ın oda ihlalleri, birlikte oturdukları dedesinin köpeklerle yaşadığı macera ve boş vakti patronunca çalınmış babası, sıcak bir tablo çiziyor… Kalabalık ailelere özgü “sıkılmak için vakit yok” durumu, insanda kitabın içine girme hissi uyandırıyor. Kitabı okurken Muzaffer İzgü’nün tatlı sesini duyar ve Münir Özkul ile Adile Naşit’in turşu dükkânındaki gülen yüzünü görür gibi oldum. Hatasını anlayıp özür dileyen öğretmen Bayan Wilberton ise hiç kuşkusuz Türkiye için en az Clarice kadar ilginç bir kahraman ve önemli bir örnek olacak…

Keleş (sıfat) 1. Güzel, yakışıklı. 2. Yanlış olarak “kel” anlamında kullanılır.

“Bu dizinin çağdaş Türk edebiyatı ile genç okurlar arasında bir köprü kurmasını amaçlıyoruz… Şimdilik bir hayal köprüsü. Geçmeden ne olduğu ne işe yaradığı anlaşılmaz” diyor Semih Gümüş. Dil ustası Necati Tosuner’in ilk kez 1977’de basılan Keleş Osman serisi, Günışığı Kitaplığı’nın “Köprü Kitaplar” adlı değerli adımıyla yeniden can buldu. Dizinin editörü Semih Gümüş, gençlik yazını için derlediği öykülerin yanına bir başka özenli çalışma ekliyor, böylece yeni kuşaklara Türkçenin en doğru ve en lezzetli kullanıldığı kitapları armağan ediyor.

Bu kitaplar, çocuklarımızın, İngilizcenin istilasıyla bozulan Türkçelerine  ilaç gibi gelecek. “Yol, uysal bir kıvrımla dolanırdı tepeyi, sonra Orman İşletmesi önünde duraklayıp bir yorgunluk çıkarır ve tepenin arkasında hemen inerdi aşağı ki, anayola kavuşunca, sevinsin dursun.” Bu cümlede de olduğu gibi, çeviri kitapların veremeyeceği bir tılsım taşır yerli eserler. Keleş Osman’ın uzun ve ağdalı paragraflarla dolu olduğunu sanmayın; Necati Tosuner hedeflediği okur kitlesini çok iyi tanıyor olacak, kısa, kolay anlaşılır ve tek cümlelik paragraflarla sık sık satır atlayarak kurmuş dilini. Diyaloglar bir satırı geçmiyor ve hayatın içinden, olduğu gibi alınmışçasına doğal.

Eser; “Keleş Osman Evden Kaçıyor” ve “Keleş Osman’ın Tarihle Başı Dertte” adlı iki ayrı kitabın birleşimi. İlk metinde Keleş Osman ve arkadaşı Hasan’ın, kaptan olmak için İstanbul’a kaçışlarını anlatıyor. Keleş Osman’ın, Hasan'la sözleştiği geceden önce, babası tarafından İstanbul’a gönderileceği haberini almasına rağmen arkadaşını yüzüstü bırakmaması gerçek dostluğa güzel bir örnek teşkil ediyor. İkinci bölüm ise Keleş Osmanların taşınmasıyla başlıyor. Yağmurlu bir havada, Keleş Osman’ın kamyonun içinde giderken arkadaşı Hasan’ın peşlerinden koşarak el sallama sahnesi ise beni epey duygulandırdı. Çocukluğumuz, büyüklerin kararıyla ayrılmak zorunda kaldığımız pek çok arkadaşımızın anılarıyla doludur. Özellikle ben çocukken, babamın görevi nedeniyle böylesi vedaları çok sık ve şiddetli geçirmiştim.  Okurken o günlere geri gittim ve kitaptaki yağmur sanki yanaklarıma düştü. Sanırım edebiyatın asıl becerisi de bu... Bulutsuz yağmur yağdırmak ve taşsız, demirsiz köprüden geçirmek…


“Çocuklarım şimdi bana kulak verin, / Büyük sözünden çıkmayın.”

“Sit Nene’nin Masalları”, ülkemizde çok satan yazar Ayşe Kulin’in ilk çocuk kitabı. Yazar, kitabın sonunda devamını müjdelese de bir daha çocuklara yazmayacakmış gibi, uzun uzadıya, doğrudan didaktik cümlelerle kurmuş eserini. Bu da yazarın, tek bir kitapta, tüm mesajı, toptan verme kaygısı duyduğunu düşündürüyor. Öyle ki “Kardeşliktir mühim olan / Sevgi, saygı anlayıştır”, “Hayvanları da çok sevin / İyi davranın onlara” gibi dizeler, 2000'lerin çocukları için ilgi çekici olmasa gerek. “Yeme bizi ayı kardeş iyi gelmeyiz dişine / Biz sana bal getirelim” dizesinde, bir canlıyı yememek için dişlere iyi gelmiyor olmanın nasıl bir nedensellik olduğu tartışılmalıdır ki bu tip detaylar çocukların dikkatinden hiç kaçmaz.

Yazar, önsözde masalı annesinden duyduğunu dile getiriyor. Masal gibi güçlü bir tür iddiasıyla yola çıkılmış ancak masalın zengin donanımları pek kullanılmamış. Her ne kadar, hikâye Kırmızı Başlıklı Kız’ın çileklerini ve Hansel ve Grethel’in ormandaki korku dolu yürüyüşlerini çağrıştırsa da… Bu nedenle metnin, öykü türüne daha yakın olduğunu söylemek mümkün. Kitap, Ertem ve Meltem adlı iki kardeşin çilek ararken ormanda kaybolmasıyla başlıyor. Sonrasında olay örgüsü pek hareketli değil. Öykü, okur kitlesi çocukların bakış açısını yakalama amacından ve yaratıcılıktan uzak. Üstelik okurun hayal gücüne ve zekâsına pek güvenmediğini söyleyebiliriz. Ayrıca, araştırmacı olduğu bilinen yazarın hayvanların erken yattığı bilgisini bir genellemede kullanma nedenini anlayamadım. Yazar, bir yerde “hayvanat” kelimesini kullanmış ki kulağı epey tırmalıyor.

Müjdat Gezen’in yağlı boya fırça darbeli sayfaları kitabın en yaratıcı parçası olarak soyut bir zemin oluşturmuş. Ancak çöp adam biçiminde çizilen kardeşler, Cin Ali ile büyütüldüğümden olacak itici geldi. Yazmak elbette kimsenin tekelinde değil. Yetişkin yazınının yazarları da, Yonca Evcimik de Gülben Ergen de çocuklar için yazabilir, kim ne diyebilir ki? Sorun, çocuklar için yazarken, çocukların boyu kadar kısa değil, onların geleceği kadar uzun emekle yazmak gerektiği.


Bir varmış bir yokmuş… Dünyamızda günler tıpkı masallar gibi geçip gidermiş.

Gülben Ergen’in masal kitabında, “Şekerköy’de Bayram”, “Orman Sevgisi”, “Mutsuz Prenses”, “İrem’in Ağaç Dostu”, “Kardeş Sevgisi”, “Zeynep’in Gerçek Dostları”, “Kaptan Amca” başlıklarında yedi adet masal bulunuyor. Ancak kitap, zamanla mayalanarak oluşan bir tür olan masalı yansıtmaktan uzak. Birbiri ardına çıkan masal kitapları “masal” türünün hafife alındığını düşündürüyor ki bu çocuk yazını için ürkütücü bir gelişme. “Gülben’den Masallar” yeni ve yaratıcı bir öğe içermiyor. Aksine, artık çocukların duymaktan sıkıldığı temalar, uzun uzadıya işlenmiş. Resimlerinin ve grafiğinin de aceleye gelmiş gibi durduğunu söyleyebiliriz. Metinlerin olduğu sayfaların kenarlarına dizilen parça resimler boşluk doldurmak için serpiştirilmiş izlenimi veriyor.

Geleneksel öykülerdeki karakter (özellikle dede ile nine ve Padişah’ın kızı sarışın prenses) çizimleri metinle pek uyuşmamış. İlk öyküde, Can’ın kimse görmesin diye cebine koyduğu uğurböceği (sayfa 19’da omzunda çizilmiş-kafa karıştırıyor) hikâyenin kilit kahramanı olduğu halde sonsuza dek cepte kalıyor ne yazık ki. “Hepsi biraz hüzünlü ama yine de çok mutluymuş” cümlesi çocuklar için fazla ikilemli. Yüksek Sosyolog Pedagog Eda Demirbay’ın (kitabın denetimini yapan uzman) sözüyle bitirelim: “….. masal deyip geçmeyelim.” Ayrıca resimli kitapların kapağında resmeden sanatçının da adının olmasına lütfen özen gösterelim!


“Bu kitapla sinema dünyasının leylek bacaklı dünyasına adım atacağız.”

Uzun yaz günlerinde sinemacı olmaya adım atmanız için birebir bir kitap “Küçük Sinemacılar”.

İletişimci Banu Bozdemir’in çocuk ve gençlerin anlayacağı dil ve içerikte hazırladığı kitap son günlerde çıkan en özenli kurgu dışı çalışma olarak öne çıkıyor. Kitap ayrıca eğlenceli ve zengin bir sunumla hiç sıkmadan, sinemanın teknik konularına değiniyor. “Oyunculuk” adlı ilk bölümde başrol ve karakter oyunculuğu gibi kavramlar açıklanıyor. Ayrıca Adile Naşit size bir sürpriz yapıp gülümsüyor. “Film Türleri” bölümünde kısa-uzun metrajlı film ve konularına göre film türleri anlatılıyor.

“Sinema Salonunda Şenlik Var” bölümünde Beyoğlu Sineması makinisti ve bir yer göstericinin kendilerini ve işlerini anlattıkları pasajlar çok ilginç. Sıkı durun, bu kitapta Alaska-Frigo bile var! Yönetmenler, sanat yönetmenleri, kostüm-dekor yapanlar, sinemanın kısa tarihi, Hollywood-Yeşilçam, film şirketleri ve film festivallerinin de yer aldığı metinler sadece sinemayla uğraşmak isteyen çocuklarımız için değil.

Onların iyi bir sinema izleyicisi olmaları adına da önemli bir kaynak. Ancak ben kitabı okuduktan sonra bir senaryo yazsam da çeksem, hatta başrolde oynasam diye hayal etmedim dersem yalan olur. Bozdemir, eserini Atatürk’ün sinemaya ilişkin sözleriyle bitirmiş: “Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok dünya medeniyetlerinin çehresini değiştireceği görülecektir.”


"Aklınla yaptığın yanlışı, gücünle tamir edemezsin"

“Olmayan Ülke”, iyi ki bir kitap olmuş! Doğan Egmont’un, “Usta Kalemlerden Masallar Dizisi” içinde yer alan kitap, ünlü polisiye yazarı Ahmet Ümit’in annesinden duyduğu masalların bir derlemesi. Kitabın tasarımı, iç resimlerindeki özen göze çarpıyor ve masalın gizemini hissettiriyor. Tek bir masaldan oluşan uzun metin, fantastik roman tadında… Kurgusu ve akışıyla sağlam bir roman yapısı taşıyor. Ahmet Ümit, ilk kez “Olmayan Ülke” ile karşılaştığımız Peter Pan’a da bir selam göndermiş.

Doğrusu bir kerede okuyup bitiriverdim. Zengin imgelerin yaydığı haz, kitabın kendini okuma sonrasında da yaşatmasını sağlıyor. Öyle ki; altın kelebeğin kanatlarında oluşan harita, gözlerimin önünden bir türlü gitmiyor. Fantastik olgular yoğun olsa da kolay anlaşılır ve akıcı bir dil kullanılmış. Sadece diyalogların uzunluğu zaman zaman monolog hissini uyandırıyor. Hikâye, Akıl Ülkesi ile Hayal Ülkesi insanları arasındaki düşmanlığı ve bu iki ırktan birbirine âşık olan iki gencin yaşadığı zorlukları içeriyor. Öykü bildik değil mi? Shakespeare’den, hatta daha önceden bu yana anlatılıyor. Ancak önemli olan nasıl anlatıldığı…

Akıl Ülkesi’nin Padişahı’nın üç kızı vardır. Yer Hanım, Gök Hanım ve Su Hanım. Kız kardeşlerin en küçüğü Su Hanım, kalbini Büyücüler Ülkesi’nin veliahttı Rüzgâr’a kaptırınca kıyamet kopar. Akıl Ülkesi’nde Padişah ve Hayal Ülkesi’nde de Büyücü Kraliçe bu birlikteliği engellemek için uğraşır. Büyücü Kraliçe’den kaçarken, Su Hanım’ın bir defne yaprağına ve Rüzgâr’ın da bir boraya dönüştüğü bölümler epey etkileyici. Yazar, pek çok gerçeküstü öğe ve dövüş sahnesi kurgulasa da bunu vahşetten uzak bir estetikle sunmak gibi zor bir işin üstesinden gelmiş.

Sonunda Su ve Rüzgâr kendilerine daha barışçıl bir ülke kuruyorlar ki bu, bize masalın özde bir “büyüme” masalı olduğunu düşündürüyor. İyiliğin, bir çıkar gözetmeden, içtenlikle yapıldığı Olmayan Ülke, ebeveynlere verilen savaşla, geleneklere ve katı törelere rağmen kuruluyor. Üstelik, gerçek Dünya’nın daimi yol rehberi Kutup Yıldızı izlenmeden, güzelliğin temsilcisi Venüs izlenerek… “Çünkü akıl ve büyü, güzelliğin hizmetinde olduğu sürece anlamlıdır.” Olmayan Ülke’nin dilinde ise, savaş, nefret, öfke, sömürü, öldürmek gibi kötülüğü simgeleyen kelimeler yer almamış. Yazar, masalını, yaşantımızın ana şifresi “dile” saygı duruşuyla bitirmiş. Bu duruşa katılıyor ve Ahmet Ümit’i yüzyılımıza özgün bir masal armağan ettiği için kutluyorum. Ayrıca yazarın aynı dizideki “” adlı diğer kitabını da öneriyorum.

Yaz boyu tembellik etmek yok! Anne babalar, çocuklarıyla birlikte eğlenceli ve eğitici zaman geçirmek için Nazan Tacer’in, “Origami” dizisini mutlaka edinmeli. Açıklamalı ve kolay anlaşılır grafiğiyle özenli bir çalışma bu. “Oyuncaklar”, “Hayvan ve Bitkiler” ve “Hediyelik” ana başlığındaki kitaplarla, kâğıdın katlanır dünyasının mucizelerine ortak olacaksınız. Oğlum Kuzey’le her gün bir iki tane yapıyoruz ve o çok keyif alıyor. El ve zihin gelişimi için inanılmaz bir etkinlik olanağını sunan diziyi ısrarla öneriyorum. Yayıncılara bir de notum var, böylesi elden ele gezen ve oyuncak gibi sürekli tüketilen bir kitabı, bir daha ne olur dikişli basın, oğlumun kitaplarındaki sayfalar tellerinden ayrıldı bile!

MASAL, MASAL AMA HANGİ MASAL
Anne babalardan en çok duyduğumuz sorudur bu… Masallar çocuklar için mi yazıldı? Cevap elbette hayır… Çocukların, çocuklara özgü bir hayatı olmadan çok önce yaratılan masallar, aslında bugünkü tiyatro ve sinemanın hatta romanın yerine tüketilen bir anlatı sanatıydı. Ancak içinde yer alan çok renkli ve gerçeküstü öğeler, hayatın gerçekleriyle uğraşan yetişkinlerden alınıp çocuklara verildi. Öyle ki çağımızda masal yaşı olarak 2-6 okul öncesi dönemi gösterilir. Masalların, hayatı yeni kavrayan minik beyinler için yararlı olduğunu savunan pedagoglar ve araştırmacılar vardır. Ancak bilimsel araştırmacıların masal konusunda hemfikir olduklarını söyleyemeyiz. Bu tartışma sonsuza dek süreceğe benziyor.

En yaygın okunan Batı masal yazarları; Jean de La Fontaine (1621-1695), Fransa; Charles Perrault (1628-1703), Fransa; Jacob Grimm (1785-1863) ve Wilhelm Grimm (1786-1859), Almanya; Hans Christian Andersen (1805-1875), Danimarka’dır. Perrault’ın yazdığı bazı masalları Grimm Kardeşler bir yüz yıl sonra çocuklar için yumuşatarak yeniden derlemişlerdir. Bunlardan en önemlisi “Kırmızı Başlıklı Kız”dır. Bunun yanı sıra Binbir Gece Masalları, Dede Korkut masallarını da çocuklar için hazırlanmış olarak bulabilirsiniz. “Peki, hangilerini okumalıyım?” sorusunun cevabını net olarak vermek pek mümkün değil.
(Simla Sunay)