Zaman'dan Nuriye Akman, dergici, senarist, oyuncu Gülse Birsel'le konuştu. Avrupa Yakası'nın hem oyuncusu hem de senaristi olan Birsel, Akman'ı kırıp geçirdi..
Abone olGülse Birsel’i dergiciyken sınırlı sayıda insan tanıyordu. Önce G.A.G ardından Avrupa Yakası’yla hane halkımızdan biri oldu. Ve benim gibi kasvetli bir kadını bile güldürdü. Turkcell reklamındaki tiplemesiyle, TV’yi her açtığımızda evimize daldı. Asla elime almayacağım, patlamış mısır tadındaki “Gayet Ciddiyim” adlı kitapları en çok satan beşinci kitap oldu. Okumaya mesafeli bir kuşağın temsilcisi olan 17 yaşındaki oğlumun para verip aldığı ilk kitap onunki oldu. Bu, bana “Gülse ile konuş” sinyaliydi... Onu yakında Hırsız Var adlı uzun metrajlı bir filmde izleyeceğiz. Ben şimdiden kişiliğinin koordinatlarını öğreneyim dedim...
Avrupa Yakası’nın hem oyuncusu hem senaristisin. Her haftanın oyununu nasıl çalışıyorsun? Her an böyle dört kulak, dört göz, etrafına bakınıp espri mi topluyorsun, yoksa bunlar kendiliğinden mi geliyor?
Bunun toplanabileceğini zannetmiyorum. Şöyle kulak kesileyim de, etraftan espri alayım, diziye koyarım gibi bir şeye ben inanmıyorum. Zaten öyle bir vakit de yok. Haftada üç kez, bütün gün setteyiz. Üç gün de oturup senaryoyu yazıyoruz. Geriye bir gün kalıyor. O gün de oturup iki tane köşe yazısını yazıyorum.
Bir çırpıda mı geliyor espriler?
Geliyor valla yazarken. Mesela dün oturup 46 sayfa yazdım. Normalde 56 sayfalık bir senaryo. 65 dakikaya denk geliyor. Bunun ideali üç günde yazmak. Önce hikayeleri kuruyorum. Diyelim ki üç hikaye var. Volkan, Aslı ile kavga eder ve Aslı’dan intikam almaya çalışır. Ve şöyle bir şey olur ve hikaye şöyle biter. Şesu yeni bir işte çalışmaya başlar, orada bir kızla tanışır. Üçüncü hikaye Selin babasıyla kavga eder, falan filan. Bu üç hikayenin nerelerde birbirleriyle buluşacağı ve birbirlerinin sonucunu nasıl etkileyeceğini örüyorum. Ondan sonra sahneleri yazmaya başlıyorum.
Bir çeşit matematiksel işlem.
Tamamen matematiksel. Matematikle aram çok iyidir. Boğaziçi’ne matematik puanı ile girdim. Senaryo yazmada çok işe yarıyor. Bu, seyircinin bilmesini istediğiniz bilgileri zamanında vermekle ilgili bir şey. Yani bu sahnede neyi öğrenecekler? Akıllarına ne gelecek ki, iki sahne sonra onun sonucunu görecekler? Arayı çok açmamak, sürprizi de bozmamak, biraz bekletmek lazım. Yabancı sit-comlar 25 dakikadır. Biz 65 dakika ile dünya üzerinde yapılmamış bir sit-com yapıyoruz. Önemli olan, bu üç-dört paralel hikayeyi seyirciye düzenli olarak hatırlatmak.
Sen de dizideki gibi dergicilik yaptın. 15 yaş büyük bir abin, 13 yaş büyük bir ablan var. Volkan-Aslı ikilisi gibi çatışmaların oldu mu?
Ne abimle, ne ablamla, hiç çatışmam olmadı benim. Çünkü neredeyse çocukları gibi bakıyorlardı bana. Hele ki abim, dünyanın en sabırlı, en yumuşak insanıdır. İsteseniz de çatışamazsınız. Volkan’la Aslı’nın ilişkisini ben nerede gördüm, nereden gözlem yaptım, hiçbir fikrim yok.
Aile bireylerinin diziyi izlerken sana dair yeni keşifleri oluyor mu?
Onlar beni ailenin en küçüğü, en asisi ve en hokkabazı bildikleri için, aa bu çok komik kızdı eskiden beri diye, oturup seyrediyorlar. Biraz daha mesafeli çalıştığım, reklamcılar, dergideki yöneticiler, diğer dergilerin yayın yönetmenleri ise inanamıyor benim yazıp oynadığıma. Çünkü ben çekingenimdir aslında.
Ama kendini izlemekten müthiş haz aldığını söylemişsin. İnsan kendisine bir haz nesnesi olarak baktığında o bedeni taşıyan ruhuna dair neler öğrenir acaba?
Kendimi izlemeyi sevmemin sebebi, belki en küçük çocuk olmam, dört tane yetişkin insanın arasında ilginin sürekli bende olmasıdır. Agu dedi, gugu dedi, ay ne komik bir laf etti. Ay kompozisyon yaptı, ay tiyatro yaptı, gidelim, seyredelim. Her zaman beni alkışlayan en az dört kişi vardı. Küçücük bir resim yaparım, anneye göster, babaya göster, abiye göster, ablaya göster. Hepsinden ayrı tezahürat al. O alışkanlıkla ilgili bir şey olabilir.
Bu kadar çok sevgiye meraklı, bu kadar çok onaylanmak ihtiyacında olmak, aslında dışlanmaktan, ayıplanmaktan ölesiye korktuğun anlamına da gelebilir.
O kadar derinlere gitmeyelim. Şımarıklıkla ilgisi olabilir. (Gülüyor) Beğenilme isteği, herkes beni el üstünde tutsun, iltifat etsin, pohpohlasın. Ben 33 lafına bile alışabilmiş değilim.
O zaman çok güvensiz bir yanın olduğunu düşünmekle hata etmedim.
Güvenle ilgili problemim olmadı herhalde. Ama onaylanmayı, iltifat edilmesini, hayranlık duyulmasını seviyorum.
Güvensiz değilim diyorsun; ama söyleşilerinden birinde şöyle bir laf etmişsin: “Bende, herkes birbiriyle arkadaş oldu, ekip oluşturdular, beni dışarda bıraktılar paranoyası var.”
Kırk yılda bir böyle bir şey olabilir tabii ki. Ama en son ne zaman oldu, hatırlamıyorum.
“Kendi hayatı da popcorn gibi olmasaydı, bu kadar başarılı olmazdı bu sit-com’da” gibi bir komplo teorisi uydurdum senin için.
Hayatımda hiç kahır olmadı çok şükür. Genel olarak evet, sit-com olmasa da, bir Meg Ryan filmi tadına yakın bir hayat yaşadım. Ama 19 yaşından itibaren çalışıyorum. O kadar da bulutların üzerinde gezmedim. Hep ayağım yere bastı, hep sorumluluk aldım. Yazmaya başladığım ilk günden itibaren mizaha yatkındım. Yani moda dergisi çıkarırken bile bizim başlıklarımız, resim altlarımız komikti. Öyle çok ağır, klasik şeyler yazmıyorduk. Çok laubali bir moda dergisiydi, Harper Bazaar.
Arada bir de olsa varoluşsal sorunlara kafa yorar, kimim, niye geldim bu dünyaya diye gerilim yaşar mısın?
Hayır. Ama öyle bir sohbeti dinlemekten çok zevk alırım. Lafa da karışabilirim. Ama bunun için yazılan kitapları büyük bir ilgiyle okuduğumu söyleyemem. Belki de yoktu vaktim bunlara.
Belki de büyümediğin için, hep çocuk kalman teşvik edilmiş olduğu için.
Olabilir. Ne diye şimdi kocaman kocaman problemlerle ilgileneyim? (Gülmeler) Böyle daha güzel hayat. Benim iyi yaptığım iş, mizah. İnsanları mutlu eden bir şey. Bunu yapmak varken, daha varoluşsal problemler, felsefe, ben niye buradayım, kimim, böyle şeylere vakit harcamak, bana daha lüks ve şımarıklık gibi geliyor. Mizah sanki daha bir insanlara hizmet gibi geliyor bana.
Asıl sorunları unutturmak mı hizmet?
Her hafta ortaya somut bir şey çıkartıyorum. İnsanlar onu seyrediyor, mutlu oluyor, akıllarında bir şey kalıyor.
Ve bir yara bandı yapıştırılıyor.
Ben zaten yara varmış gibi de bakmıyorum ki hayata. Benim gördüğüm hayatta çok büyük yaralar yok.
Sahi mi? Kitaplarının çok derin ve edebi olmadığı halde en çok satanlar arasında olmasından haz duymakta haklısın o zaman. Bir Türkiye manzarasını açık ediyor bu.
Türkler mizah seviyor. Tiyatroda, sinemada komediyi tercih ediyorlar. Mizah dergisine para verip alıyorlar. Kitabıma katıla katıla gülen insanlar gördüm. Aslında bir kitap da değil o. Yazılarımın toplamı. Ama ‘çok eğlendik, çok iyi vakit geçirdik’ diyorlar. Çekirdek gibi, çerez gibi, popcorn gibi.
Hızla tüketilen ürünleri üretmekten gurur duyuyor musun?
Niye duymayayım? Hızla tüketilmesi keyifli bir şey olduğunu göstermez mi? Oturup AB ile ilgili, çok araştırıp bir kitap hazırlasam, belki on yıl sonra geçerliliğini yitirecek. Ama mizahın daha zamansız bir özelliği var. Yani o kadar da aptalca görmüyorum, yaptığım hiçbir işi. Herkes zekasını felsefeye yormak zorunda değil ki. Bana bir tercih olarak sunulsa, yine istemezdim. İyi insan olmaya çalışıyorum. Açıkçası, ölümden sonra ne olacak diye de çok düşünmedim. Genel olarak semavi dinlerin sözüne güveniyorum. Onlar işi halletmiş zaten.
Eşin Murat Birsel, metafizik konulara daha fazla kafa yoran bir insan..
Doğru. Murat daha ruhani bir kişiliktir bana göre. Ben daha dünyeviyim.
Gülse’nin âşık bir kadın olarak portresini sorsam?
Aşk meşk konuşmayı sevmiyorum. Onun dışında ne isterseniz anlatırım.
Gülse ev işi yapar mı?
Çok uzun zamandır yapmadım; ama zevk için güzel yemek yaparım. Hatta ilk evlendiğimizde coşmuştum. Her gün yemek yapıyordum. Dördüncü ayın sonunda dizimde korkunç ağrılar başladı. Bütün gün ofiste ayakta çalışıyordum. Bir de evde üç dört saat mutfak tezgahında yemek yapınca dizler dayanamamış, kas ağrısıymış. Bıraktım yemek yapmayı, geçti ağrılarım.
Haftanın neredeyse her günü çalışıyorsun. Eşine ayıracak zamanın kalmıyordur...
Maalesef öyle bir şikayetim var. Evde öyle bir sistem oturttum ki, hiç ev işi yapmıyorum. Evi bir şirket gibi düşündüm. Her gün yapılacak işler belli, herkese sorumluluk verdim. Hatta arada evde şöyle sesler duyuyorum kendimden: Ayşe hanım, sizin sorumluluğunuzdaydı, niye iletmediniz arkadaşa; hani evin içinde iç yazışmalar dolaşıyormuş gibi. Ev kendi kendine gidiyor tıkır tıkır. Benim Murat’a ve ailesine, kendi anneme, babama ayırmam gereken zaman maalesef kara borsa bu ara. Ancak iki üç haftada görüşebiliyoruz.
Murat’la?
Tabii ki akşamları görüşüyoruz; ama benim çekimim geç saatlere kadar sürüyor. Saat 10 gibi ancak görüşebiliyoruz. Evde olduğum zamanlar, bilgisayar başında olduğum için aralarda bir kaçamak yapıp, hadi bir film seyredelim diye randevulaşıp salonda, 10 buçukta buluşuyoruz. Kaçamak kaçamak görüşüyoruz yani.
Bu tempoda, bir çocuğun sorumluluğunu almak istemediğini bütün röportajlarında söylemişsin. Büyümekten mi korkuyorsun?
Muhtemeldir. Büyümekten, anne haline gelmekten korkuyor olabilirim. Ben çok küçüktüm, ablam ve abim evlendiler. Hayatlarında hiçbir şey değişmedi. Tam tersi daha çok eğlenmeye başladılar. Çocuk yaptıklarında, hem kendilerinin hem de eşlerinin hayatı değişti. Kaldı ki bunlar sorunsuz evlilikler ve çocuklar. Ona rağmen, işte bugün çocuk şunu yaptı, bunu yaptı, altını değiştirdik, hayatımızı ona göre planlıyoruz, ay biz tatile gidemeyiz ki. Bunlar hiç hoşuma gitmedi.
Gülse acaba sorumluluktan neden kaçıyor?
Böylesi daha eğlenceli. Ben çalışmayı da seven bir insan değilim. Ancak öyle bir sonuç olacak ki ortada, herkes alkışlayacak, iltifat edecek, ancak o zaman hoşuma gidiyor çalışmak.
Gülse acaba kocasının küçük kızı olmak mı istiyor?
Biraz öyle herhalde. Ama herkes birlikte olduğu insandan alkış ve biraz şımartılma bekler.
Sen de onu şımartıyor musun?
Şımartıyorumdur muhakkak. Aksi takdirde ilişkinin ne cazibesi kalır ki? Birbirine yeryüzündeki en enteresan, en özel insan olduğunu hissettireceksin ki, o ilişki devam etsin.
Oyunculuğumu, yazarlığım kadar iyi bulmuyorum
Giymediğin bir sürü gece giysisi alıyormuşsun.
Evet, öyle bir akşam giysisi hatam var, doğru.
Bu kişiliğinle ilgili nasıl bir ipucu veriyor?
Pırıltı ve payet seviyorum gibi basit bir ipucu veriyor. Gece hayatım öğrencilikte daha iyiydi. Haftada iki üç akşam giyinir çıkardık. Son zamanlarda, iki haftada bir yemeğe çıkabiliyoruz. Buna rağmen eski bir alışkanlık ya da sadece askıda hoşuma gittiği için gündüz kıyafeti kadar, gece kıyafeti alıyorum. Tabii bunların çoğu giyilmiyor, çoğu duruyor.
Kendini oyuncu olarak başarılı buluyor musun?
Kendimi yazar olarak başarılı buluyorum. Oyuncu olarak henüz o kadar başarılı değilim. Herkes ‘iyi yazıyorsun’ diyor bana. Tamam güzel, iyi yazıyorum. Ama yazmak o kadar heyecanlandırmıyor beni. Oyunculuk çok başka bir şey. 12 yaşımdan beri oyuncu olmak istiyorum. Sebebi de hakikaten belirsiz.