BIST 9.615
DOLAR 34,65
EURO 36,47
ALTIN 2.932,05
HABER /  GÜNCEL

Güllüce'nin diliyle alay ettiler

Tuzla denince akla İdris Güllüce gelir. 24 yıldır tatil yapmıyor. Göztepe Parkı'na cami tartışmalarında ismi anıldı. Güllüce, hayatının ilginç karelerini İrem Barutçu'ya anlattı.

Abone ol

“Yerel yönetimde de, merkezi yönetimde de ülkeme faydalı olurum” diyen İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis 1. Başkan Vekili İdris Güllüce: Siyaseti, bu ülkeye minnet borcum olduğu için yapıyorum.
Onu önce Tuzla Belediye Başkanı olarak tanıdık. Sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis 1. Başkan Vekili olarak... Ve son olarak, belediyedeki yetkileri üzerine yapılan polemiklerle adını defalarca andık. Herkes onu konuşuyor, ama o ısrarla susuyordu! Peki ama niçin susuyordu? Gerçek neydi?.. Gerçek İdris Güllüce kimdi, nasıl biriydi?.. Nereden koşuyor, hangi düşleri kuruyor, ufka hangi açıdan bakıyordu? İşte aylardır susan Güllüce, ilk kez konuştu ve saklı dünyasını Bugün okuyucuları için açık yüreklilikle anlattı.

- Sohbetimize Tuzla’dan başlayalım.
Seçildiğiniz gün, partinizin başarısı, ‘Refah depremi’ olarak sunulmuştu. Peki o ilk günlerde siz hangi depremleri yaşıyordunuz?

Başkan olmuştum ama Tuzla Belediyesi’nin binası yoktu. Mazbatamızı aldık ama nereye gideceğiz?.. Sahilde Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir bina vardı ve bir odasının boş olduğunu biliyorduk. O zamanki Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Sözen’den bu odayı talep ettik, “Olmaz” denildi. Yapacak bir şey yoktu, odaya cebren girdik. İlk demirbaşımız paspastı. Tuzla’nın her tarafı çamurdu ve bir arkadaşımız ayakkabılarımızın çamurunu silebilmemiz için bu paspası getirmişti.

- Çok mu güçlük çektiniz?

Mührümü almak istedim, ‘4 ay’ dediler!.. Bu süreyi didinerek 45 güne indirdim.

- Başka?

Tüm kurumlar karşımızdaydı. Düşünün yerel ara seçimde, o gün olumsuz bakılan bir partinin belediye başkanı olmuşsunuz ve iki sene sonra seçim olacak!.. Başarılı olmamanız için, bilinç altındaki direnci birçok yerde kullanıyorlar... Meselâ, belediyenin telsizini devletin vermesi lâzımdır. Başbakan Demirel dönemi... “Telsizimiz yok, haberleşemiyoruz” diye 22 kere Ankara’ya gitmişimdir!.. Ama iki sene içerisinde yine de güzel şeyler yaptık. Tuzla’nın kanalizasyonu yoktu. Her hafta, 3 mahallesini sel basıyordu. Asfaltı yoktu. İçme suyu, kanalizasyonu problemdi. Kaynağı da yoktu...

- Tuzla’da 3 kez seçim kazandınız. Selamlaşma kampanyası, ağaçlandırma kampanyası ile karşımıza çıktınız... Nasıl oldu da Tuzla’dan ayrıldınız?

Ayrılmadım, kopmadım.... Tuzla’da bir ömür geçirdim. 4 saat uykuyla başkanlık yaptım. “O performansı nasıl gösterdim!” diye kendi kendime şaşıyorum. Oradaki her caddede, ağaçta emeğim vardır!

- Yarın siyasî kariyerinizi yerel yönetimde mi, yoksa merkezi yönetimde mi sürdürmeyi tercih edersiniz?

Donanımlı bir insan olduğumu biliyorum. Bunu ‘megaloman’ hali takınmadan söylüyorum. İnsanın kendinin ne olduğunu bilmesi lâzım. Okudum, eğitimliyim, yerel yönetimler konusunda kitap sahibiyim. Her ikisinde de bu ülkeye faydalı olurum. Ancak ben, “Belediye başkanı ya da milletvekili olmak için siyaset yapılmamalı!” diye düşünüyorum. Siyasetin ulvî yapılması gerektiğine ve bu ülkede herkesin siyasetin içinde olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü siyaset, ülkenizin kaderini belirleyen yoldur.

- Bu amaçla mı siyaset yapıyorsunuz?

“Bu ülkenin 19 milyona yakın işsiz insanının problemiyle ilgilenmeyeceğim” ya da “Anadolu’da sırtında ot taşıyan kadınların derdi derdim değildir!” veya “İstanbul’da binlerce kadın dayak yiyor, taciz ediliyor ama bunlarla ilgilenmiyorum” diyebilir misiniz?.. Hepsinin çözümleri siyasetten geçiyor! Bir yere gelme iddiası taşımıyorum ama ben, bu ülkeye minnet borçlu olduğuma inanıyorum.

- Milliyetçi misiniz?

Bu ülke bize sokakta verilmemiş... Bakın, benim dedem gazidir ve yaşadıklarını bize de anlatırdı. Askermiş... Köprüköy’den Kars istikametine gidiyorlarmış... Yiyecekleri yok ve açlar!.. Kaçan düşman askerlerinin hayvanlarına ait pisliklerin içindeki arpaları toplar, Aras Nehri’nde yıkar, ateşte kavurup yerlermiş!.. Bizim askerimiz bu!.. Şimdi biz ise, arabalarımız, açık büfe davetlerimiz, şık elbise ve kravatlarımızla, “Siyasetle ilgilenmiyorum” deme hakkına sahip değiliz. Askerlik nasıl vatan borcu ise, ben de bunu kendi adıma vatan borcu olarak addediyorum. Tabiî, “Ben hayatım boyunca hiç siyasete bulaşmayacağım” diyen kişiye de saygı duyuyorum.

Çocukken dilimle alay ettiler!..

- Geçmişinizi bugün nasıl anlatırsınız?

İmkânları olmayan bir ailenin çocuğuyum. Zor şartlarda okudum. İlkokulu Erzurum’da bitirdim, ortaokulda İstanbul’a geldim. O zaman İstanbul’un nüfusu azdı ve Anadolu’dan gelenlere hoş bakılmazdı. Bunun bir hayli sıkıntısını çektim.

- Meselâ?..

Dilimle alay edilirdi. Biz, Türkçe’nin kendisini konuşur, “Gelirem... Gidirem” derdik. İstanbul ise, “Geliyorum... Gidiyorum” diyerek, bozulmuşu konuşulur. Tabiî bu ayrı bir tartışma konusudur ama biz öyle konuşuyorduk ve bugün Doğu’da hâlâ öyle konuşuruz. Bundan dolayı üstüme gelir, “Gelirem, gidirem’ dedikçe bana gülerlerdi. Bu konuda çok kötü bir hatıram vardır: Birinci sınıfı Erzurum’da okudum. İngilizce, birinci karnemde 9, ikinci karnemde 10’du. Dersimize bir Albay geliyor, başarımdan dolayı, bana hediyeler alıyordu.

- Sonra?..

İstanbul’a geldik... Orta ikinci sınıftayım... İngilizce dersi... Ne var ki biz Erzurum’da, dokuzuncu derse kadar okuyabilmişiz. İstanbul’daki arkadaşlar ise, birinci sınıfta on altıncı derse kadar okumuşlar. Hocamız, öğrencilerine, İngilizce olarak, “Tahtaya kalk”, “Kitabını aç” gibi bilgileri öğretmiş. Ben bunları bilmiyordum. Bana, “Tahtaya kalk!” demiş öyle bakıyorum!.. Dediler ki, “Sana, ‘Tahtaya kalk’ diyor”. Kalktım... Sonra, “Filanca dersi aç” demiş... Tabiî onu da anlamadım... Arkadaşların uyarısıyla, o dersi de açtım ama anladım ki, onlar benden hayli ileri... Dedim ki: “Öğretmenim biz bu derse kadar gelmemiştik. Onun için burayı iyi okuyamirem!” Bana, “Otur” dedi. “Sen daha Türkçe bilmiyorsun kardeşim! Bir de ben sana İngilizce öğreteceğim!..”

- Sonuç olarak?

Ve ben o sene İngilizce’den kaldım. Bu, çok kötü bir hatıradır. Bu tavır onuruma dokunmuştu..

Yıllarca düğünlere bile gitmedim!

- Peki siyasete nasıl ilgi duydunuz?

MSP Kartal Gençlik Kolu Başkanı idim. Tayyip Bey’le de o günlerden tanışırız. Tayyip Bey, İl Gençlik Kolu Başkanı, benim il başkanım idi...

- Daima sağ tandanslıydınız, öyle mi?

Evet...Lisedeyken, Tohum dergisi gibi dergiler okurdum. Necip Fazıl’ı çok beğenirdim ve vatanı kurtaracak düşünceler peşinde koşardım. Bir anekdot aktarayım: 4-5 arkadaş, lise son sınıftayız. Genç çocuklarız... Kadıköy Kız Meslek Lisesi’nin yakınlarında bir parkta oturuyor ve sol görüşlü bir arkadaşla tartışıyor, ülkeyi kurtarıyoruz. O anda bir arkadaş, “Baksana, kızlar bize bakıp kıkır kıkır gülüyorlar” dedi. Baktım, hakikaten gülüyorlar!.. “Kardeşim şimdi kız zamanı mı? Vatan ne oluyor, ülkenin fakiri ne oluyor!” dedim ve ülkeyi kurtarmaya devam ettim.( Kahkahalar)

- Başka?..

Başkan oluncaya dek düğüne gitmedim! “Ülkenin yoksulunu düşünmemiz lâzım” diyor, lüks olarak görüyordum.

- Siz nasıl evlendiniz? Düğün yaptınız mı?

Yaptık tabiî!.. Ancak şu anda öyle düşünmediğimi söylemek istiyorum. İnsanlar, gençliklerinde daha radikal oluyor... Bugün düğünlere gidiyor, gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsan gelişiyor ve değişiyor. Değişmeyi kınayan insanları ben kınarım! Çünkü insan değişmiyor ve gelişmiyorsa, onda bir problem var demektir. Olur mu hiç öyle? Hem gelişmeli, hem de değişmeli. Hazreti Mevlana, “Bizim bir ayağımız merkezde, diğeri dünyayı pergeller.” diyor.

İmam Hatip’te okuduğum yanlış

- Nasıl bir aileden geliyordunuz?

Babam memur, ailem, alt gelir grubundandı.

- Tayinle mi İstanbul’a geldiniz?

Evet. Haydarpaşa Meslek Lisesi’nin ortaokulunu okudum... Bu konuda çok yanlış bilgiler de yazılır, “Tayyip Bey ile imam hatipte birlikte okudular” denilir... Doğru değildir. Lise 1’de elektrik bölümünde okudum. Birinci sınıfı çok başarılı geçtiğim için, dönemin Başbakanı olan Sayın Süleyman Demirel’in bursunu aldım ve lise iki ve üçüncü sınıfı bu bursla okudum. O günlerde bu para, bizim ailemiz için hayli yüklü bir meblağ idi. Mercedes araba çıkan bir adamın sevincini düşünün! Bu burs, bizim için öyle olmuştu. Bu arada, okurken de çalışıyordum.

- Ne iş yapıyordunuz?

Yapmadığım iş kalmamıştır. Meselâ bayramlarda işportacılık yapıyor, balon, çorap satıyordum.

- Başka?

Lise 2’deyken motor sarmayı öğrenmiştim. Evde, elektrik motoru sarıyor, bayanların dikiş makinelerini tamir ediyordum. Üniversitede, İnşaat mühendisliğinde okurken de geceleri çalışıyordum.

- Kendinizi çalışkan bir insan olarak değerlendirir misiniz?

Ben 1981 yılının 27 Ağustos tarihine kadar hiç tatil yapmadım.

- Nasıl?..

Hiç hafta tatili yapmadım. 1981 yılının Ağustos’unda çalışmak üzere Libya’ya gittim. O gün Cuma, o gün çalışılmıyor. Ne var ki benim o güne dek hiç cumam, cumartesim, pazarım olmamış... O gün, Allah’ım akşam olmak bilmedi!..

Göztepe Parkı’nı Meclis’e sorun!

- “Bu tür konular ülkeye patinaj yaptırır” diyorsunuz ama sizce Göztepe Parkı’na camii gerekli midir?

Onu meclise soracaksınız, bana değil!.. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 348 tane Meclis Üyesi var ve bu, Meclis’in onayıyla yapılabiliyor. Demokrasi Türkiye’de nasıl uygulanıyor? Seçtiğiniz insanların, temsilcilerinizin kararlarıyla... Herkesin tek başına düşüncelerini alma şansımız yok. Zaten 70 milyon insanın her birisinin düşünceleriyle Türkiye’yi yönetemezsiniz. Sizin temsilcileriniz var ve İstanbul halkı da 348 meclis üyesi göndererek planlamada bunlara yetki vermiş. Bakın, belediye başkanları plan yetkisi olmayan insanlardır. Plan yetkisi Meclis’indir. Meclis’in böyle bir kararı var. Dolayısıyla, bu soruların muhatabı Meclis’tir.

Röportaj: İrem Barutçu
Kaynak: