Meğer Cemaat-AK Parti savaşı hiç de bildiğimiz gibi değilmiş. Her iki kesimi de çok iyi tanıyan Levent Gültekin hiç bilinmeyenleri anlattı.
Abone olİnternethaber.com yazarı Levent Gültekin, Diken'den Müjgan Halis'e verdiği röportajla bilmeyenler için Cemaat-AKP kavgasının temelini anlattı.
Her iki mahalleyi de yakından tanıyan Levent Gültekin, AK Parti ile Cemaat arasındaki kavganın şimdiye kadar 'tabandan' gizlendiğini söyledi.
Cemaatin seçimler üzerindeki etkisini de yorumlayan Gültekin, "Cemaat’in etkileyebileceği oy oranın yüzde iki üç" dedi.
İşte röportajdan önemli bölümler;
Cemaat’in oylarının farklı partilere dağılmasının Erdoğan açısından bir sakıncası yok. AK Parti’ye bir darbe vuramaz. Benim kanaatim Cemaat’in etkileyebileceği oy oranın yüzde iki üç olduğu yönünde. Bu oylar ancak blok olarak bir yere giderse bir anlamı var.
Cemaat oyları için CHP’nin heyecanlanmasını da anlayabilmiş değilim. Çünkü Cemaat CHP’ye oy verin çağrısı yapacak ve bu çağrının tabanında oluşturacağı çatlağı göze alacak durumda değil. Dindarlıklarıyla kimlik bulan insanların yetişme tarzından gelen bir şeydir o, sola oy vermek cehennemlik bir eylem olarak görülür.
KAVGA GİZLİ DEĞİLDİ, TABANDAN SAKLANIYORDU
* Ben etiketlerin, ideolojilerin aslında yüzeysel birer perde olduğunu fark ettim bu süreçte. Bu ülkede yaşayan her kesimin özde birbirinin kopyası olduğu ortaya çıktı.
* AK Parti ile Cemaat arasında yaşananları iki tarafa da yakın olanlar biliyordu zaten, gizli bir şey değildi. Sadece kamuoyu önünde birbirlerine saygılı, hürmetli davranıyormuş gibi yapıyorlardı. Amaç kavgayı tabandan saklamak gemiyi yüzdürmekti.
BAŞBAKAN CEMAATE GÜVENİNİ NE ZAMAN KAYBETTİ?
Özellikle 7 Şubat’tan sonra Başbakan Cemaat’e güvenini kaybetti. Ve bu güvensizliğini de bürokrasideki tercihleriyle göstermeye başladı. Aslında bunun 7 Şubat’tan daha gerisi de var. O da şu: Hükümet iktidara geldiğinde bürokrasiye atayacağı insan kadrosunun ağırlıklı kısmını, yüzde 80 diyebiliriz Cemaat tabanından tercih etti. Çünkü kendi dünya görüşüne yakın, yetişmiş başka insan kaynağı yoktu.
Bu, zamanla bazı kurumlarda Cemaat’in hakimiyetini getirdi. Cemaat kontrolünü sağlamış olduğu alanlarda, kendinden başka kimseye hayat hakkı tanımadı. Bunun en bariz örneği Hanefi Avcı’dır. Hanefi Avcı Cemaat’in emniyette örgütlenmesindeki en önemli isimlerden biridir. Dindarlar da bu kuruma girsin diye onlara kol kanat geren biridir. Fakat Hanefi Avcı’ ya bile tahammül edemediler.
GÜLEN'İN GÖNDERDİĞİ MEKTUP VE İSİM LİSTESİ
* Fetullah Hoca, üç buçuk yıl önce başbakana içinde 150-200 kişilik isim listesi de olan bir mektup gönderiyor. Diyor ki: ”Güneydoğu’da belli başlı kadrolara bu isimleri atayın göreceksiniz Kürt sorunu diye bir şey kalmayacak.” Öğretmen, doktor, başhekim, emniyet müdürü, yargıç gibi önemli kadrolar. Mantık şu: Benim yetiştirdiğim insanlar toplumla diyalog kurmada daha mahir. Bunlar bölge halkıyla çok sıcak bir diyalog geliştirecek ve toplumla devleti barıştıracaklar. Kürt sorunu diye de bir şey kalmayacak. Başbakan listeye bakıyor ve kendi alanına bir müdahale olduğunu söyleyip teklifi reddediyor.
İLK KIRILMA NOKTASI NEYDİ?
* İlk güvensizliğinin temeli Kürt sorunudur. Ondan sonra sırtlarını birbirlerine karşı sağlama alma ihtiyacı hissetmeye başladılar. Başgösteren güvensizlikten sonra Başbakan, ‘O kadar verdik, ben sizin önünüzü açtım, ama ben açtıkça siz benim önümü kapamaya başladınız’ aşamasına geldi. Örtülü bir çekişme başladı akabinde.
ZARRAB NEYSE ALATON DA O
* Zarrab hangi gerekçeyle, hangi korkuyla iktidara bağış yapmışsa, İshak Alaton, Üzeyir Garih de benzer gerekçeyle Cemaat’e bağış yapmıştır.
MÜSLÜMAN BÖYLE YAPAR MI?
40 yıl boyunca insanlara adil olmayı, Allah’tan korkmayı öğütleyen bir hocaefendinin yetiştirdiği insanlar ‘sehven’ diyerek birçok insanın hayatını kararttılar. Sınav soruları onların döneminde çalındı. Haksızlık onların eliyle yaygınlaştı. Kabalık, nezaketsizlik, kuralsızlık onların eliyle pekiştirildi. Özel hayat onların eliyle ortalığa saçıldı. 40 yıl boyunca ibadetini yaptıkları dinden hiç nasiplenmemiş olmak olur mu? Benim aklım almıyor bunları.
CEMAATİN PLANI: BAŞBAKAN'IN 2 YIL ÖMRÜ KALDI
Cemaat çevrelerinde konuşulan şöyle bir hesap vardı: Başbakanın iki yıl ömrü kaldı. Siyasi etkinliği kalıcı hale getirecek organizasyonlar yapılmalı.
Bürokrasideki etkinliğe siyasi etkinliği katmak. Çünkü bürokrasinin en rahat ettiği –bu Kemalistlerin olduğu dönem için de geçerli- zayıf iktidardır, koalisyonlardır. Bürokrasinin karşısında dirayetsiz, hatta mümkünse bir koalisyon olduğu zaman iktidara istediğiniz birçok şeyi yaptırabilirsiniz.
Karşılarında blok bir iktidar ve dirayetli bir başbakan var. O, bürokrasinin hareket alanını daraltıyor. Çünkü bürokrasi de artık Cemaat demek. Hem de öyle 300-500 kişi değiller. Cemaat’in bürokrasideki iktidarını tamamlamak için son bir adım kalmıştı. Yargı- emniyet-istibarat sacayağının üçüncüsünün tamamlanması MİT’in de kontrole alınmasıyla olacaktı. Çok uğraştılar. Güneydoğu’yla alakalı bahsettiğim listeyle başlayan tereddüt Cemaat’in MİT’te etkinlik kazanmasının da önünü kesti. Yani başbakan artık daha temkinliydi. İşte tüm bu kavgalar verilirken kamuoyu önünde birbirlerine saygı, hürmet dileklerinde bulunuyorlardı.