BIST 9.550
DOLAR 34,53
EURO 36,26
ALTIN 3.004,61
HABER /  GÜNCEL

Gülen'den referandum için çağrı!

Fethullah Gülen Hocaefendi, 12 Eylül'de yapılacak tarihî referandumla ilgili çarpıcı tespitlerde bulundu

Abone ol

Herkul.org sitesinde konuya ilişkin sorulara cevap veren Fethullah Gülen, neden 'evet' denilmesi gerektiğini anlattı.

Pakette milletin istikbali adına çok önemli düzenlemeler bulunduğunu belirten Gülen, siyasî hesapların bir kenara bırakılmasını istedi. "İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak 'evet' oyu kullandırmak lazım." diyen Gülen, referandum desteğinin "her partiye aynı mesafede olma" çizgisiyle çelişmediğini vurguladı. Gülen Hocaefendi, referandumun 12 Eylül'ün kirlerini temizlemeye ve darbecilerle hesaplaşmaya vesile gibi gösterilmesini ise doğru bulmadı. Gülen'in açıklamaları özetle şöyle:

12 Eylül, 12 Mart ve daha önceki 27 Mayıs darbeleri, hiçbir mantığa dayanmayan ve millet adına hiçbir yarar vaatetmeyen bir çeşit sindirme ve herkese haddini bildirme, sonra da iktidarı ele geçirme ve şahsî saltanatları devam ettirme hareketleriydi. Bazı kimseler, gemilerini yüzdürmek için kan seylaplarına ihtiyaç duymuş; bu milletin evladını sağcı ve solcu olarak cephelere ayırmış ve vuruşturmuş; nihayet akıttıkları kan, irin ve gözyaşından istifade ederek kendi otağlarını kurmuşlardı.

Kuvvetin genetiğinde adaletsizlik ve dengesizlik vardır. Kuvvet, hakkın elinde, mantık ve muhakeme rehberliğinde bir kısım problemleri çözebilecek potansiyel bir güç sayılsa da, his yörüngeli kaba düşüncenin elinde her zaman bir tahrip aleti olagelmiştir. Gerçi kuvvetin de bir hikmet-i vücudunun bulunduğu muhakkaktır; ama ona dayanılarak çözülmeye çalışılan problemlerde aklın, mantığın, muhakemenin hattâ dehanın değerlendirilemediği de bir gerçektir. Ne acıdır ki, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbe dönemlerinde ülkemizde hak, mantık ve muhakeme, kuvvetin çılgınlığı karşısında yenilgiye uğramış ve âdeta bir esaret yaşamıştır.

Kuvvetin genetiğindeki bozukluk, hemen hemen bütün kuvvet temsilcilerine başka insanların tepelerine binme, onları ezme, sindirme ve seslerini kesme hislerini pompalar. Dolayısıyla da, kuvvetin taşkınlığı ve çılgınlığıyla insanları ezip sindirme sadece belli bir kesimin işi değildir. Bazen, siyasî iktidarı güçlenenler de artık kimseyi kâle almamaya başlar ve dediğim dedik düşüncesiyle hareket ederler. Dahası, idarecilerin etrafı danışmanlar, özel kalemler, yakın çevrelerce kuşatılır ve halkın sesinin asıl merciye ulaşmasının önü kesilir. Böylece daha dün herkesin elini öpen kimseler, biraz güçlenince gayrı kimseyi dinlemez olur, bildikleri gibi davranır ve her iyi işin de kendilerine mâl edilmesini isterler.

AÇ KURDA TAHABBUB İŞTAHINI AÇAR, DİŞİNİN KİRASINI DA İSTER

27 Mayıs'ta on binlerce insan zulme uğradı; devletin en zirvesindekinden milletvekillerine ve partinin taşra teşkilatındaki temsilcilere kadar yüzlerce, binlerce insan bir anda tutuklandı. Tutuklananlar da çok uysal davrandılar, tabiri caizse, kuzu kuzu gittiler. Bilmiyorum o kadar kuzu kuzu olma ve aç kurda karşı tahabbub gösterme doğru muydu, değil miydi?!. Fakat bazı kimselerin bir nezaket ahlakı vardır, namusları gibidir; fedada bulunamazlar. Nitekim, zirvedeki zat, o zalimlerin mahkemelerinde "Reis beyefendi, savcı beyefendi" demede kusur etmedi, centilmence davrandı. Bu, onun efendiliğinin gereğiydi; fakat aç kurda karşı tahabbub göstermek onun iştahını açar, sonra döner dişinin kirasını ister. Herhalde bütün bütün dünyaya kilitlenmiş, yüksek bir mefkuresi olmayan ve elindeki imkânları kaybetmekten korkan kimselere karşı biraz dik durulsaydı, -başkası olsa şöyle derdi- o zibidilerin hepsi def olur giderlerdi.

Bütün darbeler gibi 12 Mart da öyle zavallı bir zihniyetin işiydi ki, kitap okumak için bir evde toplanmış bulunan insanlar bile tutuklanıp aylarca hapislerde süründürülmüşlerdi. Hatta, sadece Cenâb-ı Hakk'ın Kuddûs isminin tecellilerini anlatan bir risaleyi okumuş olduklarından dolayı senelerce hapis cezası almakla karşı karşıya bırakılmışlardı.

TEMİZ VATAN EVLATLARI BÖLÜKLERE AYRILARAK VURUŞTURULDU

O gün o kanlı darbeleri yapan ve vatan evladını kamplara bölüp kanlarını dökenlerle bugün PKK'yı besleyip destekleyen, silah ve uyuşturucu ticareti adına kullanan ve kendilerinin bir kısım isteklerini gerçekleştirmek için onu orada sürekli kanayan bir yara ve bitmeyen bir problem olarak canlı tutan kimseler aynı insanlardır ve mantık aynı mantıktır.

12 Mart döneminde hapiste kaldığım süre içerisinde hem ülkücüler arasından hem de sol kesimden çiçeği burnunda tığ gibi delikanlı arkadaşlarım oldu. Oturup konuştuğum zaman hepsinin görüşülüp konuşulabilecek insanlar olduklarını gördüm. Aynı silah ve kurşunla birbirini öldüren her iki taraftan, (hem ülkücüler hem de solcular arasından) bu insanların çoğunu o kadar samimi, o kadar saf ve duru buldum ki, kalblerine bir Allah'la irtibatı ve Efendimiz'e bağlılığı koysanız sahabe gibi samimi insanlardı. Gönül verdikleri davada başka beklentileri yoktu. Fakat, bu temiz vatan evladı bölüklere ayrılarak senelerce vuruşturulmuştu. Orada gördüğüm öyle manzaralar oldu ki... Nedim isminde sol kesimden biri vardı. Öyle dövmüş ve öyle işkence yapmışlardı ki, ayağının altından kemik çıkarmışlardı. O tığ gibi delikanlı, o haliyle yürürken benim içimden bir şey kopuyor ve kalbime kan damlıyordu.